"Gerçekten" haber verir 11 Kasım 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

/ Âyet-i Kerime Meâli

Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi de Rahman'ın huzuruna birer kul olarak gelirler.

Meryem Sûresi: 93

11.11.2008


Risale-i Nur ile musalâha ve mütareke çaresi arayacaklar

Aziz, sıddık kardeşlerim,
“Allah’ın, kullarını sevkettiği ve onlar için seçtiği her şeyde hayır vardır” sırrıyla, bu mes’elemizin tehiri hayırdır. Çünkü bütün mekteplerde ve dairelerde ve halkta, o ölmüş dehşetli adamın muhabbeti telkin ediliyor. Bu hâl ise, âlem-i İslâma ve istikbale pek elîm ve acı bir tesiri olacaktı. Şimdi ihtiyarımızın haricinde, onun mahiyeti ne olduğunu, en başta ve en ziyade alâkadar ve en son ondan vazgeçecek adamların ellerine katî hüccetler gösteren ve ispat eden Risale-i Nur geçmesi, kemâl-i merak ve dikkatle okunması öyle bir hadisedir ki, bizler gibi binler adam hapse girse, hattâ idam olsalar, din-i İslâm cihetiyle yine ucuzdur. Hiç olmazsa küfr-ü mutlaktan ve irtidattan en mütemerridleri bir derece kurtarır, meşkûk bir küfre çıkarır, mağrurâne ve cüretkârâne tecavüzlerini tâdil eder.
Mahkemede son söz olarak yüzlerine söylediğim bu cümle, “Milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate başımız dahi feda olsun” ile, bizim nihayete kadar sebat edeceğimizi dâvâ etmişiz. Bu dâvâdan vazgeçilmez. İçinizde vazgeçecek yok ümit ediyorum. Madem şimdiye kadar sabrettiniz, “Daha kısmetimiz ve vazifemiz bitmedi” diye tahammül ve sabrediniz. Her halde Meyvedeki katî hüccetlerle kabil-i inkâr olmayan idam-ı ebedî ve nihayetsiz haps-i münferit mesleğini müdafaa etmek için Risâle-i Nur’a karşı anûdâne hareket edilmeyecek, belki musalâha veya mütareke çaresi aranılacak.
“Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarıdır.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 6:298, Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:21.)
Şuâlar, s. 298

anûdâne: inat edercesine, inad ederek.
cüretkârâne: cesurca, yiğitçe, kahramanca.
haps-i münferid: tek başına hapis; hücre hapsi.
hüccet: senet, vesika, delil; bir iddiânın doğruluğunu ispat için gösterilen belge.
îdâm-ı ebedî: dirilmemek üzere yok oluş; âhiret inancı olmadığı için ölümü ebedî yokluğa gitmek olarak görme.
ihtiyâr: irâde, kendi isteğiyle seçme ve hareket etme, isteme; arzu etme.
irtidat: dinden çıkan.
kábil-i inkâr: inkârı mümkün.
katî: kesin.
küfr-ü mutlak: kesin ve tam bir inkâr.
mağrurâne: gururlanarak.
meşkuk: şüpheli.
musâlâha: barışma, kırgınlığı ortadan kaldırma, karşılıklı anlaşma.
mütareke: ateşkes, karşılıklı olarak anlaşıp silah ve kuvveti bırakmak.
mütemerrid: inatçı, dik kafalı, hakkı kabul etmekte direnen.
nihâyetsiz: sonsuz.
sebat: dayanmak, kararlı olmak.
tâdil: değiştirme, düzeltme.
tehir: ertelemek.

Bediuzzaman Said Nursi

11.11.2008

Erkam’ın (ra) evinde...

Safa tepesi eteklerinde bir ev vardı ki, bundan 1400 sene önce onun büyükçe bir odasında toplanan bir avuç Müslüman dünyaya meydan okumuştu. Baskı ve zulmün dorukta olduğu bir zamanda, İki Cihan Serverinin (asm) müjde dolu sözlerini dinleyenler Erkam’ın (ra) evine girdikleri gibi çıkmıyorlardı. Resûlullah’ın (asm) müjde dolu sözlerine vurulan bu şerefli insanlar öyle bir iman ile Erkam’ın (ra) mesut hanesinden çıkıyorlardı ki, küfrün ve inançsızlığın karanlığından kaçarak, bütün eziyetleri, işkence ve ıztırabı göze alarak insanlara tebliğe başlıyorlardı. Zihinlerde zerre kadar tereddüt ve yüreklerde zerre kadar korku yoktu. Bir avuç Müslüman ile başlayan, önce Mekke’ye sonra da bütün dünyaya pervasızca hodri meydan diyenlerin hikâyesiydi bu…

Mus’abların, Muazların, Cahşların, Hamzaların, uğrunda canını verdiği bir dâvânın Mekke ufuklarında belirmesiyle zuhur eden bir mücadelenin başlangıcıydı Erkam’ın (ra) mübarek evi...

Resûlullah’a (asm) ölüme kadem basarak biat eden ve ona tereddütsüz inanan bu yüce insanlar, dem ve damarlara işlenen hurafe inançlardan vazgeçip, tek olan Allah’a ve onun peygamberine inandıkları için eziyet görenler Erkam’ın (ra) evinde rahat bir nefes alıyordu.

Kavim ve kabilesi, annesi ve babası, hatta çocukları ve hanımı kendisine düşman olan birçok sahabi, bu saadet yuvasında rahatlıyordu. Mütevazi, fakat ebedî sahnelere mekân olmuş olan bu ev, mübarek ve ulvî ilhamlara mazhar olmuştu. Burada İki Cihan Güneşinin (asm), güneş gibi insanları aydınlatan sözleri ile hayat buluyordu kalbler. Gönüller ferahlıyordu. Âb-ı hayat oluyordu kurak yüreklere...

Bu bahtiyar hanenin sahibi Abdullah bin Erkam (ra) diye bilinen Erkam bin Ebi’l-Erkam (ra) idi. Cahiliyye devrinde fevkalâde izzet ve itibar sahibi biri olduğundan müşrikler mü’minlerin bu nurlu evde toplanmalarına ses çıkarmazdı. İslâmın bu ilk çileli günlerinde Erkam’ın (ra) evinde yetişenler öyle bir iman gücü ile yola çıkıyorlardı ki, şehadete erişmek için hayattan vazgeçip ölümü arzuluyorlardı. Cahiliyye devrinde kuruyan gönüllere, katılaşan kalblere, körleşen zihinlere hayat veren Resûlullah’a (asm) iman edenler dünyaya öyle bir medeniyet taşımışlardı ki, tarih bunun benzerine şahit olmadı ve olmayacaktır...

Hayret ediyoruz değil mi tarihte eşi ve menendi görülmemiş bu kahramanlara? Bir insanın nelere muktedir olabileceğine, neler başarabileceğine hayret ediyoruz…Hedefe kilitlenen zihinlere, Muhammedî sevda ile dolu kalplere, tereddütsüz ve korkusuz yüreklere imreniyoruz...

Asr-ı Saadet’teki insan modeline hayranlıkla bakakalan biz ahirzaman insanları bütün bu yaşananlar ile yaşadıklarımız arasındaki kocaman uçurumları görebiliyor muyuz peki?

İslâm güneşine Safa tepesindeki Erkam’ın (ra) evi beşiklik ederken, ya bizlerin halleri ve günümüzün ilhamdan ve nurdan uzak evlerini düşünüyor muyuz hiç? Gün boyunca televizyon başında oturan, dizi ve lüzumsuz programlar ile aptallaşan günümüz insanını, Erkam’ın (ra) evindekiler ile kıyas ettik mi diye soruyorum kendi kendime. Kıyas etmeyi bile akıl edebildik mi acaba? Kıyas etmeye bile çoğumuzun cesareti yok belki de, çünkü belli ki biz Erkam’ın (ra) evindekiler gibi sevdalanmamışız. Onlar derecesinde iman etmemişiz. Onlar gibi inanmamışız. Ve onlar gibi hayatı hakir görmemişiz.

Biz bunun aksine hayata vurgun olanlardanız. Dünyalık nâmına zerre kadar kaybettiğinde ödü kopanlardanız. Ahireti bile bile musırrâne dünyanın peşinden koşanlarız. Biz aslında “Eyvah! Aldandık, şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik” düsturunca kendini aldatanlardanız.

Düşünüyorum da, hangimizin evinde Asr-ı Saadet havası esiyor, mânevî ve nurânî bir hava teneffüs ediliyor? Daha basit sorayım, hangimizin evinde raflardaki kitaplar tozlanmamış ve televizyon denen illet yok? Hangimizin evi birer medrese-i Yusufiye tarzında ilim ve irfan yuvası hâline gelmiş?

Erkam’ın (ra) nurlu evinde ölüm pahasına da olsa inancından vazgeçmeyip, gerektiğinde inancı uğruna en yakınından ayrılma cesaretini gösteren insanlar yetişmişken ve koca bir dünyaya medeniyet taşımışken, ya bizim evde yetiştirdiklerimiz? Mus’ab gibi delikanlıları yetiştirebiliyor muyuz? Henüz çocuk yaşta ordunun başına geçmiş Üsameler var mı evimizde? Evlerimizde kaç akşam çoluk çocuk bir arada Allah’ı anıyoruz?

Oysa ki bir insanın yetişmesinde ve hatta bir toplumun şekillenmesinde en önemli faktör insanın yuvasıdır, evidir. Erkam’ın (ra) evine benzemeyen evlerden Mus’ablar çıkmaz. Çünkü biz televizyon başında otururken, gırgır şamata yaparken, çocuğumuzun bizim gibi şekillenmeye başladığını unutmayalım.

Evlerimizin Erkam’ın (ra) evine benzemesi ümidiyle... Selâmetle kalın...

TUĞBA AKTAŞ

11.11.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır