"Gerçekten" haber verir 23 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Gölge ile sıcak, Cennet ile Cehennem bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Allah dilediğine hakkı işittirir. Sen ise kabirde yatanlar gibi kalbleri ölmüş kâfirlere dâvetini işittiremezsin.

Fâtır Sûresi: 21-22

23.07.2008


Nefsim belki bununla ıslâh-ı hal eder

ÜÇUNCÜ NOKTA

Halimi, istirahatimi düşünen ve her musîbete karşı sabır ile sükûtumu istiğrab eden dostlarımın şöyle bir suâlleri var ki: “Sana gelen zahmetlere, sıkıntılara nasıl tahammül ediyorsun? Halbuki, eskiden çok hiddetli ve izzetli idin, edna bir tahkire tahammül edemezdin?”

Elcevap: İki küçük hadiseyi ve hikâyeyi dinleyiniz, cevabını alınız:

Birinci Hikâye: İki sene evvel benim hakkımda bir müdür sebepsiz, gıyabımda tezyifkârâne, hakaretli sözler söylemişti. Sonra bana söylediler. Bir saat kadar Eski Said damarıyla müteessir oldum. Sonra Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle şöyle bir hakîkat kalbe geldi, sıkıntıyı izale edip o adamı da bana helâl ettirdi. O hakîkat şudur:

Nefsime dedim: Eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar, şahsıma ve nefsime ait ise; Allah ondan razı olsun ki, benim nefsimin ayıplarını söyler. Eğer doğru söylemiş ise, beni nefsimin terbiyesine sevk eder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır. Eğer yalan söylemiş ise, beni riyadan ve riyanın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardımdır. Evet, ben nefsim ile musalâha etmemişim. Çünkü, terbiye etmemişim. Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse, ondan darılmak değil, belki memnun olmak lâzım gelir. Eğer o adamın tahkiratı, benim îmana ve Kur’ân’a hizmetkârlığım sıfatıma ait ise, o bana ait değil. O adamı, beni istihdam eden Sahib-i Kur’ân’a havale ediyorum; O Azîz’dir, Hakîm’dir. Eğer sırf beni sövmek, tahkir etmek, çürütmek nev'înden ise, o da bana ait değil. Ben menfî ve esir ve garip ve elim bağlı olduğundan, haysiyetimi kendi elimle düzeltmeye çalışmak bana düşmez. Belki misafir olduğum ve bana nezaret eden şu köye, sonra kazaya, sonra vilayete hükmedenlere aittir. Bir insanın elindeki esirini tahkir etmek, sahibine aittir; o müdafaa eder. Madem hakîkat budur, kalbim istirahat etti. “Ben işimi Allah’a bırakıyorum. Şüphesiz ki Allah kullarını hakkıyla görendir. (Mü’min Sûresi: 44.)” dedim. O vakıayı olmamış gibi saydım, unuttum. Fakat maatteessüf sonra anlaşıldı ki, Kur’ân onu helâl etmemiş.

İkinci Hikâye: Şu senede işittim ki, bir hadise olmuş. O hadisenin vukuundan sonra yalnız icmalen vukuunu işittiğim halde, o vakıa ile ciddî alâkadar imişim gibi bir muâmele gördüm. Zaten muhabere etmiyordum; etsem de pek nadir olarak bir mes’ele-i îmaniyeyi bir dostuma yazardım. Hatta dört senede kardeşime birtek mektup yazdım. Ve ihtilâttan hem ben kendimi menediyordum, hem de ehl-i dünya beni menediyordu. Yalnız bir iki ahbap ile, haftada bir defa görüşebiliyordum. Köye gelen misafirler ise, ayda bir ikisi bazı bir iki dakika bir mes’ele-i ahirete dair benimle görüşüyordu. Bu gurbet halimde, garip, yalnız, kimsesiz, nafaka için çalışmaya benim gibilere muvafık olmayan bir köyde, her şeyden; herkesten menedildim. Hatta dört sene evvel, harap olmuş bir camii tamir ettirdim. Memleketimde imamlık ve vaizlik vesîkam elimde olduğundan, o camide dört senedir (Allah kabul etsin) imamlık ettiğim halde, şu mübarek geçen Ramazan’da mescide gidemedim. Bazan yalnız namazımı kıldım; cemaatle kılınan namazın yirmi beş sevabından ve hayırdan mahrum kaldım.

Tarihçe-i Hayat, s. 236

23.07.2008


TESETTÜR VE TEESSÜR

Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Peygamber’e (asm) tesettür âyeti indiğinde, bütün mü’minler o emri hemen uyguladılar. Hiç tereddüt etmediler. Teessür göstermediler.

Yüzyıllar geçti. Müslüman topluluklar bu emre muhâlefeti düşünmediler. Samîmî bir şekilde, Allâhu Teâlâ’nın emri olduğunu, Hz. Muhammed’in sünneti olduğunu düşündüler. İbâdet niyetiyle örtünme mükellefiyetini yerine getirdiler. Teessür göstermediler.

İslâmiyetin güzelliklerine olan inanç zayıfladı. Müslüman toplulukların diğer dinlerin mensûpları karşısında teknik, askerî, ilmî bakımdan geriledi. Her türlü dünyevî mağlûbiyetlerin kendi dinlerinden ileri geldiği tevehhüm edilmeye başlandı. İbâdetlerin bir kısmına ve tesettüre riâyet, önceleri üst tabakalardakiler arasında, gevşemeye başladı. Teessür göstermediler.

Hâkim sınıflar kendi noksanlarını halka mâl ederek, başaramadıkları rehberlik makamını daha kabiliyetlilere bırakmayarak, kendi tenbellik ve fikrî kifâyetsizliklerini inançlı zümreye yıkarak, beceriksizliklerini İslâma fatura ederek, galiplerini taklîd ile dinde lâkaytlığa ve amelde ihmâlkârlıklara başladılar. Teessür göstermediler.

Ekseriyetin kendileri gibi düşünmediğini ve davranmadığını görerek râhatsız oldular. Geri dönüp aslî değerlerine sâhip çıkmayı gurûrlarına yediremediler. Sûret ve sîret birliğini sağlayamadılar. Özendikleri topluluklar gibi olmak için, cemiyetin bütününü kendilerine uydurmak mecbûriyeti hissettiler. Teessür göstermediler.

Gönüllü olarak inanmış insanları cebren başka türlü düşünmeye, inanmaya, yaşamaya sevk ettiler. Halktan yükselen feryâtları duymamak için kulaklarını tıkadılar, akıl ve ruhlarını sağır ettiler. Teessür göstermediler.

Mâzîyi, geçmişte yaşanan güzellikleri, geleceğin ümidlerini yıktılar; târ ü mâr ettiler. Mezar taşından, mâbedlere; âile mahremiyetinden şahsî hürriyetlere hoyratça saldırdılar. Moğol istîlâsının eksik bıraktığını tamamlamak azmiyle kırıp döktüler. Teessür göstermediler.

Dünyâ iki büyük cihân harbi geçirdi. Benzemeye çalışılan milletler, milyonlarca evlâdını yok yere öldürdü. Kendi içlerindeki iktidâr kavgalarını ideoloji kılıfına sokarak, sınıf çatışmaları sebebiyle nice insan telef edildi. Baş olmak ve hüküm sürmek isteğiyle, mâzîde nice utanç verici örneklerinden ders alınmayarak, nice beterleri icrâ edildi. Bizim mukallidler bunu tasvîp ettiler. Teessür göstermediler.

Halkın pasif mukavemetini, fikirlerinin icrâsına mânî’ gördüler. İbâdetlerin diline, şekline, giyim–kuşama, hayâtın her safhasında gözlerinin önüne dikilip duran tesettüre pençeyle, süngüyle, dipçikle, sürgünle, zindanla, darağacı ile saldırdılar; pek çoğunu kaldırdılar. Ekseriyeti, azınlığın tahakkümüne zebûn ettiler. Teessür göstermediler.

İç ve dış sebepler toplulukların prangalarını kırmaya, zindanlarını yıkmaya, menfâlarını kapatmaya zorladı. Bildiklerini okumak için elden geleni esirgemediler. Milletler ve medeniyetlerin güzel fikirleri ve amelleri netîcesinde ortaya çıkan demokrasiye, halkın kendi kendini idâresine istemeyerek izin verdiler. Ama halkın irâdesinden ellerini çekmediler; açık oy ve gizli tasnîf sûretindeki garâbetlerle dünyâ mîzâh târîhine malzeme oldular. Teessür göstermediler.

İpin ucu pençelerinden kaçıp, hasbelkader halkın eline geçince mağlûbiyeti kabûl edip, arlanıp oturmadılar. Dolaplarla, hîlelerle, tahrîklerle, nifâklarla, cebir ve zulümle iktidâra tâlip ve sâhip oldular. Nice sâkıt, nice sâbık, nice kuyruk, nice mazlûma yine sürgün, yine zindan, yine îdâmı silâhların gölgesinde ve hukûksuz kanûnların şemsiyesinde tatbîk ettiler. Teessür göstermediler.

Halkın sandıkta tâmire çalıştığını, fırsatı her bulduklarında, sopa ile, şiddet ile, el çabukluğu ile, lâf bolluğu ile, mücâzefe ile yıktılar. Milletin mukaddes bildiği orduyu, muallâ bildiği ilmi, muarrâ bildiği hukûku basit menfaatleri için kullanmaktan utanmadılar, çekinmediler. Teessür göstermediler.

Koltuklara ulaşmak için tesettürü her seçim öncesi kullandılar. Kimi simge, kimi imge saydı. Sayanlar insan haklarına saygılı olsaydı… Teessür göstermediler.

Onlar tesettürlü idiler. İnanç hakları, yaşama hakları, tahsîl hakları, çalışma hakları, kadın hakları, insan hakları onların hakkı değildi. Her türlü haksızlığı hak etmişlerdi. Teessür göstermediler.

İklimler değişti. Tabîatın nizâmının altı üstüne döndü. Yağmurlar kesildi. Bulutlardan âfet indi. Belâlar musallat oldu. Mûsîbetlerin sayısı unutuldu. Borçlar çoğaldı. Alacaklılar ceberûtlaştı. İç huzûrumuz kalmadı. Dış îtibârımız tükendi. Teessür göstermediler.

Ekrem KILIÇ

23.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır