"Gerçekten" haber verir 21 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Görüş

Yüksek ruhlar

Mânevî hayata hayat veren iksir nedir acaba? Soruyu biraz daha açayım: Kur’ân hizmetine ait direncimizi canlı tutan sihirli şeyler var mı acaba?

Evet var, hem de çok. Bir-iki mektuptan hareketle bu sihirli kavramlardan üçünü nazarınıza sunmak istiyorum; İhlâs, tevazu ve mahviyet!

Tecrübe ile sabittir ki, yüksek ihlâs ile beraber yürüyen tevazu ve mahviyet, mû'cizevî fütuhatı beraberinde getirir. Saadet asrı buna canlı misâldir. Sahabe hayatının baskın rengi ihlâs, tevazu ve mahviyetdir.

Peki Sahabe-i Kiram gibi bize model olabilecek ve nübüvvetin kuşatıcı mirasını omuzlarında taşıyabilen bir topluluğa bugün rastlamak mümkün mü? Yani insanlığın tekâmülüne beşiklik edecek ve Kur’ân’ın medeniyetini zamanın ruhuna üfleyecek bir grup var mı?

Bir başka tanımla, insanlığın tehlikedeki imanına muhafızlık edecek bir heyet! Kalabalık veya yığın değil, şuurlu bir kitle…

Böyle bir beklenti çok hayâli bir ütopya olur mu?

Câlib-i dikkattir, Bediüzzaman, Risâle-i Nur’un hizmet dairesini tarif ederken ısrarla “verâset-i nübüvvet” vurgusu yapar. Yine Said Nursî, Risâle-i Nur’un hilâfet-i nübüvvet ve velâyet-i kübra anlamındaki hizmet makamına bir başka ad koyar: Sahabe mesleği!

Neden acaba? Sahabe-i Kiram ile ‘Nur Talebeleri’ arasında nasıl bir benzerlik var?

İhlâs, tevazu ve mahviyet!

Sahabeye ait bu üç kudsî vasıf, Nur Talebelerinde de ayniyle mevcut olduğuna göre derin analizler yapmaya gerek yok. Yalnız keskin ve ince belirti önemlidir! Yani ihlâs, tevazu ve mahviyetin her Risâle-i Nur Talebesindeki gerçeklik (hakikat) derecesi ve varlık miktarı…

Üstad, Risâle-i Nur’un hizmet makamını şöyle tarif eder: “Sahabiler gibi verâset-i nübüvvet sırrıyla iman nurlarını neşretmek ve ehl-i imanın imanını kurtarmak…” (Kastamonu Lâhikası, s. 383)

İmanı “yayma” ve “kurtarma” ile ihlâs, tevazu ve mahviyet arasında bir ilişki var. Bu kavramlar birbirini tamamlar.

Hatta Üstad, İşârâtü’l-İ’câz’da “ihlâslı olmayan bir imanın, imandan addedilemeyeceğini” söyler. (İşârâtü’l-İ’câz, s. 163)

Yukarıdaki tarifin yapıldığı Kastamonu Lâhikasındaki aynı mektupda Üstad, Risâle-i Nur hizmetlerine ait harika neticeleri sihirli bir sır olan “ihlâs” ile buluşturur. Risâle-i Nur hizmetlerinin tarihçesine baktığımızda ihlâs, mahviyet ve tevazu temelli mânevî fütuhatlar sıkca karşımıza çıkar.

Risâle-i Nur’un telifinde, istinsahında, neşrinde ve tab’ında da yine aynı ince espri galiptir.

Emirdağ Lâhikası’ndaki şu cümleye bakınız: "Enaniyet-i nefsiye ve hissiyat-ı hayatiye Risâle-i Nur’un telifi zamanında hükmetmemişler, Nurların ihlâs ve safiyetini bulandırmamışlar!" (s. 393)

Bu hizmetin merkez halkasında bulunan saff-ı evvellerin resimlerini çekin, fütuhatın sırrını anlarsınız! Bu kareler sahabe mesleğinin ne olduğunu bize rahatlıkla gösterir. Bunlar, ihlâs ile aynı nehirde akan tevazu ve mahviyetin meydana getirdiği mânevî destanlardır!

Projeksiyonunuzu çok yakın geçmişe çevirin ve o tarihî destanın karelerine bakın çok bereketli hayatlarla karşılaşacaksınız…

Karelerin bir tanesi Üstadımızın bir mektubunda dikkatimi çekti. Birlikte okuyalım: “Bu defa Hüsrev’in, Hafız Ali’nin, Hafız Mustafa’nın, Küçük Ali’nin birbirlerine hitaben yazdıkları dört mektupları okudum. En derin kalbimle bir sürur, bir hiss-i şükran, bir memnuniyet hissettim. Bu çok kıymettar kardeşlerimin ne derece âlihimmet ve yüksek ruhlu, Risâle-i Nur hizmetinde ne derece fedakâr olduklarını anladım. Ve Risâle-i Nur böyle kuvvetli ve hâlis ellere tevdî edildiğinden, bize kat’î kanaat verdi ki, Risâle-i Nur mağlûp olmayacak.”

Devamındaki şu paragrafa da bakalım: “Evet kardeşlerim, sizler ihlâs sırrını tam muhafaza ediyorsunuz. Bu kadar esbab-ı tefrika içinde vahdetinizi muhafaza, hakikaten bir harikadır. Hafız Ali’nin hakikaten müstesna bir mahviyet ve tevazu içinde ihlâsı ve fenafi’l-ihvan düsturunu muhafaza etmesi ve Hüsrev’in hakikaten tedbirce bana ihtiyaç bırakmayacak derecede tedbir ve dirayeti ve Hafız Ali gibi yüksek ihlâsı ve mahviyeti, Hafız Mustafa’nın Hizmet-i Nuriyedeki büyük iktidarı içinde kuvvetli sadakati ve fedakârane teslimiyeti ve (hem Abdurrahman, hem Lütfi, hem Hafız Ali mânâsını taşıyan) büyük ruhlu Küçük Ali…” (Kastamonu Lâhikası, s. 348)

Müstesna mahviyet, tevazu ve ihlâsıyla Hafız Ali… Kuvvetli sadakati ve fedakârane teslimiyetiyle Hafız Mustafa… Yüksek ve heybetli bir ruhu küçücük bedenine sarmalayan büyük ruhlu Küçük Ali… Üstadına ihtiyaç bırakmayacak derecedeki tedbir ve dirayetiyle Hüsrev Ağabey…

Bu dört ismi bu vasıfları ile birlikte tek bir paragrafta dile getiren Üstadımız, bu âlihimmet ve yüksek ruhların Risâle-i Nur’u daima yaşatacaklarını söylüyor.

Satırlarımız yetmeyeceği için bu yüksek (sahabe misâl!) ruhlardan sadece birisini iki cümle ile tarif etmek istiyorum: Büyük ruhlu Küçük Ali'yi! Aman Allahım! O ne asil ruh. O ruhun tezahürüne bakın ki, bütün Risâle-i Nur Külliyatını on yedi defa elle yazabilecek kadar asil; bir o kadar sabit-kadem ve fedakâr…

Onun için Üstadımız ona “Büyük ruhlu küçük Ali” diyor. Aynı paragrafta onun bir vasfını daha nazarımıza sunar: “Risâle-i Nur hizmetini dünyada her şeye tercihan hayatının en büyük maksadı yapan!”

Büyük ruhlu küçük Ali’yi ve diğerlerini bu zirvelere taşıyan müessir güç nedir acaba?

İşte yine o üç sır karşımıza çıkıyor: İhlâs, tevazu ve mahviyet!

Bu vasıflarla donanımlı, himmeti âli ve ruhu yüksek olanlara selâm olsun!

İBRAHİM KAYGUSUZ

21.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır