"Gerçekten" haber verir 27 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Türkiye-İsrail ilişkilerine balans ayarı

Türkiye, 1948’den bu yana aslında İsrail-Filistin ihtilafında her zaman dengeli bir politika izlemiştir. Buna rağmen İsrail ile 1990’larda imzalanan askerî işbirliği anlaşmaları nedeniyle bu stratejik denge Filistin aleyhine bozulmuştur. Bu askerî anlaşmaların temelinde Türkiye’nin güvenlik çıkarlarının korunması yatmaktadır. Hatırlamak gerekir ki; Türkiye, 1990’ların başında PKK terörü ile mücadelede oldukça sıkışmıştı. Terör örgütü liderini Şam’da barındıran Suriye ile ilişkilerimiz son derece gergindi. ABD ve Almanya gibi Batılı ülkelerden terörle mücadelede kullanılan silah ve teçhizat temininde ciddi sıkıntılarımız vardı. Türk ekonomisi zayıftı ve iç siyaset oldukça istikrarsızdı. İsrail ile yapılan anlaşma ile bir yandan Suriye’ye gözdağı verilerek terörü desteklemekten vazgeçmeye zorlanıyordu, öte yandan ileri silah teknolojileri bu ülkeden alınabiliyordu. Türk tanklarının ve uçaklarının İsrail’de modernizasyonu yapılırken, bunun karşılığında ise İsrail, kendi bölgesinde sağlam ve güvenilir bir ülkenin dostluğunu kazanmış oluyordu. Bugün İsrail savunma sanayiinin en iyi müşterilerinden biri Türkiye’dir.

Denilebilir ki; bölgede İsrail’in Türkiye’ye duyduğu ihtiyaç, Türkiye’nin İsrail’e duyduğu ihtiyaçtan daha fazladır. Öte yandan askerî alanda yapılan işbirliği de her zaman istenilen yönde gelişmemektedir. 2007 Eylül’ünde İsrail savaş uçakları Türk hava sahasını izinsiz olarak kullanarak Suriye’nin bazı tesislerini bombalamış; bu da önemli bir diplomatik krize ve güven bunalımına yol açmıştır. Daha da kötüsü, Türk-İsrail ilişkileri terörle mücadele temelinde şekillenmesine rağmen 2003 Irak işgali sonrasında İsrailli pek çok istihbaratçının ve askerî uzmanın Kuzey Irak’a geçerek Kürt gruplara eğitim verdikleri ve Barzani’ye bağlı milislerden düzenli bir ordu kurulması için çalışmalar yaptıkları, Amerikalı gazeteci Seymour Hersh tarafından açıkça yazılmıştır. Türkiye’nin savaş nedeni saydığı ve PKK terörüne lojistik destek sağlamakla suçladığı Kuzey Irak yönetimiyle İsrail arasındaki bu ilişkiler Türkiye’yi oldukça rahatsız etmiştir.

Bu olaylar nedeniyle aslında Türkiye’nin gerek silah temini gerekse istihbarat desteği sağlamak için İsrail’le kurduğu askerî ilişkilerin her ne pahasına olursa olsun sürdürülmesinde artık objektif bir zorunluluk yoktur. Suriye ile ilişkilerimiz hiç olmadığı kadar gelişmiştir. Irak’ta Saddam yönetimi devrilmiştir. Son bir yıldır Kuzey Irak yönetimi ile ilişkilerimiz düzelmiştir. İran ile de ticaret hacmimiz 10 milyar doları bulmaktadır. Silah temininde ise artık Rusya dahil olmak üzere pek çok alternatif kaynak vardır. İşte tüm bu nedenlerle Türkiye için İsrail’le ilişkilerin bozulmasını göze almanın askerî ve siyasî maliyeti katlanılabilir bir düzeye inmiştir. Türk Genelkurmay’ının umulmadık biçimde sert bir bildiri ile İsrailli bir komutanı eleştirmesinin ardında da bunlar vardır. Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde, Davos’ta Erdoğan ve Peres arasındaki restleşmeyi aslında Türk-İsrail ilişkilerinde tansiyonu artıran bir neden olarak değil, belki uzun süredir alttan alta biriken gerginliğin bir dışavurumu olarak okumak gerekir. Böylece Türkiye, İsrail’e yönelik dış politikasında ince bir balans ayarı yapma fırsatı bulmuştur.

Zaman, 25.2.2009

Doç. Dr. Birol Akgün

27.02.2009


28 Şubat bitti mi?

ALİ Kalkancı yakalanmış...

Hani 28 Şubat’ta Fadime ile Emire adlı iki kızın arasında kalan tuhaf bir “sahte şeyh” vardı ya...

İşte o adam...

Az tiyatro çevirmediydi o günlerde...

İster “tevafuk” deyin, ister “tesadüf”...

28 Şubat’ın yıldönümüne iki gün kala Ali Kalkancı’nın uyuşturucudan yakalandığını öğrenince... Çağrışım yaptı ve bir emekli genelkurmay başkanımızın “28 Şubat bin yıl sürecek” şeklindeki açıklamasını anımsadım...

Ve durup dururken...

“28 Şubat gerçekten bitti mi?” sorusunun peşine düştüm...

* * *

Bazıları şöyle diyebilir:

“Bin yıl falan sürmedi... 12 yılda işi bitti... Bitti... Yenildi... Ezildi... Hem de bitmesine daha 988 yıl varken...” Bence bunu diyenler fena halde yanılıyorlar... Eğer 28 Şubat’ın sadece Tayyip Erdoğan’ın önünü kesen bir dalga olduğu düşünülüyorsa... Doğrudur, 28 Şubat bitmiştir...

Ama eğer 28 Şubat, türban yasağı ya da imam hatiplerin önünün kesilmesi gibi uygulamaların yerleştiği bir tarih ise...

Bitmemiştir... Devam etmektedir...

İsterse eski mücahitlerin hepsi, memleketin bütün tersanelerini zapt etsinler...

İsterse Tayyip Erdoğan, gerçekten padişahlığını ilan etsin...

İsterse AKP yüzde 60 alsın...

İsterse Erdoğan, “álem buysa / kral benim” desin... Değil mi ki...

Türban yasağına dokunamıyor...

Değil mi ki...

İmam hatiplerin önünü açamıyor...

O halde 28 Şubat bitmemiştir...

Peki 28 Şubat süreci, 988 yıl daha sürer mi?

İşte bu konuda emin değilim...

Hürriyet, 26.2.2009

Ahmet Hakan

27.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır