"Gerçekten" haber verir 14 Aralık 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Ve insanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiğini gördüğün zaman, Rabbine hamdederek O'nu tesbih et ve O'nun mağfiretini dile. Çünkü O tevbeleri çok kabul edicidir.

Nasr Sûresi: 2-3

14.12.2008


Amerika da Kur’ân'ın hakikatlerine sarılacak

Evvelâ: Leyle-i Kadirde kalbe gelen pek geniş ve uzun bir hakikate, pek kısaca bir işaret edeceğiz.

Şöyle ki:

Nev-î beşer, bu son Harb-i Umuminin eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdâdı ile ve merhametsiz tahribâtı ile; ve birtek düşmanın yüzünden yüzer mâsumu perişan etmesiyle; ve mağlûpların dehşetli me’yusiyetleriyle; ve gàliplerin dehşetli telâş ve hâkimiyetlerini muhâfaza ve büyük tahribâtlarını tâmir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azablarıyla; ve dünya hayatının bütün bütün fânî ve muvakkat olması ve medeniyet fantâziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olduğu umuma görünmesiyle; ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidâdâtın ve mahiyet-i insaniyesinin umumî bir sûrette dehşetli yaralanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin, sert ve sağır olan tabiatın, Kur’ân’ın elmas kılıcı altında parçalanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyâset-i rûy-i zeminin pek çirkin, pek gaddarâne hakiki sûreti görünmesiyle; elbette ve elbette, hiç şüphe yok ki, Şimâlde, Garbda, Amerika’da emâreleri göründüğüne binâen, nev-î beşerin mâşuk-u mecâzîsi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtrat-ı beşerin hakikî sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak; ve elbette, hiç şüphe yok ki, bin üç yüz altmış senede, her asırda üç yüz elli milyon şâkirdi bulunan; ve her hükmüne ve dâvâsına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan; ve her dakikada milyonlar hâfızların kalbinde kudsiyet ile bulunup, lisânlarıyla beşere ders veren; ve hiçbir kitapta emsâli bulunmayan bir tarzda, beşer için hayat-ı bâkiyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde veren; ve bütün beşerin yaralarını tedâvi eden Kur’ân-ı Mû’cizü’l-Beyânın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarîhan ve işareten, on binler defa dâvâ edip haber veren; ve sarsılmaz katî delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüccetleriyle, hayat-ı bâkiyeyi katiyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyâmet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın Din-i Hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rûy-i zeminin geniş kıtaları ve büyük hükümetleri, Kur’ân-ı Mû’cizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü, bu hakikat noktasında, katiyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz; ve hiçbir şey bu mû’cize-i ekberin yerini tutamaz.

Sâniyen: Mâdem Risâle-i Nur, bu mu’cize-i kübrânın elinde, bir elmas kılınç hükmünde hizmetini göstermiş; ve muannid düşmanlarını teslime mecbur etmiş; hem kalbi, hem ruhu, hem hissiyâtı tam tenvir edecek ve ilâçlarını verecek bir tarzda, hazîne-i Kur’âniyenin dellâllığını yapan ve ondan başka mehazı ve mercîi olmayan ve bir mû’cize-i mâneviyesi bulunan Risâle-i Nur, o vazifeyi tam yapıyor. Ve aleyhindeki dehşetli propagandalara ve gayet muannid zındıklara tam galebe çalmış ve dalâletin en sert kuvvetli kalesi olan tabiatı, Tabiat Risâlesi ile parça parça etmiş ve gafletin en kalın ve boğucu ve geniş daire-i âfâkında ve fennin en geniş perdelerinde, Asâ-yı Mûsâ’daki Meyvenin Altıncı Meselesi ve Birinci, İkinci, Üçüncü, Sekizinci Hüccetleriyle gayet parlak bir tarzda gafleti dağıtıp, nur-u tevhidi göstermiş.

Elbette, bize lâzım ve millete elzemdir ki: Şimdi resmen izin verilen din tedrisâtı için, hususi dershâneler açılmaya izin verilmesine binâen, Nur şâkirdleri, mümkün olduğu kadar, her yerde küçücük birer dershâne-i Nuriye açmak lâzımdır. Gerçi, herkes kendi kendine bir derece istifade eder; fakat herkes herbir meselesini tam anlamaz. İmân hakikatlerinin izahı olduğu için, hem ilim, hem Mârifetullah, hem huzur, hem ibâdettir. Eski medreselerde beş on seneye mukabil, İnşaallah Nur medreseleri beş on haftada aynı neticeyi temin edecek; ve yirmi senedir ediyor.

Hem hükümet, bu millet ve vatanın hayat-ı dünyeviyesine ve siyâsiyesine ve uhreviyesine pekçok faydası bulunan bu Kur’ân lemeâtlarına ve Kur’ân dellâlı olan Risâle-i Nur’a, değil ilişmek, belki tamamıyla terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki, geçen dehşetli günahlara keffâret ve gelecek şiddetli belâlara ve anarşîliğe karşı bir set olabilsin.

Sözler, s. 140, (yeni tanzim, s. 250)

14.12.2008


Gündem, Risâle-i Nur

Risâle-i Nurlar ve müellifinin konu yapıldığı sohbetlere sıkça rastlamamız, milletimizin gizli gündeminin bunlar olduğunu haber veren işaretlerdir.

İnsan, memleketinden uzak olsa da yine memleketiyle yatıp kalkıyor. Gözü kulağı memleketinde oluyor. Tanıştığımız insanların çoğunun, ilgilendiği konuları Türkiye üzerinden takip ettiğine şahit oluyoruz. Dünyada ekonomik, siyasî ve sosyal gelişmelerin birçoğunun başlangıç noktası olan Amerika’da olmamıza rağmen, bizim için merkez Türkiye. Özellikle Nur hizmetine müteallik meselelerde Türkiye, bir merkez olması hasebiyle, şevkimize medar haberleri Türkiye’den alıyoruz, Türkiye’den bekliyoruz.

Türkiye’den buralara gelen insanımızın oluşturduğu meclislerin bir çoğunda, Üstad Bediüzzaman’ın ve Risâle-i Nurların konu edilmesi, milletimizin gizli gündeminin bunlar olduğunu izhar ediyor. Müsbet veya menfî yönde bahsedilmesi ayrı bir konu ama Nurlarla kucaklaşmayı bekleyen bir çok insanın varlığı şüphe götürmez bir gerçek.

Yıllar önce, çalışmak için Türkiye’den buralara gelmiş olan İlke abinin de Nurcular hakkında menfî yöndeki bilgilerine şahit olmamız ve bu bilgilerini tashih etmek vesilesiyle samimiyet kurmamız, benim açımdan bir çok derse vesile oldu.

İlke abiyi çay içmek için evime dâvet etmiştim. Cuma namazları vesilesiyle arada bir görüşüyor, muhabbet ediyorduk. Bir gün “Abi, çaysız muhabbet olmuyor, müsait olduğun bir akşam bize beklerim” diyerek dâvet etmiştim. Kararlaştırdık ve bir Cuma akşamı dâvetimize icabet etti. Güzel muhabbetlerin ardından, konu döndü dolaştı nurculara geldi. Misafirim nereden ve nasıl bir izlenim edinmişse “Nurcular, Said Nursî’nin kitaplarını Kur’ân’dan daha üstün tutuyorlar” (hâşâ) deyiverdi. Nasıl böyle bir sonuca ulaştığını sorduğumda, “Nurcuların bu kitapları sürekli okuduklarından” bahsetti… Mevzu “Risâle-i Nur nedir? Nasıl bir tefsirdir?” sorularının uzağında kalıyordu bence. Toplum olarak, hatta daha geniş çerçevede insanlık olarak bir hastalığımızın göstergesiydi bu, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak...

İnsanları küfre girmekle itham etmenin bu kadar kolay olmaması gerektiğini, bu söylediğinin doğru olmaması durumunda çok büyük manevî bir sorumluluğun altına gireceğini söyledim.

Çaylarımızı içtik.

Taze bir çay daha demledim.

O sırada oturduğu yerin tam karşısındaki rafta duran kırmızı kitapları görünce sordu:

“Said, sen de mi bunlardan okuyorsun?”

“Evet” dedim, “Bunun benim için büyük bir nimet olduğunu düşünüyorum. Neden okuduğumu kendim anlatmak yerine sana bir röportaj göstermek istiyorum” diyerek, 14 Temmuz 2008 tarihli Yeni Asya’da Faruk Çakır ve İsmail Tezer’in, emekli müftü Yahya Alkın Hocaefendi ile yaptıkları röportajı yeniasya.com.tr’den açtım.

Gerçekten de o röportajda söylenenlerde ben kendimi bulmuştum. Yahya Alkın Hocaefedinin imam hatip mezunu olması ve bunun yanında hafızlık yapmış olması benzerliklerimizin sadece bir yönü. Onun röportajında söylediği şu cümleler, çok samimî bir şekilde dile getirilmiş tesbitlerdir:

“Risâle-i Nur eserleri, okuyan bütün insaf ehli şahittir ki, çok etkileyici bir muhtevaya sahiptir. Ben İmam Hatip okulu talebesiydim. Hafızlık yapmıştım. Buna rağmen İslâmî şuur oluşmamıştı. Hatta beş vakit namazı doğru dürüst kılamazdım. Ciddî bir hedefim yoktu. Risâle-i Nur sayesinde mânevî ve İslâmî dünyam oluştu. İslâmı lâfta değil, fiilen yaşamaya başladım. İslâma, Kur’ân’a ve imana hizmet etmek ana hedef haline geldi. İç ve dış âleme Kur’ânî esaslara göre bakmaya, olayları İslâmî esaslara göre değerlendirmeye başladım.”

Öte yandan bizzat Risâle-i Nur müellifi de, şu ifadeleriyle, aslında yıllar öncesinden bizim bu meselemize açıklık getiriyordu:

“‘Hıfz-ı Kur’ân’a (Kur’ân’ı ezberlemeye) çalışmak ve Risâle-i Nur’u yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse (öncelense) daha iyidir?’ diye suâlinizin cevabı bedihîdir (açıktır). Çünkü, bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur’ân’ındır. Ve her harfinde, ondan ta binler sevap bulunan Kur’ân’ın hıfzı (ezberlenmesi) ve kırâati (okunması) her hizmete mukaddem (öncelikli) ve müreccahtır (üstündür). Fakat, Risâle-i Nur dahi o Kur’ân-ı Azîmüşşanın hakaik-i imaniyesinin bürhanları, hüccetleri olduğundan ve Kur’ân’ın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesile ve hakaikini tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur’ân hıfzıyla beraber ona çalışmak da elzemdir (çok lüzumludur).” (Kastamonu Lâhikası, s. 47)

Misafirim İlke abiyle, saat epeyce ilerlemiş olduğundan, haftaya yine aynı gün buluşmak üzere vedalaştık.

***

Yine bir Perşembe akşamı ve yine bizim fakirhanedeyiz. Bu sefer biraz daha kalabalığız.

Vanlı Yüksel, İzmirli İlke, İstanbul’dan Bulgaristan göçmeni Selçuk, Konyalı Abdullah ve Rize’den bu fakir Risâle-i Nur dersinde beraberiz. Cuma akşamı olması hasebiyle, Yasin-i Şerif okuyup duâsını yaptıktan sonra dersimize başlayacağız. İlk bölümde Dördüncü Söz’ü, ikinci bölümde de Hutbe-i Şamiye’den ehl-i imanı geri bırakan altı tane hastalığımızı okuyacağız.

Yasin-i Şerif’i okuyup duâsını yaptıktan sonra, İlke abinin ağzından şu cümleler döküldü:

“Yahu Said, sen hafızsın ve Said Nursî’nin kitaplarını okuyorsun. Ben, Kur’ân-ı Kerim’i okumayı bilmediğim halde, sizleri, bu kitapları (Risâle-i Nur) Kur’ân’dan üstün görmekle itham ediyorum. Burada bir acaiplik yok mu?”

Biraz sessizlikten sonra gülüşmeye başladık.

Zihinlerimizin Hutbe-i Şamiye’deki derse tam olarak hazır olduğunu düşünerek, dersimizi oradan yaptık.

Dördüncü Söz dersimizde ve Hutbe-i Şamiye derslerimizde, bizlere çok güzel istifadeler nasip oldu.

Ertesi gün Cuma vesilesiyle yine görüştüğümüz İlke abi yanıma sokularak;

“Said, bugün cami yönetimiyle konuşacağım, senin okuduğun kitaplardan vaazlar hazırlanmasını isteyeceğim. İngilizce çevirilerinden hazırlansan ve burada okusan ne kadar harika olur.”

İman derslerine her daim ihtiyacımız olduğunun bir yansımasıydı bence bu. Risâle-i Nurlarda tecellî eden Rahman isminin izharıydı bu.

Tarihçe-i Hayat’ta geçen şu ifadeler, her daim ruhen hazır olunması gerektiğini bildiriyor.

“Evet dünya ilim ve irfan sahasına Türkiye’den bir güneş doğmuştur. Bu yeni doğan güneş, bin üç yüz yıl evvel âlem-i beşeriyete doğmuş olan güneşin bir in’ikasıdır ve o manevî güneşin her asırda parlayan lem’alarından birisidir ve beklenilen son mû’cize-i manevîsidir! Yalnız maneviyat sahasında değil, zâhiren ve maddeten dahi tesirini göstermiştir” (s. 139)

Not: Geçmiş Kurban Bayramınızı tebrik ederim. Her dâim duâlarınıza muhtacız.

SAİD HAFIZOĞLU

14.12.2008


Barla’ya

Bak, Eğirdir Gölü ne büyük bir yük taşıyor?

Sahib-i zaman sal üstünde, suyu aşıyor.

Barla, mübarek belde, kim demiş mühmel diyar?

An be an vaad edilen müjdeyi yaşıyor

Eğirdir, bir mecnun bugün, avare çırpınır

Yükü ağır gelmiş, sığmıyor, sanki taşıyor

Bakma haline ahalinin, sanma uzaklar

Üstad’ın tevekkülüne cümlesi şaşıyor

(…)

Zamana müjde hak, gerçekleşen vaadü'l-Hak

Bediüzzaman, evliyayla selâmlaşıyor

Uzak kalamıyor mütedeyyin ahalisi

Ne dese de hükûmet, Üstad’a yanaşıyor

Talebe olunca Üstad’a, şakirt oluyor;

Hizmetinde, ehl-i küfre karşı savaşıyor

Barla bir sürgün diyardı, hem merkez-i telif

Burada bin yüz on birdi, bir olan dört elif

FARUK SAİM AKHAN

14.12.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır