"Gerçekten" haber verir 16 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Ramazan mübarek bir aydır. Onda Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar zincire vurulur. Her gece bir nidâ edici şöyle seslenir: “Ey hayrı arayan, hayra yönel! Ey şerri arzulayan, vazgeç!”

Câmiü's-Sağîr, No: 2281 /

16.09.2008


Dünya lezzetlerini takip etmenin şartları

(Dünden devam)

Sabık İkinci Nüktede, “Kuvve-i zâika kapıcıdır” dedik. Evet, ehl-i gaflet ve ruhen terakkî etmeyen ve şükür mesleğinde ileri gitmeyen insanlar için bir kapıcı hükmündedir. Onun telezzüzü hatırı için isrâfâta ve bir dereceden on derece fiyata çıkmamak gerektir.

Fakat, hakikî ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatin ve ehl-i kalbin kuvve-i zâikası, Altıncı Sözdeki muvâzenede beyan edildiği gibi, kuvve-i zâikası rahmet-i İlâhiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o kuvve-i zâikada taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlâhiyenin envâını tartmak ve tanımak, bir şükr-ü mânevî sûretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte, bu sûrette kuvve-i zâika yalnız maddî cesede bakmıyor. Belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle, midenin fevkinde hükmü var, makamı var. İsraf etmemek şartıyla ve sırf vazife-i şükrâniyeyi yerine getirmek ve envâ-ı niam-ı İlâhiyeyi hissedip tanımak kaydıyla ve meşrû olmak ve zillet ve dilenciliğe vesile olmamak şartıyla, lezzetini takip edebilir. Ve o kuvve-i zâikayı taşıyan lisanı şükürde istimal etmek için leziz taamları tercih edebilir. Bu hakikate işaret eden bir hadise ve bir kerâmet-i Gavsiye:

Bir zaman, Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) Şeyh Geylânî’nin terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın birtek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine, bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyâzattan zaafiyetiyle, validesinin şefkatini celb etmiş. Ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs’ın yanına şekvâ için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs, kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş:

“Yâ Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin!”

Hazret-i Gavs tavuğa demiş: “Kum biiznillâh!” (Allah’ın izniyle ayağa kalk!) O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemet ve mevsuk çok zatlardan, Hazret-i Gavs gibi kerâmât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zâtın bir kerameti olarak, mânevî tevatürle nakledilmiş. Hazret-i Gavs demiş: “Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin.”

İşte, Hazret-i Gavs’ın bu emrinin mânâsı şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.

Lem’alar, 19. Lem’a, Üçüncü Nükte, s. 202

Lügatçe:

kuvve-i zâika: Tat alma duyusu.

telezzüz: Lezzetlenme.

matbah: Mutfak.

nâzır: Bakan.

taam: Yiyecek.

fevkinde: Üzerinde, üstünde.

envâ-ı niam-ı İlâhiye: Allah’ın nimetlerinin çeşitliliği.

riyâzat: Nefsi kırma, fani şeylerden nefsini çekerek kanaat içinde yaşamak.

mutemet: İtimat edilir, güvenilir.

mevsuk: Sağlam.

mânevî tevatür: ‘Yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan toplulukların bir haberi aktarması’ mânâsını taşır şekilde.

16.09.2008


Ameller ve âhiret

İnsan dünyada yapmış olduğu fiil ve amellerinin neticesini ahirette görecektir. Hem de maddî ve mânevî şekli ile. Üstelik mahiyeti nasıl ise o tarzda kendisine geri dönecektir. Dünya bir mezrâ ise ahiret bir harmandır. Fiil ve davranışlarımızın toplandığı ebedî bir dükkân ve depo mahiyetindedir. Dünyada yapmış olduğumuz amellerimiz gerçek mahiyeti ve aslî şekli ile bizlere iâde edilecektir. Meselâ biz burada bir elmayı yediğimiz zaman ‘Elhamdülillah’ dersek, bu fiilimiz bize ahirette iyi bir amel olarak sunulacak, burada elmayı orada ise Elhamdülillah’ı yiyeceğiz. Bu hususa Risâle-i Nur’unun bir çok yerinde dikkat çekilir.

Belki insan böyle bir durumu anlamakta bu dünya şartları içinde zorlanabilir. Bütün amellerinin (iyi veya kötü) ahirette maddî ve mânevî bir netice vereceğini tam olarak idrak edemeyebilir. Ancak bu halin misâlleri dünya şartları içinde de vardır. Şöyle ki: Zekî, çalışkan, becerikli ve yetenekli bir talebeyi ele alalım. Bu talebe ilkokula başlıyor. Kısa süre içinde okumayı söküyor. Çok üstün bir başarı ile ilkokulu bitirip yine üstün bir başarı ile orta öğretimini tamamlıyor. Ardından en iyi Fen Lisesini kazanıyor ve en yüksek Tıp Fakültesine ilk sıralardan giriyor. Ve yine Tıp Fakültesini de başarıyla bitirip ülkenin en gözde doktorlarından birisi oluyor. Ardından kısa bir süre içinde büyük maddî imkânlara kavuşuyor. Çok güzel bir ev sahibi oluyor ve lüks bir araba alıyor. Yirmi yıllık eğitim çalışmasının karşılığını böylece görmüş oluyor. Şimdi böyle bir kişiye talebeliği esnasında dense ki, sen bu çözdüğün her matematik probleminin karşılığını ileride alacaksın. Öyle ki bu gayret ve çalışmaların sana ev, köşk, araba, maddî imkân olarak geri dönecek. Elbette ki doğru ifade edilmiş olur. Çünkü dünyevî imkânlara kavuşmanın yolu uzun bir süre gayret ve çalışmanın neticesidir. İnsanlar belli yaşlarda çalışarak çeşitli kazançlar elde ederler. Demek ki elimize geçen imkânlar önceki fiil ve çalışmalarımızın neticeleridir. Bir ölçüde insan ektiğini biçmektedir. Belki bu dünya şartlarında imtihan sırrı dolayısıyla insanlar çalışmadan, gayret etmeden, bazen de haksız olarak çeşitli imkânlara kavuşabiliyorlar. Ancak ahirette her amel mahiyeti ile ortaya çıkacağı için insan amelinin gerçek mahiyeti ile karşılaşacaktır. Elbette ki ihlâs ve samimiyetle söylenen bir ‘Elhamdülillah’ ile rastgele söylenen bir ‘Elhamdülillah’ arasında büyük bir fark olacaktır.

Buraya kadar işin pozitif ve olumlu yönüne baktık. İşin negatif ve olumsuz yönü de benzer tarzdadır. Yani bir talebe düşünün ki daha ilkokula başlamadan tembelliğe başlıyor. Okumaya yazmaya gayret etmiyor. Ders çalışmak yerine boş işlerle uğraşıp oyun oynamaya dalıyor. Belki zor zahmet ilköğretimi bitiriyor, ancak daha ilerisini okumaya gücü yetmiyor. Ardından bir sanat ve meslek öğrenmek için de hiçbir çaba içine girmiyor. Vaktini boş işlerle geçirip aylak aylak dolaşıyor. Elbette ki bu kişinin varacağı netice fukaralık ve sefilliktir. Öncesinde yapmış olduğu boş işlerin neticesi, muhakkak ki boş ve işe yaramaz olacaktır.

İşte bu misâller gibi insanların bu dünyada yapmış oldukları fiil ve davranışların neticesi Cennet veya Cehennemde hakikî mahiyeti ile birlikte maddî ve manevî şekilde gözükecektir. Bir insan Allah rızasını gözeterek fiiller yapmış, Allah’ın emrettiğini uygulamaya çalışıp, yasaklarından kaçınmış ise, elbette ki ahirette bu güzel davranışlarının karşılığını Cennette bulacaktır. Burada şükretmiş, Allah’ı tesbih etmiş, zikir ve duâ ile ömrünü tamamlamış ise ahirette o nispette karşılık görecektir. Allah’ın rızasına kavuşmuş kulların arasında ebedî saadete erecektir.

Bunun tersi de aynı şekildedir. Yani bir insan düşünün ki ömrünü isyan ve küfürle geçirmiş. Allah’ın emrettiğinden uzak durup, yasaklarını hep çiğnemiş. Hep kötülük yapıp hiç tövbe etmemiş. Elbette ki bu insan da amellerinin bütün karanlık ve işe yaramaz neticelerini hakikî mahiyeti ile karşısında bulacaktır. Belki de isyan ve küfürle kirlettiği bütün ömrünü temizlemek üzere ebedî olarak, Allah korusun, Cehennemde kalacaktır. Risâle-i Nurdan bir anekdotla bitirelim: “Evet, âlem-i süflînin mânevî tezgâhları ve küllî kanunları, avâlim-i ulviyededir. Ve mahşer-i masnuât olan küre-i arzın hadsiz mahlûkatının netâic-i amelleri ve cin ve insin semerât-ı ef’âlleri, yine avâlim-i ulviyede temessül eder. Hattâ, hasenât Cennetin meyveleri sûretine, seyyiât ise Cehennemin zakkumları şekline girdikleri, pekçok emârât ve pekçok rivâyâtın şehâdeti ile ve hikmet-i kâinatın ve ism-i Hakîmin iktizâsıyla beraber, Kur’ân-ı Hakîmin işârâtı gösteriyor... Deme ki, ‘Havâî bir Elhamdülillâh kelimem nasıl mücessem bir meyve-i Cennet olur?’ Çünkü, sen gündüz uyanık iken güzel bir söz söylersin; bâzan rüyâda güzel bir elma şeklinde yersin. Gündüz çirkin bir sözün, gecede acı bir şey sûretinde yutarsın. Bir gıybet etsen, murdar bir et sûretinde sana yedirirler. Öyle ise, şu dünya uykusunda söylediğin güzel sözlerin ve çirkin sözlerin, meyveler sûretinde uyanık âlemi olan âlem-i âhirette yersin ve yemesini istib’âd etmemelisin.” (Sözler, 532-533)

HALİL AKGÜNLER

16.09.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır