"Gerçekten" haber verir 21 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Röportaj

SÜLEYMAN AKKIN

“Yeni Asya içinde bulunmak,hayatımın en güzel hatırası”

40 YILLIK OKUR VE YAZARIMIZ ABDİL YILDIRIM: Abdil Bey, Yeni Asya’nın kırkıncı yılında, kırk yıllık Yeni Asya okuyucuları ile röportaj yapılması gündeme geldiğinde, ben de sizinle bu röportajı yapmak istedim. Sizi kırk yıllık Yeni Asya okuyucusu ve uzun yıllardır da Yeni Asya yazarı olarak tanıdığım için, ilginç hatıralarınız olduğunu düşünüyorum.

Evvelâ bu düşünceleriniz ve ilginiz için teşekkür ediyorum. Fazla kayda değer hatıralarım olmasa da, kırk yıla yakın bir zaman Yeni Asya içinde bulunmak, hayatımın en güzel hatırasıdır.

Abdil Yıldırım olarak, kendinizi bize nasıl tanıtırsınız?

Abdil Yıldırım, 1955 doğumlu olup, halen Konya ili, Yunak İlçesi, Y. Piribeyli Kasabası nüfusuna kayıtlıdır. Ama, kasabamız daha önce Afyon-Emirdağ’a bağlı bir köydü. Onun için Emirdağ ile yakın ilişkilerimiz ve hatıralarımız vardır.

Emirdağ deyince, Üstâd Bediüzzaman Hazretleri aklımıza geliyor. Sizin de çocukluk yıllarınızda Emirdağ’da geçen bir hatıranızı okumuştum. Burada onu da anlatır mısınız?

Evet, Risâle-i Nur ve Bediüzzaman Hazretleri ile ilgili ilk düşünceler, o hatırada filizlenmişti. 1960 yılının kış mevsimiydi. Rahmetli annem, o yılların çaresiz dertlerinden olan verem hastalığına yakalanmıştı. Babam kendisini sık sık Emirdağ'a doktora götürüyordu. O kış annemin hastalığı iyice ağırlaşmıştı. Bir gün annemin öksürüğünde kan gelmeye başlayınca, babam dayanamadı, kış günü at arabası ile annemi Emirdağ’a götürdü. İşte bu son yolculukta ben de annemin yanında bu yolculuğa katıldım.

Annem, inancı kuvvetli bir kadındı. Babası da köyde hocaydı. Dedem Emirdağ’a gittiği zaman hep Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret etmek ister fakat bir türlü görüşemezmiş. Üstadın talebeleri kendisine birkaç kitap verir, “Siz bunları okuyun yeter” derlermiş. Dedem de Hastalar Risâlesini anneme okurmuş. O yüzden annem hem hastalığına daha metanetle karşı koyar, hem de Bediüzzaman’a çok büyük saygı duyardı.

Annemin muayenesi bitmiş, köye dönmek üzere at arabamızın bulunduğu hana geliyorduk. Cadde ortasında büyük bir kalabalık vardı. İnsanlar bir evin önünde toplanmışlar, pencereye bakıyorlardı. Yanlarına yaklaştık. Babam orada ne olduğunu sordu. Birisi, “Bediüzzaman Hazretleri şu evde oturuyor, dışarı çıkacak diye bekliyoruz” dedi. Annem, Bediüzzaman ismini duyunca, öyle heyecanlandı ki, kendi hastalığını unutup kalabalığa doğru ilerlemeye başladı. “Bu büyük insanı görmeden ölmek istemiyorum. Onu görmek için günlerce burada beklemeye razıyım” diyordu. Pencerede kalın perdeler çekiliydi. Perde biraz kımıldayacak olsa, insanlar da dalgalanıyordu. Ama bir saat kadar bekledik, ne perdeler açıldı, ne Bediüzzaman Hazretleri dışarı çıktı. Daha sonra Üstadın talebelerinden birisi kapının önüne çıktı. “Üstâdımız çok hasta, dışarı çıkamıyor, hepinize selâmı var. Lütfen burada boş yere beklemeyin” dedi. Annem çok üzülmüştü. Köye varıncaya kadar gözünü Emirdağ yönünden ayırmadı.

İşte o gün hafızama Bediüzzaman ismi yerleşmiş oldu.

Daha sonraki yıllarda, Yeni Asya ve Nur cemaati ile tanışmanız nasıl oldu?

Yukarıda anlattığım Emirdağ hatırası, beş yaşındayken cereyan etmişti. Aradan dokuz sene geçmişti. Yunak’ta ortaokul son sınıfta okuyordum. Bir gün bir arkadaş sınıfa “İttihad” diye bir gazete getirdi. Okumayı ve araştırmayı seviyordum. İttihad’ı da merakla okudum. Orada da Bediüzzaman isminden bahsediliyordu. O yazılar, beni dokuz yıl öncesine, annemle Emirdağ’da geçen hatıraya götürdü. İttihad’ı okudukça, annemin Bediüzzaman’a neden bu kadar önem verdiğini anlamaya başlamıştım. İttihad’ın birkaç sayısını daha arkadaşımdan temin ederek okudum. Fakat Nur cemaati diye bir cemaatten ve Risâle-i Nur gibi bir Külliyat’tan henüz haberdar değildim.

Aynı yıl, İttihad’ın kapandığını fakat “Yeni Asya” adıyla günlük gazete çıkacağını öğrenmiştim. Yeni Asya’nın çıkacağı günü sabırsızlıkla bekledim. Her gün bayiden “Yeni Asya geldi mi?” diye soruyordum. Gazete bayii de artık beni tanımıştı. Bir gün oradan geçerken, “Delikanlı, senin Yeni Asya geldi” dedi. Çok sevinmiştim. Hemen bir tane aldım, orada ayaküstü okumaya başladım. Benim mizacıma ve duygularıma hitap eden çok güzel yazılar ve köşeler vardı. Meselâ, “Topuzun Maceraları”nı zevkle okuyor, ertesi gününü iple çekiyordum. Çok heyecanlı pehlivan tefrikaları yayınlanıyordu. Şiir ve hikâyeler de çok hoşuma gidiyordu. Bir gün ben de bir şiir yazdım ve gazeteye yolladım. Birkaç gün sonra şiirimin yayınlandığını gördüm. Bu beni çok heyecanlandırmış, çok mutlu etmişti. Daha sonraki günlerde açılan şiir yarışmalarına katıldım. Bir şiirim dereceye girmişti. Bu bana büyük bir cesaret verdi. Daha çok okumaya ve yazmaya başladım. Artık Yeni Asya ile aramızda çok sıcak bir gönül köprüsü kurulmuştu.

Yeni Asya’yı okuyup, gazetede şiirleriniz yayınlanırken, Nur Cemaati ile bir ilginiz var mıydı?

İşte benim hayatımın en ilginç kesitlerinden birisi bu olmuştur. Yeni Asya yayın hayatına başladı, ben de çıktığı günden itibaren gazete ile haşir neşir oldum, ama Risâle-i Nur’u ve Nur Cemaatini tam iki yıl sonra tanıdım. Gazetemi okuyor, istifade ediyordum, dinî duygularımı güçlendirdiğini hissediyordum. Bu arada Bediüzzaman’ın da büyük bir âlim olduğunu anlamıştım. Ama, Risâle-i Nurları da, cemaati de henüz tanımıyordum. 1973 yılında, Kayseri Teknik Lisesi’nde yatılı okumaya başladığımda Risâle-i Nur ve Nur cemaati ile tanıştım.

Gerçekten çok ilginç. Herkes cemaat vasıtasıyla Yeni Asya’yı tanıyor ve okuyor, siz Yeni Asya vasıtasıyla cemaati tanımışsınız. Peki bu nasıl oldu?

O yıllarda gençler arasında siyasî ve ideolojik görüşlerin dışa vurulması çok yaygındı. Zaten siyasî ortam da buna müsait bulunuyordu. 12 Mart Muhtırası verilmiş, ardından ara rejim devri başlamıştı. Gençler arasında da sağ-sol ayırımı her yerde kendini gösteriyordu. Solcular ceplerinde Cumhuriyet Gazetesi ile dolaşıyor, sağcılar da o gün için sağ kesimin gazetesi olarak bilinen Tercüman Gazetesini taşıyorlardı. Ben de kendi gazetem olan Yeni Asya’yı hiç yanımdan ayırmıyordum. Okul bahçesinde de elimde Yeni Asya ile dolaşıyordum.

Bir gün okul mescidinde namazımı kılarken gazetemi de oradaki sehpanın üzerine bırakmıştım. Namazdan sonra bir arkadaş yanıma geldi, selâm verdi. Sonra da hangi dersaneye gittiğimi sordu. Ben de o güne kadar dersane deyince sadece okuldaki sınıfım aklıma geliyordu. “2B’de okuyorum” dedim. Arkadaşım, “Onu demiyorum, ‘nur dersanesi’ni diyorum” deyince, öyle bir dersane falan bilmediğimi söyledim. Elimdeki gazeteyi göstererek bu gazeteyi ne zamandan beri okuduğumu sordu. İki yıldan beri Yeni Asya okuduğumu söyledim. Arkadaşımın hayreti daha da arttı. “Öyleyse seninle bu hafta sonu bir sohbete gidelim, oradaki ağabeyler de bu gazeteyi okuyorlar” dedi.

Ben de çok merak etmiştim. Hafta sonunu sabırsızlıkla bekledim. Nihayet Cumartesi akşamı oldu. Arkadaş beni bir eve götürdü. İçerisi oldukça temiz ve bakımlıydı. İnsanlar da çok cana yakın ve içten davranıyorlardı. Bizi çok güzel karşıladılar. Arkadaş beni tanıştırdı. “İşte size ‘Nurcu olduğu halde Nurcu olduğundan haberi olmayan’ bir kardeş getirdim” dedi. Sonra dersler yapıldı, çaylar içildi. Orada ilk Nur dersini almış oldum.

Sonra orta yaşlı, güler yüzlü bir ağabey geldi. Beni kendisiyle tanıştırdılar. Adının ‘Ali Mutlu’ olduğunu söyleyen o ağabey beni öyle bir kucakladı ki, o sıcaklığı ve içtenliği hâlâ yüreğimde hissediyorum. Geçen yıllarda kaybettiğimiz Ali Mutlu Ağabeyi de bu vesile ile bir kez daha rahmetle anıyorum.

O yıllarda lise dengi bir okulda okuduğunuzu belirtiyorsunuz. Bir lise öğrencisi olarak gazetede şiirlerinizin yayınlanması, isminizin duyulması size ne gibi duygular yaşatıyordu?

Evet o yıllarda 16-17 yaşlarında bir gençtim. Gazetede şiirlerimin yayınlanması bana büyük bir mutluluk verdiği gibi, yeni şiirler yazmak için de büyük bir şevk veriyordu. Bu konuda okuyuculardan da çok sıcak mesajlar alıyordum. Mesaj deyince, tabiî bugünkü gibi cep telefonu veya internet yoktu. Mektuplarla haberleşme sağlanıyordu. O zaman gazete idarecileri de gençlere yakın ilgi gösteriyorlardı. Yazı işleri müdürü olan ağabeylerimizden takdir mektupları ve tebrik kartları geliyordu. Birkaç defa da “Yeni Asya’nın hediyesidir” damgalı kitap seti gönderdiler.

Yine ilginç bir hatıra olarak bahsetmek istediğim bir okuyucu mektubu vardır. Size de göstermek istedim. Onu da geçenlerde eski resimlerimin arasında buldum. Bir okuyucu benim şiirleri çok beğenmiş ve bu mektubu yazmış. Bir de hediye paketi göndermiş. Paketi açtığımda içinde bir kol saati çıktı. Ona da çok sevinmiştim. Sonra o ağabeye mektup gönderdim, teşekkür ettim. Ama her halde tanınmak istemediği için cevap vermedi, kendisine bir türlü ulaşamadım. Şimdi de saygılarımı yolluyorum.

Yeni Asya çeşitli badireler atlattı, başından çok serüvenler geçti. Bazen kapatıldı, başka adlarla yoluna devam etti. Bu arada bazı yazarlar ve okuyucular Yeni Asya ile yollarını ayırdılar. Bu çalkantılar sizi de hiç etkiledi mi?

Yeni Asya ile doğduğu günden beri birlikte yol alıyoruz. O doğduğunda ben de 15 yaşında bir çocuktum. Beraber büyüdük, birlikte yürüdük. Bu arada acı ve tatlı hatıraları da birlikte yaşadık. Darbeler oldu, Yeni Asya kapatıldı, kapısına mühür vuruldu, ama gönül kapılarını mühürlemek mümkün değildi. Biz onu gönlümüzde yaşattık. Başka isimlerle çıktı, onu da bağrımıza bastık. Biz Yeni Asya ile kadim bir dost olmuştuk. Hiçbir kuvvet bu dostluğu zayıflatamadı, hiçbir fitne aramıza nifak sokamadı. Bizim dostluğumuz pazara kadar değil, mezara kadardı. Mezardan sonra da ebedî saadet diyarında bu dostluğun devam etmesini diliyor ve ümit ediyorum. Onun için dünya cereyanları, siyasî çalkantılar, ihtilâller, ihtilâflar Yeni Asya ile aramızdaki gönül köprüsünde en ufak bir sarsıntıya sebep olamadı. Her devirde ve her yerde gazetemle birlikte olmaya devam ettim.

İhtilâller ve darbeler deyince, en yakın darbe olan 28 Şubat aklıma geldi. Post modern darbe olarak da anılan 28 Şubat süreci, başta imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular olmak üzere Yeni Asya’nın bir çok yazarını mağdur etti. Haklarında dâvâlar açıldı, cezalar verildi. Sizin de bu süreçte ceza aldığınızı biliyoruz. Bu dâvâ sürecinde bir endişeye kapıldınız mı? Veya gazete ile aranıza bir mesafe koymayı düşündünüz mü?

Ben kamu görevlisiyim. Hakkımda dâvâ açıldığında emekliliğime daha beş sene vardı. Bu yüzden hapse girsem ve işime son verilse elbette büyük bir mağduriyet yaşayacaktım. Ama ben hiçbir zaman buna ihtimal vermedim. Cemaatin duâlarının, Risâle-i Nur’un himmetinin ve Üstad Hazretlerinin tasarrufunun bizimle beraber olduğunu biliyordum. Hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmadım. Hatta cezamın Yargıtay tarafından onaylanıp infazı için celp yazısı geldiği zaman bile ümidimi muhafaza ettim. Tam da o günlerde AB müktesebatına uyum paketlerinden birisi daha çıkartıldı. 312. Madde değiştirildi. Yeniden yargılama hakkımız doğdu. Yeniden yargılandık yine cezaya hükmedildi, ama artık 28 Şubat’ın hükmü azalmıştı. Cezamız ertelendi, çok şükür bir zarar görmeden kurtulduk. Bu süreçte ben gazeteme ve Risâle-i Nurlara daha sıkı sarıldım. Bir yandan dâvâ devam ediyordu, bir yandan ben işyerimdeki masamın çekmecelerinde Risâle-i Nur bulunduruyor, fırsat buldukça okumaya çalışıyordum. Zaten Yeni Asya hergün masamın üzerinde duruyordu. Yani bu süreçte Yeni Asya ile arama mesafe koymak değil, aramdaki yakınlığı daha da arttırmış oldum.

Yazı hayatınıza şiirle başladınız, makale ile devam ediyorsunuz. Şiire olan ilgi az olduğu için mi böyle bir tercih yaptınız?

Yeni Asya okuyucularının şiire olan ilgisi ve talebi hiçbir zaman azalmamıştır. Bazı kadim okuyucular, bundan otuz yıl önce gazeteden kestikleri bazı şiirlerimi bana gösterip onları bir hatıra olarak sakladıklarını söylemektedirler. Şiir, bir duyguyu, bir düşünceyi en kestirme yoldan, en güçlü bir şekilde ifade etme yöntemidir. İçinde san'at vardır, estetik vardır, zerâfet vardır. Zordur ama çok zevklidir. Her zaman insan kendisini bu kıvamda hissetmez. Ama makale yazmak daha kolaydır. Bir düşünceyi düz yazı ile doğru bir şekilde aktarmak, mısralara döküp kafiye kalıbı ile ifade etmekten daha kolaydır. Ben de bu kolaylığı tercih ederek makale ağırlıklı yazıyorum diyebilirim. Ama şiiri de terk etmiş değilim. Daha doğrusu şiir beni terk etmiyor. Zaman zaman yeni şiirler de ortaya çıkıyor. İkisini bir arada götürmeye çalışıyorum.

Bir gazetenin hem okuyucusu, hem de yazarı olmak nasıl bir duygu? Gazetede kendi yazılarınızı okurken neler hissediyorsunuz?

Ben kendimi Yeni Asya’nın yazarından ziyade bir okuyucusu olarak hissediyorum. Özellikle manşetlere dikkat ederim. Zira Yeni Asya’nın manşetleri hep vurucu ve uyarıcı olur. Gündemin en önemli konularını öne çıkartır, demokrasi ve insan haklarına dikkat çeker. Yazarları zaten temiz kaynaktan beslendikleri için arı ve duru bir ifade ile düşüncelerini dile getirir, hak ve hakikatleri müsbet hareket çerçevesinde ifade ederler. Yeni Asya’ya bir şahs-ı mânevî olarak baktığım için, kendi yazılarımı da bu şahs-ı mânevînin bir parçası olarak okur geçerim.

Yeni Asya’nın geçmişi ile bu gününü kıyaslarsanız, nasıl bir değerlendirme yaparsınız?

Doğrusunu söylemek gerekirse, Yeni Asya’nın ilk yıllardaki hâlini bugün çok özlüyorum. Belki de Yeni Asya sevgisinin gönlümde filizlendiği yıllar olduğu için o yıllardaki gazeteme bu kadar özlem duyuyorum. Belki de o günün medya dünyası sadece gazete ve dergi üzerine kurulduğu için gazetelerin önemi çok fazla hissediliyordu. Bugün görsel medya ve internet medyası gibi alternatifler ortaya çıktığı için gazetelerin eski lezzetini hissedemiyoruz. Ama benim gönlümde eski Yeni Asya’nın yeri bir başkaydı. Çocuklara ve gençlere yönelik teşvik edici yayınlar yapılırdı. Yarışmalar düzenlenirdi. ‘Elif’ kültür ilâvesi diye bir ilâvesi vardı ki, bizim kuşak okurlar ve yazarlar o ilâveyi hasretle yâd etmektedirler. Bugün başka yerlerde yazan bir çok yazarın yetenekleri ‘Elif fidanlığı’ndan filiz vermiştir. Zamanla gazetemiz sayfa sayısını arttırdı, renkli ve kaliteli baskıya geçti, muhtevasını zenginleştirdi. Bunlar da güzel gelişmeler. Eskisiyle, yenisiyle, Yeni Asya her zaman güzeldir, değerlidir, okunası bir gazetedir.

Abdil bey, çok teşekkür ediyorum. Bize kırk yıllık bir Yeni Asya okuyucusu ve yazarı olarak güzel duygular yaşattınız, anlamlı anılarınızı paylaştınız. Bundan sonraki okur ve yazarlık hayatınızda başarılar diliyorum.

Ben teşekkür ediyorum, bana böyle bir fırsat verdiniz, Yeni Asya ile olan dostluğumu bir kez daha ifade etmeme vesile oldunuz.

SÜLEYMAN AKKIN

21.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (18.02.2009) - “MİZANSEN Mİ?” ŞÜPHESİ ORTAYA ÇIKTI

  (17.02.2009) - Ergenekon’u bekleyen tehlikeler

  (16.02.2009) - 99'DAN SONRA SİVİLLEŞME

  (09.02.2009) - RESMî İDEOLOJİ SORGULANMALI

  (03.02.2009) - İTİRAFÇININ SÖZLERİ YENİ DEĞİL

  (29.01.2009) - ‘Muavenet gemisi, Türkiye’ye gözdağı vermek için vuruldu’

  (27.01.2009) - CLINTON, LOBİYİ DIŞLAMIŞTI

  (19.01.2009) - YAPILANLAR “SINIR BELİRLEME”YDİ

  (12.01.2009) - Askerî anlaşmalarda hükümet dışlanamaz

  (05.01.2009) - ÖLENLERİN YARIDAN FAZLASI SİVİL HALK

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır