"Gerçekten" haber verir 28 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Merhamet et ey Resûlüm!

“Kardeşlerimi özlüyorum” demiştin bizleri kastederek. Sahabiler “Biz senin kardeşlerin değil miyiz?” diye karşılık vermişlerdi. “Siz benim sahabilerimsiniz, ben kardeşlerimi özledim. Onlar beni görmeden sevecekler.”

Görmeden sevdik seni Sultanım! Ne o tebessüm eden gözlerini gördük, ne nur gibi yüzünü, ne ışıldayan dişlerini, ne de güzelliğinden elleri kestiren Yusuf’u kıskandıracak güzelliğini gördük senin. Ama seni sevdik, hem de her şeyden çok. Hep sevmek istedik. Unutkanlığımıza, vefasızlığımıza rağmen seni sevmeyi ihmal etmedik.

Özlemekteyiz şimdi seni Sultanım. Özlemeyi unutacak kadar hasretiz sana. Veysel Karani gibi yüzümüzü dönmüş, rüzgârların senin kokunu getirmesini bekliyoruz çöllerden. Karnı acıkınca, sana bakarak doyan sahabiler kadar açız sana ve sensizliğe.

“Ümmetim, ümmetim” deyişini hatırladığımız her an adedince, eksikliklerimizin verdiği utanca rağmen özlüyoruz seni. Sana lâyık ümmet olamadığımızı düşünsek de vazgeçemiyoruz özlemekten seni. Sana hasret kalan Mekke kadar hasretiz. Sana kavuşan Medine kadar kavuşmayı beklemekteyiz.

Hani Hatice’ye (r.anha) hüznünü bildiriyordun gözyaşlarınla, kabrinin karşısında kurdurduğun çadırda: “Ey Hatice, dün bize zulmedenler bugün teker teker İslâma geliyorlar” diyordun. O hüznün hatırına, o gözyaşlarının bereketiyle bizi de çadırına alır mısın Resûlüm? Uhud dağı kadar yüreğimizin tam orta yerinde oturmuş bekliyor şimdi tüm sadakatiyle. Hüznümüz, merhametini bekliyor şimdi. İkrime’de bir elbise gibi giydiğin merhameti bekliyoruz Sultanım. İkrime’nin yanında babasının ismini dahi anmayan Resûlüm! İkrime’nin kalbini Ebû Cehil ile karartmayan Resûlüm! Merhametinle, biri Cennet köşklerinde, biri Cehennemin diplerinde. Her gün kirlenen kalplerimizle gelsek kapına, bize de gülümser misin, bize de tebessüm eder misin?

İkinci bir oyun için izin almak isteyen çocuklar gibiyiz kapında. Eğik başımız, utangaç bakışlarımız, ellerimizi nereye koyacağımızı bilemez bir halde başımızı kaldırdığımızda senden bir tebessüm dilenmekteyiz. Hakkımız yok, hatalarımız, günahlarımız çok. İstersen kapından da kovarsın, bir şey demeye sözümüz yok, haddimiz yok. Herşeye rağmen o gözlerinle bize de gülümser misin?

Vahşi’ye kapını açan Resûlsün sen. Arka sıralarda dahi olsa seni görmeye razıyız. Bizler senin ahir zaman ümmetiniz. Zordur demiştin, kolay olmayacak demiştin. Çok zor Resûlüm ve hiç kolay değil. Tutunduğumuz dallar bir bir kırılırken sen tut ellerimizden. “Kardeşlerimi özlüyorum” deyişin tutsun bizi. Yoksa biz kaybolacağız.

Kayıplarımıza izin verme Resûlüm. Elini kalbimizden çekme, bizden vazgeçme Resûlüm. Senin bizden vazgeçmeyeceğini bile bile bizim de senden vazgeçmemize izin verme Resûlüm.

Merhamet et ey Resûlüm!

SUVEYDA GÜNER

28.08.2008


Hollywood tavuklarının dayanılmaz cazibesi

SİNEMA eleştirmenleri “Hollywood sadece Hollywood değildir” derler.

Bunu demekle aslında Hollywood’un salt eğlence üretim merkezi olmadığını, aynı zamanda toplumsal mesajlarla global hedeflere de hizmet ettiği gerçeğini vurgulamış olurlar.

Amerika’nın kutsal hedeflerine ilişkin filmlerin çerçevesi CIA’nın tarih kurumunda çizildikten sonra bu hedefler Hollywood’da senaryolaştırılır ve arkasından bu iş için yetiştirilmiş olan usta yönetmenlerin elinde Oscar ödüllü filmler haline gelir.

Görünürde bir eğlence aracı olarak sunulan bu filmlerin hemen hepsi dönemine göre ABD’nin o andaki siyasetinin bir yansımasıdır.

Filmlerde Amerika’nın taraf olduğu ülkeler masum ve haklı, ötekiler 'tu kaka' gösterilir.

Bu anlamda İkinci Dünya Savaşı dönemini anlatan filmlerde Almanlar ve İtalyanlar barbar, hissiz ve aptal mahlûklar olarak gösterilirken, ABD’nin müttefiki olan Fransızlar, İngilizler ve hatta yer yer Ruslar, masum insanları kurtarmayı hedefleyen hümanist kahramanlar olarak tanıtılır.

Dünyayı Hitlerin başını çektiği Nazi belâsından kurtaran Sam Amca'nın sıcak savaşın ardından yeni hedefi, Batının değerlerini tehdit eden, özgürlük ve demokrasinin baş düşman olan komünizme karşı soğuk savaşı başlatmak olur.

Bu dönemde Hollywood’da üretilen filmlerde komünist öcüler tarafından dünyanın nasıl işgal edileceği histerisi yayılır ve filmin sonunda uzaydan gelen bu yaratıklar, Tanrının insanlığa bahşettiği zekâ küpü Amerikan başkanının gözü kara kurmayları ile Beyaz Saraydan yönettiği operasyonlar sonucu bertaraf edilir.

İzleyici farkında olmasa da bilinç altına “İyi ki Allah Amerika’yı yaratmış” gibilerinden tuhaf bir şükran hissi yerleştirilir ustalıkla.

60’lı yıllarda başarısız Vietnam Savaşının Amerikan halkı üzerinde meydana getirdiği çöküntüyü rehabilite etme görevi yine Hollywood’a düşmüştür.

Bu dönemde çekilen filmlerde Sam Amca bir iç hesaplaşmaya gider ve bu yolla çocuklarına ettiği eziyeti hafifleştirmeye çalışır.

1991’de eski Sovyetler Birliği’nin resmen kendi kendini lağvetmesi ile, Hollywood’un 1945 sonrasındaki bütün döneminin baş düşmanı da tarihe karışır.

Artık Hollywood için yeni bir dönem başlamıştır.

Tabiî yeni döneme uygun yeni bir de düşman.

İnsanlığın bu yeni düşmanı, medeniyetlerin beşiği Ortadoğu’da Nemrut’un hazinelerinin üstünde oturmaktadır.

Nemrut’un ahfadı tarafından yok edilmesi farz haline gelen bu düşman “insan hakları, demokrasi, özgürlük” gibi değerlere karşı çıkma cüretini gösteren “terörist”lerin de başını çekmektedir! Bu noktada söz konusu teröristlere cezasını vermek görevi yine dünyanın jandarması olan fedakâr Sam Amca’ya düşmektedir.

İnsan zihni bu iş için hazırlanmıştır. Teröristleri konu alan filmlerde beyin yıkama metotlarından bolca yararlanan Hollywood, yüksek teknolojiyle ürettiği yıldız savaşları filmlerinde gelecekte meydana gelecek bir savaşın ipuçlarını vermiştir.

Nihayet, Sam Amca 1991’de körfezdeki savaş gemisinden havalanan uçakların Bağdat’ı bombalamasını, televizyon başındaki milyarlarca insana naklen seyrettirmişti de seyredenler filmlerden gelen ülfetin tesiriyle olayın insânî boyutundan azade bir vaziyette sadece kötüleri alt etmiş olmanın sevinç ve heyecanını yaşamışlardı.

Bombalanan evdeki çocuğun sabah ezanlarına karışan çığlığını duyan olmamıştı. Ezan sesini duyan olmadığı gibi.

Görülen, Bağdat semalarında havaî fişek görünümlü F16 uçaklarının salvolarından başka bir şey değildi.

Yıldız savaşlarındaki uzay gemisinin yerini körfezde konuşlanan uçak gemileri almıştı. Bu gemilerdeki uçakların havalanışı, uçağa yerleştirilen kameralarla çekiliyor, hedefe kilitlenmiş olan akıllı bombaların hedefleri nasıl tarü mar ettikleri canlı canlı seyrettiriliyordu.

Video oyunlarından tanıdığımız resimler geliyordu ekrana.

Bombalanan evlerde diri diri yanan çocuklar görünmüyordu ekranda.

Bu savaş akıllı bombaların sadece askerî hedefleri vurduğu temiz bir savaştı çünkü. Görüntülerine yıldız savaşlarından alışkın olduğumuz bildik görüntüler.

Yabancı değildi bize bunlar.

Sindire sindire içselleştirmiştik.

ABD teröristlere karşı yürüttüğü savaşı oyuncak BM kararları ile icra ederken bütün insanlığın, insanlık değerleri adına, insanlık dışında olanlara karşı savaştığı bir dönemi başlattığını da ilân ediyordu büyülü kutuların başında bekleyen büyülenmiş toplumlara!

İnsanlığın başındaki bu liderlik vazifesini icra etmekle Sam Amca’nın ne denli büyük fedakârlığa katlandığını göstermek görevi yine Hollywood’a düşmüştü.

Er Ryan’ı kurtarmak filmi bu iş için biçilmiş kaftan idi. Bu film vasıtasıyla izleyicinin bilinç altına ABD ordusuna ve onun insanlık adına yürüttüğü savaşların haklı olduğuna ve olacağına dair telkinler yerleştiriliyordu.

Savaş bu. Hep iyiler olmayacak ya. Zamanla psikolojisi bozulan askerler yanlış da yapacaktı.

Irak’ın işgalinden sonra ruh hastası Amerikan askerlerinin savaşın psikolojisi içinde normal gösterilen hayvanca davranışlarını masum göstermek için üretilmiş bir senaryo gerekiyordu şimdi Sam Amca’ya.

Kavanoz Kafa filmi bu iş için sipariş edilmiş ve tam zamanında vizyona sokulmuştu.

Hepsi ve daha sayılabilecek bir çok film, insanî değerler adına ABD’nin yürüteceği savaşların haklılığının propagandasını yapan filmler.

Netice-i kelâm, bir savaş filmi izliyorsanız unutmayın ki…

Savaş için kitleleri hazırlayan film izliyorsunuz demektir...

Söz uzar, kesmek gerek vesselâm.

Doç. Dr. MEHMET İPÇİOĞLU / Selçuk Üniversitesi Eğitim Fak

28.08.2008


Medine'den Mekke'ye hicret ettik

UHUD VE HENDEK

1400 sene öncesinden günümüze ulaşan milyonlarca mesajların en ehemmiyetlilerinden olan Uhud Harbinin yapıldığı yerleri ziyaret etmek okçular tepesini izlemek şehitliği görmek hepimizi oldukça etkiledi. 120 m yüksekliğinde olan Uhud dağı azameti ile gelen ziyaretçileri ağırlıyor ve onlara lisanı hâli ile Allah Resulü'nün “Uhud bizi sever, biz Uhud'u severiz” hadisini iftiharla haykırıyor.

Bedir savaşında ağır yenilgiye uğrayan Kureyşliler intikam alma hırsı ile 3000 kişilik ordularını Medine’ye götürdüler. Allah Rasulu bu öfkeli insanlarla Medine dışında savaşmak istemiyordu, yalnız Bedir’e katılamayan gençler ve ashabın bazıları Uhud’a gidip onlarla aleni savaşmak istiyorlardı. Meşveretler yapıldı ve karar genç sahabelerin ısrarı üzerine ashab Uhud’a gidecekti.

700 sahabe ile Uhud dağının eteklerine gelen Resulü Ekrem Ayneyn tepesine 40 okçu yerleştirdi ve onlara savaşın sonucu her ne olursa olsun kendisinden talimat gelmedikçe yerlerinden ayrılmamalarını emretti. Savaş başlamış tüm şiddeti ile devam ediyordu. Müslümanların galibiyeti söz konusu iken Ayneyn tepesindeki mücahitlerin ayrılması savaşın neticesini sıkıntıya sokmuştu.

Savaşın nihayetinde yapılan meşverete uymanın onuru ile Allah Resulü genç sahabelerin aldığı kararın yanlış olduğunu onlara hatırlatarak onları üzmemiş, Ayneyn tepesindekilere de üzücü muamelelerde bulunmamıştı ve 1400 sene öncesinden tüm İslâm alemine mesajlar gönderiyordu. Meşveretin ehemmiyetini vurgulayan ve tarzını anlatan bu hadiseler, bu mesajlar tüm İslâm alemine ışık tutması temennisi ile Uhud’u tefekkür ediyorduk.

İşte bu duygularla toprağını kokladığımız Uhud tepesinde savaş gözümüzün önünde canlanıyordu. Hz. Hamza’nın şahadet mırıltılarını duyuyorduk, kulaklarımızda sahabelerin Allah, Allah sadaları yankılanıyordu. Allah Resulünün dişinin sancısını bir parça da olsa hissedebiliyorduk.

Uhud’da toprağa verilen şehitleri ziyaret eden Peygamberimiz (asm) yüksek sesle “sabrettiğiniz için size selam olsun, ahiret saadeti ne güzeldir” mealindeki okuduğu ayet hâlen o mekânlarda yankılanıyor, o aksi sedayı işitmek için o mekânlardan ayrılmak istemiyorduk ama Ashab-ı Uhud kadar sabrımız kuvvetli değildi ve duâlarla oradan ayrıldık.

VE HENDEK...

Mekke müşriklerinin sefer hazırlıklarını duyan Allah Resulü hemen savaş hazırlıklarına başladı. Uhud savaşından alınan dersten sonra ittifakla şehrin içeriden savunulması kararlaştırıldı. Düşmanın şehre girmemesi için Selmani Farisi’nin teklifi ile 5.5 km uzunluğunda 9 m derinliğinde ve 4.5 m derinliğinde hendekler kazılacaktı 20 gün süren çatışmanın neticesinde Kureyşlilerin kuşatmayı kaldırıp Mekke’ye dönmeye mecbur oldukları mekânları şimdi savaşı biz kazanmışız edasıyla tefekkür ediyorduk. Peygamberimizin sığınağını Hz.Ömerin ve diğer sahabelerin sığınaklarını ziyaret için akın akın gelen Müslümanlar birbirlerine şevk vererek bu mekânlardan ayrılıyorlardı. Istırap dolu günlerin geçtiği caddelerdeyiz, Nebi'nin nefes nefese kaldığı kızgın çöllerdeyiz, savaş nidalarının arasında olanca heybeti ile belli olan, İslâmın gün yüzüne çıkmasına kuvvetli bir vesile, dinsizleri ürperten cesaretin sahibi, güneş misal Hz. Ömer (r.a) efendimizin mescidindeyiz, yağmur yerine göklerden sadakat bekleyen o dehşetengiz sıcağa, o güç yetmez öfkeye sıdkıyla meydan okuyan, Allah Resulüne güçlü bir siper olan Hz. Ebubekir (r.a) efendimizin ayağının değdiği yerlerdeyiz, savaş dehası, harb pişdarı Halid Bin Velid’in (r.a) vesair Sahabilerin mekânlarındayız. Cennetâsâ bir baharda gelmişiz ki; biz ancak o günleri anlatıyoruz, o haletleri yaşamak, o zorlukları görmek şimdi neredeyse mümkün değil, bize bu güzel İslâm dinini yaşadığımız toprakları bırakan tüm şehitlere binler Fatiha ve rahmet...

İLK DEFA YAPTIĞIMIZ BİR SÜNNET…

Faydalarını çok duyduk, ismini, tarifini çok okuduk hadislerde ama bu sünneti yapmak için hiç imkân olmamıştı. Osmanlı saati gölgesinde yaptığımız ders müteakibinde bizlere eşlik eden abilerimizden Ahmed Uzuner, buralara gelip de bu sünneti yapmadan gitmeyin deyince bizde Ahmed abiden bu sünnetin faydalarını dinledik.

Hacamat: Vücudun herhangi bir yerini hafifçe çizip, üzerine bardak veya şişe oturtarak kanı toplayıp, neşter denilen aletlerle bu kanın alınmasına deniliyor.Tüm vücut ağrılarına iyi geldiğini ve yetmiş derde çare olduğunu söyleyen Peygamberimiz (asm) bu sünneti senenin belirli zaman dilimlerinde yaptırırmış. Ahmed abiden aldığımız bu bilgiler neticesinde hacamat merkezine gidip orada bu işi yapan Nijeryalı kardeşlerimize hacamat sünnetimizi yaptırdık sizlere de tavsiye ediyoruz.

MEDİNE’DE NUR HİZMETLERİ

Medine Nur hizmetlerine kapı açmış ve bu güzel belde Risâle-i Nurları mânen kabul etmiş ki; Mescid-i Nebi'ye yakın beş katlı geniş ferah bir Medrese-yi Nuriye açılmış, belirlenen günlerde yapılan dersler fevkalade şevke medar, salon tıklım tıklım doluyor, umre için gelen Nur talebeleri bu medreseyi bir an olsun boş bırakmıyorlar. Buradaki Nur kahramanları, gelen misafirlerin ellerine onlarca Arapça, İngilizce, Farsça risaleleri Mescid-i Nebi'de dağıtmak üzere hediye ediyorlar.

Derslerde yeni tanışılan simalar olduğu gibi tanınmış simalar da görmek mümkün. Tillolu Muzaffer abiden güzel hatıralar dinlemek, fedakâr bir abiden 150 kişilik buhara pilavı ve deve eti ziyafeti dersler arasında yenilen hurmalar unutulmayacak hatıralar arasına giriyor.

MEDİNE’DEN HÜZÜNLÜ AYRILIK

Babüsselâmdan girip Allah Resulünü heyecanla, Hz Ömer ve Hz. Ebubekir Efendimizi hürmetle selâmladığımız, sıcağın beyinleri kaynattığı dakikalarda Yeşil Kubbe'yi seyrettiğimiz, Osmanlı saatinin altında yaptığımız risale derslerimiz ne çabuk bitmişti. Geceleri de Mescid'de kalmaya çalıştığımız hâlde doyamamıştık Nebi'ye... Ravzanın tadı, kokusu tüm zerratımızı ihata etmişken 'Gidiyoruz' kelimeleri kulaklarımızı tırmaladı.

Sonra güzel bir diyardan başka güzel bir diyara gidiyor olduğumuzu düşündük ve biraz olsun teselli bulduk, tanıştığımız kardeşlerle dostlarla ısmarlaşmaya başladık ve hazırlıklar neticesinde Mekke yolculuğu başladı...

MEDİNE’DEN MEKKEYE HİCRET

Ravzadan, Ashab-ı Suffe'den, Uhud'dan, Medine'den ayrılma zamanı gelmişti. Hasret kalacağımız şehir Medine'den hasret kaldığımız şehir Mekke'ye hazırlıklar başladı. İhramlarımızı giydik, hazırlıklar tamamlanınca 1400 sene önce yaşanan, fedakârlıkta ölçü haline gelen, anlaşılması zor hadiselerle dolu, bağ, bahçe, evlât, anne-baba, servet, şöhret terk edilerek sadakatin tecessüm etmiş olduğu vaka; sıcağa, çöle, susuzluğa meydan okuyan insanların hadisesi; hicret...

Hicreti tahayyül etmeye çalıştık, ama klimalı ve bol ikramlı otobüsümüzde mümkün değildi. Biz Medine'den Mekke'ye hasret gidermek için gidiyorduk. Allah Resulü ve ashabı 1400 sene önce Mekke'den Medine’ye hasretiyle yanıp tutuşacakları yerlerden hicret ediyorlardı... Düşündük… Çok düşündük, ama hicret haletinin içerisine bürünmeyi beceremedik. Bu düşünce derinliği ve Lebbeyk sadalarıyla yolumuza devam ettik. Mekke'ye girdiğimizde heyecan doruktaydı, gözlerimiz bir siyahlık arıyordu karalığını cennettten alan... Gözümüz durmadan dönen insanlar arıyordu hızını Nebi'den alan... Gözlerimizin arayışı devam ederken kendimizi otelin önünde bulduk. Eşyalarımızı odalarımıza apar topar yerleştirip Kabe'nin yolunu tuttuk. Aman Ya Rabbi o ne heyecan adımlarımızı atarken ayaklarımız birbirine dolaşıyor, yollar tükenmek bilmiyor, zaman kerpetenle sıkılmış gibi, ama her şeye rağmen kutsal mabedin minareleri çalınıyor gözlerimize. Koşuyoruz yıllardır var olduğuna inandığımız karalığı görüp tahkik etmek için, say yapılan Safa-Merve arasında mahşeri kalabalığı görünce heyecanımız daha da artıyor, konuşamıyoruz. Bitmek bilmeyen sütunların arasında gözlerimiz bir noktaya kilitlenmiş aman Ya Rabbi kalbimiz ritmini değiştiriyor, kanımız vücudumuzda en şiddetli gel gitler yaşıyor, dizlerimizin bağı çözülüyor ve gözümüzden birkaç damla yaş... İşte Kâbe, işte Hacerü'l Esved, işte Makamı İbrahim, işte Kabe'nin kapısı, işte altın oluk, işte mültezem, işte rüknulyemani, işte Nebi'nin ve tüm mü'minlerin kıblesi. Dünyanın manen ve maddeten merkezi... Düşüp bayılmamak gerçekten zor. Babamın Allahu Ekber nidası bulunduğumuz haletin rüya olmadığının uyarıcısı gibiydi ki; bizi kendimize getirdi ve heyecanla tavafımızı yapmaya başladık. Binlerce kişinin etrafında döndüğü özlemiyle yanıp tutuştuğumuz bu mübarek mabedin örtüsüne utana sıkıla elimizi yüzümüzü sürdük. Gül kokusu beynimizin en ulaşılmaz yerlerine kadar gittikçe bir hiffet buluyorduk. Medine'ye selamlar bırakmıştık yığınla, burada da edecek duâlarımız vardı. Tüm kardeşlerimize ağabeylerimize, şehrimizin, ülkemizin hizmetlerine duâlar ettik. Tavafımızdan sonra hürmetle say ibadetimizi yaptık. Mahşerî kalabalık kıyameti andırıyordu. Kimse kimseyi tanımıyor, görmüyor gibi duâlar edip gözyaşları döküyorlardı. Hayatımızın en güzel anlarını yaşamanın şükrünü eda edebilmek adına Kabe'den ayrılamıyorduk. Günlerimiz Kur’ân okumaları ve tavaflarla geçiyordu. Burada da Müslümanların en büyük meşveretinin içerisinde kendimizi bulduk ve güzel tanışmalara şahit olduk. Müezzin mahfilinin altında yaptığımız Risale-i Nur dersleri kısa da olsa feyizli idi. Tam karşımızda Kâbe ve Nurlardan Kabe'yle alakalı bölümleri okumak gerçekten lezzet verici, geceleri teheccüd ezanı ile teheccüd namazının ciddiyetini anlamak çok güzel bir lezzet. Bir ömür boyu teheccüd namazına dikkat edebilmek için umarım buralar bir başlangıç olur.

—DEVAM EDECEK—

SAİD M. NURSÖZ / MEKKE-MEDİNE

28.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır