"Gerçekten" haber verir 08 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Dış düşmanlar azalırken iç düşmanları koruma altına almalıyız

Mensur Akgün Referans’taki köşesinde “Türkiye, komşularıyla sorunlarını teker teker çözüyor ve giderek düşmansızlaşıyor” diye yazmıştı.

Bazen çarpıcı yeni gerçeği görmek için, böyle bir döküm yapmak gerekiyor.

Gerçekten de şöyle bir çevreye baktığınızda, eski çamların bardak, eski düşmanların da dost olduğunu görebiliyorsunuz.

Mensur Akgün’den alıntılayarak dökümü yapalım:

- Yunanistan, Kıbrıs sorunu hala gündemde olmasına, Ege’deki sorunlar henüz resmen çözülmemesine rağmen Türkiye’nin en yakın dostu oldu. AB üyeliğini destekliyor, enerji gibi bir alanda Türkiye’ye bağımlı olmaktan rahatsızlık duymuyor.

- Suriye ile ilişkiler de hayal dahi edemeyeceğimiz şekilde gelişti. 10 küsur yıl önce kim inanırdı Türkiye’nin İsrail’le olan sorunlarını çözmek için Suriye’ye arabuluculuk yapacağına, bir Türk başbakanının AB dönem başkanı Fransa Cumhurbaşkanı ile aynı platformu paylaşıp, Suriye’nin komşularıyla olan ilişkilerini geliştirmesine destek vereceğine, Şam’ın PKK’ya yardımını kesebileceğine, Hatay’dan vazgeçebileceğine? Suriye Cumhurbaşkanı tatilini Bodrum’da geçiriyor.

Kuzey Irak

- İki yıl öncesine kadar müdahale ile tehdit ettiğimiz, Kuzey Irak’la da ilişkilerin düzeyi farklı. Daha yapılacak çok şey var ama karşılıklı anlayış kıtlığından kaynaklanan sorunlar aşıldı, Barzani PKK’ya destek vermekten vazgeçti. Biz de müdahale tehdidinde bulunmaktan.

- İran ile Türkiye’nin arasının nasıl olduğunu son haftalarda gazete okuyan herkes görüyordur. Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın ziyareti kendi başına önemli bir gösterge. Sebebi ne olursa olsun söyledikleri, yaptıkları İran’ın Türkiye ile olan ilişkilerine önem verdiğini ispatlıyor.

- Rusya ile ticaret alanında bazı sorunlar yaşansa da bunların hiçbiri siyasi değil. İki ülke arasında mükemmel sayılabilecek bir işbirliği var. Yine 10 küsur yıl öncesinden farklı olarak her iki ülke de birbirinin ayağına basmamaya dikkat ediyor. Duma binalarında PKK toplantıları düzenlenmiyor, Türkiye Çeçenlere destek vermiyor. Önyargılar da kırıldı. Çok satan gazetelerde Nataşa haberleri görmüyorsunuz.

Erivan ziyareti

- Bugün de Cumhurbaşkanı Gül yerinde bir kararla tarihi husumetin üstesinden gelmek için Erivan’da. Çok büyük bir olasılıkla Gül’ün ziyareti iki ülke ilişkilerinin normalleşmesine, sınır kapılarının açılmasına, ortak bir tarih komisyonu vasıtasıyla soykırım meselesinin hukukiteknik bir sorun haline dönüşmesine yol açacak. Biz de artık iki küsur milyonluk Ermenistan’dan topraklarımıza saldırır diye korkmayacağız.

Evet genel görünüm böyle.

Bu gidişin sonucu belli... Mensur Akgün şöyle öngörmüş:

- Düşmansız, korkusuz, nefretsiz, kendine güvenen bir Türkiye eskisinden çok daha yaşanabilir, çok daha demokratik, insan haklarına çok daha saygılı bir yer olacak. Bu Türkiye’de bir daha 67 Eylül’ler olmayacak, farklı dinsel ve etnik kökenden gelenler birbirini öldürmeyecek. Ergenekon benzeri örgütler kurulmayacak, Hrant gibi insanlar katledilmeyecek...

Şimdi en önemli sorun, bizim kendimizi bu “Düşmansız” duruma nasıl alıştıracağımızdır.

İç düşmanlarımız

“Dış düşmanlar” giderek buharlaştığına göre, yeni duruma alışmak için “İç düşmanlar”ı koruma altına almalı ve sayılarının azalmaması için onlara özen göstermeliyiz.

Çünkü biz tehdit ve tehlike olmadan yaşayabilecek toplumlardan değiliz.

Bizi “rekabet” değil “düşmanlık” harekete geçirir.

Bu gerçeği bilerek içerideki kamplaşmaları daha da derinleştirmeliyiz.

“Ergenekon” a karşı bir “Ararat” dosyası mutlaka üretilmelidir.

Cumhurbaşkanı Erivan’a gidiyorsa, Genelkurmay Başkanı da mutlaka Bakü’ye gitmelidir.

Osmanlı’dan tevarüs ettiğimiz ve Cumhuriyet döneminde pekiştirdiğimiz genlerimizdeki siyasi kan davalarına ilişkin bilgiler, yeni iç gerginlikler üretmemize mutlaka yardımcı olacaklardır.

Bu çerçevede “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” öz deyişi de, Dil Kurumu tarafından “Türkün Türk’ten başka düşmanı yoktur” şekline dönüştürülmelidir.

Ayrıca komşularımızla dostça ilişkiler kurmayı başaran siyasetçi ve diplomat kadroları mutlaka fişlenmeli ve ilk fırsatta bunlar tasfiye edilmelidir.

Biz tehditsiz ve tehlikesiz yaşayamayız.

Sabah, 7.9.2008

Mehmet Barlas

08.09.2008


 

İktidar insanı bozar!

Koltuk insanın mütevazılığını alır götürür. Onun için büyük ve muhterem zatlar iktidardan hep uzak durmuşlar, siyasetin insana kazandırdığı siyaseten güçten hiç hoşlanmamışlar.

İktidara gelip de, oradan iktidara geldiği günkü temizliği ve saflığı ile ayrılan yoktur.

Bu ülkede iktidar ortağı olan sosyal demokratların nasıl partilerini kısa sürede müteahhit partisine dönüştürdüğünü yaşadık gördük.

İktidar ortağı olan Milliyetçilerin Yüce Divan’dan nasıl adam kurtardıklarına şahit olduk.

İnsanın bir anda helal olmayan paraya ve kadına kavuşması onu şeffaflaştırıp olduğu gibi göründürüyor!

Bülent Arınç partinin tabanından gelen bir isim.

Partinin insan kalitesini yakinen biliyor. Onun için sık sık “Kadından ve paradan uzak durun” gibi açıklamalar yapıyor.

TBMM Başkanı olduğunda kendisiyle görüştüğümüzde de aynı şeyleri söylemişti. “Partililer için en fazla korktuğum şey, koltuk, para ve kadın...”

Olgunluk ayrı bir insani boyut.

Benzer şeyler Dünya’nın pek çok yerinde oluyor.

Fransa’da kadın bakan hamile mesela... Babası henüz belli değil. Ama bu onların yaşam biçiminde normal karşılanabiliyor. Yaşam biçimleri bu.

Bence onlarınki tokluktan, bizimkisi de açlıktan.

Batılı, kadın ve erkeğin evli olmadan birlikteliğine pek ses çıkarmıyorlar ama, para işlerini affetmiyorlar.

İnsan ne kadar pırıl pırıl, gökteki yıldızlar kadar berrak ve kötülüklerden uzak olursa olsun, maalesef iktidar çarkına girdiğinde kirleniyor.

Evet AK Parti de yıprandı, yıpranıyor.

Bugün, 7.9.2008

Nuh Gönültaş

08.09.2008


 

Ulus devlet

İnsanlar genellikle içine doğdukları toplumsal-siyasal formasyonları doğal sanma eğilimindedirler. Bunun tipik bir örneği ‘ulus devlet’le ilgili inanışlardır. Nitekim, günümüz insanı siyasal organizasyonun günümüzde hakim olan bu modelinin insanlığın evriminin zirve noktası olduğunu sanmaktadır. Bu azçok siyaset teorisi nosyonuna sahip bir kimsenin ciddiye almaması gereken bir hurafe olsa da, ‘sokaktaki vatandaş’tan ve konuya akademik düzeyde aşina olmayanlardan elbette aynısını bekleyemeyiz.

Ulus devlete çok doğal bir şeymiş gibi bakanların yanıldıkları birçok nokta var. Bir kere, ulus devlet bir siyasi örgütlenme modeli olarak zaman bakımından evrensel bir gerçek değildir. Ne kadim Greklerin ‘polis’i ne de Roma’nın civitas’ı bugünkü anlamda bir devletti. Roma İmparatorluğunun dağılmasından sonraki Avrupa feodalitesindeki muhtelif siyasi otoriteleri de modern devletle aynı sayamayız. Ulus devlet insanlık tarihinde çok yeni olan modern devletin daha da yeni bir formunun adıdır. Bırakınız ‘ulus devlet’i, modern devletin bile tarihi en fazla beş asır öncesine gider. Modern devlet 16. yüzyıldan itibaren oluşmuş ve aşağı yukarı son iki yüzyılda ise ulus devlet onun hakim biçimi haline gelmiştir.

İkincisi, ulus devlet ‘insanlık evrimi’nin zirvesi de değildir. Her şeyden önce, insanoğlunun doğrusal bir evriminden söz edilemeyeceği için, sözde evrimin veya gelişimin nihai bir durağı olduğunu düşünmek büsbütün dayanaksızdır. İnsanlık tarihinin hiçbir kanuniyeti de yoktur. Onun için, ne tarihte şimdiye kadar olanlar zorunlu idi, ne de şimdiden sonra insanoğlunun ‘gelişimi’nin izleyeceği zorunlu bir yön vardır. Zaten böyle bir şey var olsaydı ‘tarih’ olmazdı.

Ulus devlet tarihsel bir zorunluluk değil, içinde geliştiği modern devlet gibi tamamen tesadüfi contingent) bir olgudur. Onun akıbetinin ne olacağı da tam olarak kestirilemez. Ama bu konuda kesin olan bir şey var: Ulus devletin ne sonsuza dek yaşayacağı, ne de hatta yaşaması gerektiği söylenebilir.

Bütün bunlardan daha da önemlisi meselenin ahláki yanıdır: ‘Ulus devlet’, değişmezliği ve sonsuza dek devamı bir dava haline getirilmeye değecek kadar ‘iyi’ bir şey değildir. Aslında hiç iyi bir şey değildir. Çünkü, ulus devlet modern devletin hiç de hayırlı olmayan özelliklerini daha da koyu bir şekilde devam ettirir. Merkeziyetçilik, devlet-toplum hiyerarşisi, rıza yerine cebir kullanma tekeline -’kahredici gücü’ne- dayanan bir otorite, topluma nüfuz etme, tekilci ve tekbiçimci normatif bir yapı, siyasi iktidarın nihai ve tek kaynağı olma iddiası (egemenlik) gibi. Kısaca modern ulus devlet tebaasına Tanrılık taslayan devlettir.

Ulus devletin kendine özgü diğer özellikler de hayra alámet şeyler değildir. Hepsi bir yana, ulus devlet üzerine abandığı toplumu gerek cebir gerekse ideolojik ‘hegemonya’ yoluyla ‘ulus’ adı altında türdeşleştirmeye adanmış olan bir organizasyondur. Cebri türdeşleştirme yöntemlerine tehcir, mübadele, etnik temizlik vb. örnek verilebilir. Hegemonik araçlar arasında ise eğitim-öğretim (okullar) ve zorunlu askerlik yanında resmi tören, sembol ve ritüeller sayılabliir. Bu özelliğiyle, ulus devletin büyük ölçüde kurgu olan ‘ulus’u toplumların doğal haline, onların çoğulcu yapısına, uygun düşmez.

Modern ulus devletin en tehlikeli yanı ise bir toplumsal-siyasal örgütlenme modeli olarak kendisinin alternatifsiz olduğunu vaz etmesidir.

Star, 6.9.2008

Mustafa Erdoğan

08.09.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır