"Gerçekten" haber verir 15 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

H. HÜSEYİN KEMAL

Bu çarpık düzen AB ile değişir

Geçen hafta Başbakan Erdoğan'la Aydın Doğan arasındaki tartışmaya şahitlik ettik. Başbakan, Doğan Medyasının ticarî çıkarlarını arttırmak ve hükümete istediğini yaptırtmak için çarpıtma ve yalan haberler düzenlediğini söyledi. Aydın Doğan da bunları yalanlamakla birlikte “Yalan yanlış ne varsa düzeltmeye amadeyiz, ama böyle tehditle, şantajla iş yürütülmez, bunun adı demokrasi değildir. Bunun adı olsa olsa diktatörlüktür” dedi. Kim kimi şantajlarla yola getirmeye çalışıyor anlayamadık.

Biz de bu tartışmayı medyayı, siyaseti, ekonomiyi yakından takip eden yazar Mehmet Altan’a sorduk. Altan, medya hükümet arasındaki geleneksel ilişkiyi “Al gülüm, ver gülüm” ilişkisi olarak tanımladı. Medyanın da kutuplaştığını ve gerçeklere taraf olmaktan çıkmaya başladığını söyleyen Altan, AB sürecinin bu çarpık yapılaşmayı düzelteceğini ifade etti.

*Son haftada başbakanla Aydın Doğan tartışmasına şahit olduk. Sizce Türkiye’de medya-siyaset ilişkisi nasıl?

Bu tartışma, iki yapının da ilkesel bazda değiştirmediği ilişkiyi yansıtıyor. Siyaset medyayı esir almak, ona propagandasını yaptırmak, kendisiyle ilgili olumsuz haberlerin yapılmayacağı medya istiyor. Medya ise, siyaseti pof poflaması karşılığında devlet rantlarının patronuna peşkeş çekilmesini ve zenginleşme arzusunun gerçekleştirilmesini istiyor. Bizde medya devlet rantıyla zenginleşmek isterken, siyaset de icraatlarının abartılarak propagandasının yapılmasını ister. Hiçbiri bu yapıyı değiştirmiyor. Başbakan’ın “Bugüne kadar sessiz kaldık. Bundan sonra artık saygılı götürelim, gizli götürelim yok. Her şeyi açık ve net millete duyuracağız” diyor, demek ki anlaşsalardı, saygılı ve gizli ilişki devam edecekti. Bu mekanizmanın adı “Al gülüm, ver gülüm mekanizması”dır. Burada ne zaman kavga çıkıyor? Medya devlet rantını istediği kadar alamayınca veya siyasetçi kendinin pof poflanmadığını düşündüğünde… Bu sayede yaşanan rezilliği görüyoruz. Bu yaşım itibariyle gördüğüm kaçıncı kavga. Ne medya parasını halktan kazanmaya yanaşıyor, ne de siyasetçi medyadan kendini abartılı anlatması isteğinden vazgeçiyor.

*Başbakan’ın “bugüne kadar saygılı ve gizli götürdük” demesi demokratik sistemlerde görülen bir şey midir?

Medyaya yeni savaş açılmış değil ki… Ak Parti altı yıldır iktidarda, ne oldu da Deniz Feneri iddiası ortaya atıldığında kavga çıktı. Madem siyaset-medya arasında böyle bir çarpık yapı vardı, neden altı yıldır bu değiştirilmedi. Bugüne kadar medyanın siyasetten böyle bir talebi vardı ise, bunlar nasıl oluyor? Bir medya başbakana gelip de ahlâkî bulunmayan taleplerini nasıl dile getiriyor?

*İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’yla Aydın Doğan’ın yemek yediğini söyledi başbakan. Herhalde böyle ortamlarda da söylenmiş olabilir mi?

Medya devletle ilişkisinin bittiği noktada var edilecek sisteme kavuşturulmazsa, tıpkı medya gibi, siyasetin kendine rant sağlamaya devam ettiğini ve bundan hoşnut olduğunu düşünüyorum. Tıpkı YÖK gibi...

*Nasıl YÖK gibi?

Siyasetçinin YÖK’ü kaldırması gerekir, ama ele geçirmeyi yeğliyor. Siyasetçi medyayla işleri ters gittiğinde bas bas bağırıyor, ama neden sistemi değiştirmeye yönelik irade beyan etmiyor. Çünkü bu sistemi kullanmak istiyor, kullanamayınca da bağırıyor.

*Cumhurbaşkanı kendinden olamadığında bas bas bağıran, ama sistemi değiştirmek istemeyen Kemalistler gibi mi?

Söylediğini daha genelleyeyim, kimse ilkeden yana değil. Herkes çifte standarttan yana olduğu için, karşımıza inandırıcı, saydam, temiz olmayan bir yapı çıkıyor. Bu sistemden rahatsızsanız değiştirin, memnunsanız bağırmayın. Dünyada bunu yapmışlar.

*Ama Aydın Doğan uluslar arası düzeyde medyacılık yaptığını söylüyor?

Medya patronu bu kadar tekelci olur mu? Petroldü, şuydu buydu... Medya üzerinden nüfuz ticareti yapmadığını nereden anlayacağız?

*Dünyadaki gazetecilik anlayışı nasıl?

Dünyada gazeteciler diye bir grup var. Gazeteciler patronun “Ecir”i değil. Olsa olsa mesleğinin eciridir. Babıali’de adama mı para veriyorlar, yoksa yazıya mı? Ben çok değerli yazarların yazar sayılmayacak insanlardan daha az para aldıklarını biliyorum. Gazeteciliğin de etik kuralları belli bir sistemi var. Bunun yeryüzündeki örneklerini Türkiye’ye getirirsin. Getirmeye gücün yetmiyorsa, sana gelen ahlâksız talepleri çıkar anlatırsın. Niye bugüne kadar yapmadın diye adama sorarlar.

*Ergün Babahan medya-siyaset tartışmasında her iki tarafı eleştiren yazarlar olduğunu, ancak Doğan grubunda Aydın Bey’i eleştiren yazılar çıkmadığını söylüyor...

Çıkmaz, doğru.

*Genellemek yanlış, fakat silâhşör denilince kızıyorlar?

Patrona aykırı yazı yasağı varsa, orda yazarlık ölür. “Patronun çıkarları yazının en ulvî çizgisidir” dendiğinde yazı da, yazar da ölür. Yazarın doğrusu ve ilkesi vardır. Bence bu meselede iki taraf da haksız, çünkü bu çarpık sistemi ikisi de besliyor. Geçen hafta 12 Eylül’ün yıl dönümüydü, ama iki taraf da 12 Eylül’le hesaplaşmıyor. Madem bu kadar demokrasiden yanasınız 12 Eylül rejimine yakışacak sistemi neden yok etmiyorsunuz? Cuntacıların yargılanmasını engelleyen anayasanın 15. maddesini kaldıramadık. Bugün yaşadığımız kavganın adı demokrasi kavgasıysa, neden 12 Eylül’den hesap sorulmuyor.

*Sizce medya-siyaset arasındaki çarpıklık değişir mi?

Bence değişmez. Burada okur ve seçmen kitlesi çok önemli. Bir seçmen çıkıp “Altı yıldır iktidardaydın, kavga çıkmadan önce bu sistemi neden değiştirmedin?” diye sormadıkça, okur da medyaya “Habercilikten, gazetecilikten, yayın ilkelerinden yana değil, nüfuz ticareti üzerinden hareket ediyorsun. Kendi çıkarlarının partisi gibi hareket ediyorsun” demedikçe, bu düzelme nasıl olacak. Toplum burada taraf tutuyor. Medyaya düşman siyasetçiyi, siyasetçiye düşman medyayı tutuyor. İkiniz de yanlışsınız diyen kaç kişi var?

*Burada da kutuplaşmanın yansımaları görülüyor galiba?

Bu da büyük bir talihsizliği beraberinde getiriyor. AB standardında hazırlanmış “Deniz Feneri” diye bir iddianame var. Gazetecilik böyle bir iddianamenin üstünde durulmasını gerektirmez mi? İktidarın karşısında olan medya bunun üstünde duruyor, iktidarın yanında olan medya dilini yutmuş gibi. Hükümetle kavga eden medya da Ergenekon’da dilini yutmuştu. O zaman hiçbirine inanamaz hale geliyorsunuz. Bu da çarpık sistemi pekiştiriyor, kuvvetlendiriyor.

*Şu an AKP’ye oy atmamış insanlar bile, Aydın Doğan’la tartıştığı için Erdoğan’ı alkışlıyor. Bu nasıl bir durum?

Çünkü Aydın Doğan Medyası denilen medyanın yanlışları o kadar birikti ki, o kadar siyasetin içinde parti gibi davranmaya başladı ki, o kadar kendi çıkarları için gerçekleri göz ardı etmeye başladı ki saygınlığını ve güvenirliliğini yitirdi. Öbür tarafta da altı yıldır bu işleri saygılı ve gizli yürüttüğünü söyleyen hükümet var. Peki, Hilton konusunda hükümetle medya anlaşsalardı ne olacaktı? Bugüne kadar anlaştıkları konular var mı?

Siyasetçinin hiç eleştirilmeye tahammülü yok. Tek parti dönemindeki, padişah dönemindeki gibi “medya sadece övgüler yazmalıdır” demekle demokratik siyaset olur mu? Siyasetçi kendini IV. Lui yerine koymaya başladığında ortaya sıkıntı çıkar. “Bana olumsuz bir şey söylenmeyecek, ben sadece övüleceğim” siyasetinin güdüldüğü rejim, nasıl bir rejimdir? Şaban Dişli olayını bazı medya olmasa duymayacaktık. Amacı kötü olsa da Allah’tan başka medya var demek lâzım. Çünkü belli bir denetim mekanizmasını çalıştırıyor, çürümenin önüne geçiyorlar. Maalesef benim söylediklerimin bir değeri yok. Benim söylediklerimi söyleyen ihale alamıyor, ranttan yararlanamıyor, nüfuz ticareti yapamıyor. Doğruyu söylemek kazanç sağlamıyor. Onun için de insanlar doğrunun değil siyasetçinin ya da medyanın tarafı. Ayrıca hangi tarafın medyasındaysa onun talebini yerine getirmekle meşgul.

*Hükümete karşı bu kadar ağır eleştiriyi yapıp, hükümet yanlısı olduğu iddia edilen Star’da nasıl yazacağınızı merak eden insanlar olacaktır. Söylediğiniz bu doğrular size kaybettirir mi?

Gazeteye benim kim olduğumu bilerek aldılar. Ben, ona göre, buna göre yazan bir insan değilim. Ben AKP’den önce de vardım, hayatım yeterse, AKP’den sonra da var olacağım. Yazarları, bilim adamlarını, düşünürleri siyaset üstünden yargılamak gibi bir ilkelliğin içindeyiz. Benim 30 cilt kitabım var, düşüncem var, her gün yazı yazıyorum. Ben yazılarımla kaim bir adamım.

*Medya siyaset tartışmasına dönersek, Doğan, “Yalan yanlış ne varsa düzeltmeye amadeyiz” dedi ve Milliyet’te başbakanla ilgili bir çarpıtılmış haberin düzeltilmesi yapıldı. Bu sistemin değişeceği anlamına gelir mi, yoksa al gülüm, ver gülüme devam mı demektir?

Bu çarpık sistemin değişip değişmeyeceğini ilkesel bazda yaklaşımlarla göreceğiz.

*Bu ilkesel bazdaki yaklaşım nedir?

Hükümetin çıkıp yolsuzlukların temelinde imar rantı var deyip, bu imar yasasını yeniden düzenlemeli. O zaman ortada ne Dişli, ne de Hilton olayı kalır. Bunun yanında hükümet “Medyayı halktan para kazanır hale getirecek bir sisteme kavuşturuyoruz” diyebilmeli. İmar rantını ortadan kaldırdığında, kimse sana Dişli olayını sormaz, ne de Aydın Doğan “Hilton arazisi ne olacak” diye sana gelmez.

*Bir de seçim dönemleri yaklaştıkça siyasetçinin kendi propagandasını yapmak için medyaya ihtiyacı olduğu iddiasından yola çıkarak bu tartışmayı değerlendirenler var. Görüşünüz nedir?

Böyle gelmiş denilip, daha önceki örnekler verilecektir. İktidarlar yoruldukça, statükonun parçası haline geldikçe, değişimin yerine köhnemiş yapının nimetlerinden yararlanmaya başladıkça rahatsızlıklar, yanlışlıklar, yolsuzluklar daha fazla ortaya çıkacaktır. İktidarlar da bunların yazılmasını istemez. Bu yanlışlıklar olabilir, ama yazılmasın anlayışı siyaseti medyayla anlaşmaya zorlar. Sen temizsen, niye medyayla anlaşacaksın ki? Sen gittikçe Ankara’nın parçası olmaya başlıyorsan, sistemi değiştirmeyip sisteme entegre olmaya başlamışsan daha çok rezalet ve skandal ortaya çıkacaktır. Bu işlere bulaşıldığı için rahatsızlık duyuluyorsa, öz eleştiri yapılmalı. Medya da bu rezaletler karşısında aynalık görevi üstlenmeli. Sen aynada kendini görüp, aynaya kızıyorsan bu olmaz. Medya da her zaman aynalık görevi yapmıyor, kendi çıkarları ve ideolojisi üzerinden yayın politikası belirliyor. Hükümete çatan medya olduğu gibi, Dişli ve Deniz Feneri olayı yokmuş gibi davranan bir medya da var. Aslında bunlar gazeteciliği ve siyaseti tüketiyor.

*Siyasetteki ve medyadaki bu durum nasıl düzelir?

Siyasette AKP’ye aklı başında bir rakip gelmesi lâzım. Medyaya ise yabancı sermayenin girmesi lâzım.

*Fox Tv büyük eleştiriler alıyor ama?

Bize yabancı medyanın kötüsü geldi. Sen özendirirsen ve şartları oluşturursan Newyork Times da gelebilir.

*Aydın Doğan’ın “AB sürecini başlat, seni destekleyeyim” açıklaması sistemi değiştirir mi?

12 Eylül rejimini düşman ilân etmeyen kimsenin, Türkiye’yi değiştirebileceğine inanmıyorum. AKP’ye 12 Eylül rejiminin ürünü olan siyasî partiler yasası üzerinden kapatma dâvâsı açıldı. Peki, siyasetçi neden bunu değiştirmiyor diye sormak lâzım. AB bu değişimin dinamiğidir.

*Sizin, röportajın başında söylediğiniz gibi, siyasetçinin sistemi değiştirmek yerine ele geçirme isteği bu değişimi engelliyor olmasın?

Meseleye böyle bakılıyorsa, bir halt yapamazsın, üstelik ele de geçiremezsin. Kendini sistemin sahipleri olarak görenler, bu işlerde kurt gibidir, seni yer. Buradan çıkışın yolu yeryüzü standartlarında hukukun ve demokrasinin gündeme gelmesidir. Bunun referansı siyasî İslâm değil, AB standartlarında temel hak ve özgürlükler olmalı. Bu ülkede, beraber ve huzur içinde yaşamanın tek şartı, evrensel hukuka geçmemiz. Yoksa biri başını açtırır, diğeri de vergileri topladığı halde tesislerinde içki vermez.

*Başbakanın başlattığı bu kavga yeni Genelkurmay Başkanının siyasete müdahalesini pasif bırakmak olabilir mi?

En mantıklısı bu geliyor. Askeriye “buranın esas patronu benim” diye ortaya çıktı. Genelkurmay “Af da olmaz, kısmî af da olmaz” diyerek parlamentonun işine karıştı. Ergenekon zanlılarını, hükümetten izin almadan, zoraki ziyaret ettirdi. Güneydoğu’da STK’larla görüştü. Gerçekten demokrasinin yürüdüğü, başbakanın olduğu yapılarda bu tür hareketler kabul edilir değildir. Herhalde hükümet, doğrudan askerle kavga etmek yerine, askeriyenin sözcüsü olan Doğan Medyasıyla, CHP ile kavga ediyor. Benim tercihim demokrasi adına kiminle kavga edilecekse, direkt onunla mücadele edilmesidir. Dolaylı yoldan da yapılıyorsa İnşallah böyle bir şeydir derim.

*Bence siz de gayet açık konuştunuz. (Gülüyoruz)

Türkiye’de doğruyu arayan, ahlâklı, ilkeli insanların varlığı az. Doğrudan yana olmak mutlak üstünlük sağlar, kazandırırsa Türkiye’de çok şey değişir. Burada doğrudan yana olmak insana kazandırmıyor, kaybettiriyor. Ben bu röportajda doğruları söylediğim için kazanmayacağım, risk altına gireceğim. Türkiye’deki sistem doğru söylemeyenin kazançlı çıktığı bir sistem. Onun için “AB, AB” diyoruz, çünkü Türkiye’deki bu çarpık düzeni ancak AB değiştirir.

H. HÜSEYİN KEMAL

15.09.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (08.09.2008) - Kemalist beyin yıkama, aydınlarımızın canına okudu

  (01.09.2008) - Ramazan, kardeşlik sofrasına dönüşmeli

  (29.08.2008) - Gıda israfı, Gıda Bankası ile önlenir

  (25.08.2008) - Atatürk dönemi diktatörlüktür

  (23.08.2008) - Talia Morgül: “Ceylan, evlendiğimiz gün bile risâle yazmakla meşguldü”

  (18.08.2008) - “Mazlûmun inancına bakılmaz”

  (13.08.2008) - Yanlış sulama toprağı öldürüyor

  (11.08.2008) - Millet hizaya gelmez, getirir

  (04.08.2008) - Kemalist söylemden kurtulmalıyız

  (01.08.2008) - Makina yapmak için görmesi yetiyor

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır