"Gerçekten" haber verir 27 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Röportaj

MUSTAFA GÖKMEN

İstikametimi, 40 yıldır Yeni Asya ile buluyorum

ALİ ASMAZ

Risâle-i Nurlar ile ilk tanışmanız ne zaman, nasıl

oldu?

Ben İslâmî hayatı, İslâmî yaşayışı bu gazete vasıtasıyla öğrendim. Bu da şöyle oldu. Orta okula başladığım zamandan itibaren gazete okumayı seviyordum. Sürekli gazete alıp okuyordum. O zamanın atmosferinde Tercüman ve Son Havadis gazetelerini okurdum. 1966-1969 yılları arasında Bolu Erkek İlköğretmen Okulunda yatılı okudum. Bu okulda okurken babamın ekonomik durumu iyi olmadığından ayda ancak 20-30 lira harçlık gönderebiliyordu. Ben de bu harçlıktan yine gazete alıp okuyordum. Bu arada okul arkadaşlarımdan birisinin okula gazete getirip sattığını gördüm. Bunun üzerine kendim gazete satışı yapmak niyetiyle gazete başbayiini arayıp buldum. Gazete satmak istediğimi söyledim. Bayi bana, “Bu sene sizin okuldan bir arkadaş bu işi yapıyor. Gelecek sene okulu bitirecek. O gidince sana veririm” dedi. Ben de ertesi sene okullar açılırken gazete başbayiine gittim. Satmak üzere bayideki gazetelerin hepsinden aldım. Bu şekilde okulun giriş kısmında gazete satmaya başladım. Gelirken giderken yol üzerinde görenlere soranlara da gazete satışı yapıyordum. Okulda satamadıklarımı mahalle aralarına gidip satıyordum. Kendime cep harçlığı çıkarıyordum.

Bu gazeteleri satarken mi Risâlelerle tanıştınız yani?

Bir gün gazete başbayiine iade gazeteleri vermeye gittiğim zaman “Seni burada bir amca arıyor” dedi. “Neden?” diye sordum. “Biri gazete dağıtıyormuş. Bana satmak için getirdi. Ben satamam dedim. Ama benim gazetecim var o satabilir dedim” dedi. Bu amcanın yerini sordum. Bolu’daki Ulu Cami’nin altındaki bir adresi tarif etti. Gittim aradım buldum o amcayı. O amca o zamanki haftalık İttihat gazetesini dağıtan emekli kâtip Hasan Karakaş ismindeki yaşlı bir zattı. Tanıştık. Durumu bana anlattı. Gazeteyi bana tanıttı. Bir dolabın içinden bir kitap çıkarıp okudu. Okuduğu kitabın Risâle olduğunu daha sonra öğrendim. O ilk dinlediğim Risâle’den aklımda kalan cümleler, “Ya Hannan, Ya Mennan, Ya Deyyan…” gibi cümlelerdir. Hasan Amca bana İttihat gazetesinin yeni ve eski sayılarından verdi. “Satabildiklerini satarsın satamadıklarını kendin alırsın” dedi. İttihat gazetesi, vasıtasıyla yavaş yavaş Risâleleri tanımaya başladım. 1968’in sonlarıydı. O yıllarda ben sattığım diğer gazetelerle birlikte, özellikle dinî gazeteleri de okuyordum. Sabah ve Bugün, Tercüman, Yeni İstanbul gibi gazeteler vardı. Bunların sayılarını biriktiyordum hatta. Haftalık çıkan Ufuk adında bir gazete vardı. Onu da takip ediyordum. O günlerde tarih öğretmenimin de yardımıyla namaz da kılmaya başlamıştım, ancak işin pek şuurunda değildik. Bir gün okulun yanındaki caminin imamı bir akşam sohbete dâvet etti. Gittim. Lokal gibi bir yerdi. Ayakkabılarla giriliyor çıkılıyor. Masalar ve sandalyeler vardı. Orası beni hiç açmadı. Okulu bitirdiğimiz sene 1969’da memlekete Zonguldak’a gittim.

Zonguldak’a gidince, Bolu’da tanıdığınız Risâleleri merak etmediniz mi?

Zonguldak’ta bir gün Cuma namazına gittim. Namazdan çıktıktan sonra caminin önünde gazete satıyorlardı. Baktım İttihat gazetesi de satılıyor. Ben bir hafta aldım gittim. Bir daha hafta baktım yine aynı şekilde satıyorlar. Bunun üzerine gazeteyi yine aldım, fakat gitmedim. Cemaatin dağılmasını bekledim. Cemaat dağıldıktan sonra gazeteyi satan abiye sordum, “Bu gazete nereye geliyor? Kim satıyor. Ben bunu sürekli almak istiyorum” dedim. “Sen az bekle” dedi. Cemaat dağıldıktan sonra bana yerini tarif etti. Beraber gittik. Şimdi rahmetli olan marangoz amcanın dükkânına götürdü beni. Dükkânın arka tarafında kahvaltı türü bir şeyler yedik. Ondan sonra oradan sohbet yapılan bir yer olduğunu söyledi oraya götürdü beni. Onların vasıtasıyla haftalık sohbetlere devam ettim. Burada yapılan dersler beni çok etkiledi. Özellikle o yıllarda aya çıkılmıştı. Risâleler’de aya çıkılacağını haber veren bir bahis vardı. Bu bahis beni çok etkiledi. Bu sıralar yüksek tahsil için hazırlık yapıyordum. Konya Selçuk Eğitim Enstitüsünü kazandım. Zonguldak’ta bana Risâle-i Nur’u tanıtan Sabri Ünal Ağabey, Konya’ya giderken orada tanıdığı iki-üç kişinin ismini verdi bana. Bunlardan birisi Said Gecegezen Ağabey, diğeri de onun kayınbiraderi, bir diğeri de İttihat’da bayram tebriği çıkmış bir ağabeyin adını verdi. Konya’ya gidince bana isimleri verilen bu kişileri buldum. Oradaki Risâle-i Nur sohbetlerine gidip gelmeye başladım. Konya’da kaldığımız üç sene içerisinde derslere devam ederek kendimizi geliştirmeye çalıştık.

Buraya kadar anlattıklarınız İttihat gazetesi ve cemaatle tanışmanızdı. Yeni Asya’nın ilk kuruluş yıllarına dönecek olursak, o yıllardan bahseder

misiniz?

Tabiî o yıllarda haftalık çıkan İttihat gazetesi bizlere yetmiyordu. Büro temsilcimiz o zaman Rahmi Erdem idi. Sık sık kendisini ziyaret ediyorduk. O zaman Konya’ya İttihat 500 tane gelirdi. Yakın olanları elden, çoğunu da bisikletle dağıtırdık. Uzak olanları da posta yoluyla dağıtırdık. Camilerin önüne gider gazete satardık. O günlerde günlük bir gazetenin çıkarılması gündemdeydi. Hatta bizlerle isim konusunda istişareler yapıldı. İttihat’da yeni çıkacak olan günlük gazetenin adının “Yeni Asya” olduğuna dair bir duyuru ilânı çıktı. İttihat otobüsle Konya’ya gelirdi. Yeni Asya ilk çıktığı zaman dağıtım firmalarıyla anlaşılamadığı için yine bu gazete de otobüsle Konya’ya gelmeye devam etti. Otobüsten alıp dağıtıyorduk. Yine 500 civarında Yeni Asya geliyordu. Biz dağıtım işini yapıyorduk. Ben üniversite eğitimi için Konya’ya gelmiş bir kişi olarak bisiklete binmesini bilmiyordum. İlk önce İttihat daha sonra da Yeni Asya gazetesini dağıtmak için bisiklete binmeyi öğrendim orada. Bu arada Eğitim Enstitüsü’nü okurken 12 Mart olayları oldu. Risâle-i Nur ile yakalandığım için iki defa mahkemelik oldum. Rahmetli Bekir Ağabey geldi dâvâlarıma girdi. Beraatla neticelendi. Bunlardan sonra bir yolculuk esnasında bir askerle sohbet ederken bende Gençlik Rehberi vardı. Merak etti. Ben de hediye ettim. Sonra askerin üzerinde yakalanmış. Önce askeri mahkemeye verdiler. Sonra terhis olunca sivil mahkemeye gitti. Sivil mahkemeye bir sefer gittik. İkinci duruşmada, o vatandaş trafik kazasında vefat edince dâvâ düştü. Yani Risâle-i Nur propagandası yapmaktan mahkemelere düştük.

Bunca gazete varken sizin için Yeni Asya’yı özel kılan nedir? Yerine göre dağıtıcısı, okuyucusu ve yazarı oldunuz. 40 yıldır bu gazeteyi takip

etmenizin sebebi nedir?

Öncesinde de gayrimeşrû bir yaşayışımız yoktu, ama evvelâ İttihat ondan sonra da Yeni Asya istikametimi bulmamda bana yardımcı oldu. İslâmî bir yaşayışa girmemize vesile oldu. İslâmiyeti ben bu gazete ile tanıdım. İslâmî yaşayışı ve İslâmî şuuru, İslâmî düşünceyi, İmanî hayatı İttihat, ondan sonra da Yeni Asya ile buldum. İman ve Kur’ân hakikatlerini en güzel açıklayan 20. asrın ve bütün asırların en büyük ve en mükemmel tefsiri olan Risâle-i Nur’u bu gazete ile tanıdım. Dolayısıyla bunu bırakmam mümkün değil. Ayrılmam mümkün değil. Benim hayat bağım yani. Hatta Konya’da iken Said Gecegezen Ağabeyin yanına gelip giderdim. O tarihlerde İktisat Profesörü Sebahattin Zaim’in gazetede bir röportajı çıkmıştı. Gecegezen Ağabey o röportajı bana da göstermişti. Aklımda kalan güzel bir cümle vardı: “İslâma değil, imana dönmek lâzım” diye. Bu cümle beni çok etkilemiştir.

Yeni Asya yazarlığınız nasıl başladı?

Benim orta okul dönemimden beri yazı yazmaya bir meylim vardı. Kompozisyon ödevlerimi itina ile yazardım. Öğretmen okulunda okurken Kültür Edebiyat Kolunda görev yapmıştım. Sınıfımızda uzun süre duvar gazetesi çıkardım. Aşağı yukarı 30 hafta duvar gazetesi şeklinde sınıf gazetesi çıkardık. Bunun için sürekli yazı yazma mecburiyeti vardı. Bu durumu Eğitim Enstitüsünde biraz daha geliştirdim. Hocalarımla yazı konularını konuşur tartışırdım. Bu arada yazdığım bazı şiirlerimi İttihat gazetesine gönderdim. Daha sonra da Yeni Asya’ya yazılarımı gönderdim. Yeni Asya’da ilk yayınlanan yazım millet kürsüsüne gönderdiğim bir yazımdı. Daha sonra sık sık aralıklarla yazılar göndermeye başladım.

1970’li yıllarda tefekkürî anlamda haftalık yazılarım çıktı. Bir ara 15 günlük seriler halinde “bir dostla gezinti” başlığı altında dizi yazım yayınlandı. Onun haricinde 1975 yılında Erzurum’da ikinci defa üniversiteyi okurken Risâle-i Nur hakkında bir incelemem oldu. O çalışmayı da “Bediüzzaman’ın şah eser hizmetleri” başlığı ile hazırlamıştım. Gazetemizde “Risâle-i Nur’da müsbet ilim” başlığı altında 1.5 aydan fazla tefrika edildi. Resmî görevim sebebiyle bu yazılar müstear isimle yayınlandı. Eğitim öğretim konularında mesleğimle ve branşımla ilgili epey yazılar yazdım ve bu yazılar gazetemizde yayınlandı. Çok fazla olmamakla beraber zaman zaman şiirlerimde çıktı. Makalelerimden bazıları eski Köprü ve Bizim Aile Dergilerinde kapak konusu olarak yayınlandı. Çalışmalarımı maalesef istememe rağmen kitap haline getiremedim. Bu arzumu, değişik maniler çıktı bir türlü gerçekleştiremedim….

Yeni Asya ile yakından ilgili bir okuyucu ve yazar olarak gazetemizle ilgili unutamadığınız, sizi çok etkileyen bir hatıranız var mı? Bunu

okuyucularımızla paylaşır mısınız?

Ben İttihat gazetesinden itibaren gazete okuyan birisiyim. Daha sonra Yeni Asya günlük olarak yayınlanmaya başlayınca çok sevindik. Ben İttihadı da Yeni Asya’yı da alırdım. Bazen fazla alırdım. Fazla olan gazeteleri bazen öğretmen okulunda beraber okuduğumuz arkadaşıma gönderiyordum. Bu arkadaş yakın köylümüz olduğu için Bolu’daki öğretmen okulundan itibaren tanışıyorduk. Ben gazetelerden posta yoluyla bu öğretmen arkadaşa gazete gönderiyordum. Kendim öğretmen okulu son sınıfta namaza başlamıştım. Ona da “Namaza gidelim” derdim. O “Ben okul bittikten sonra kılacağım” derdi. Kendisine yakınlık duyduğumdan gazete gönderirdim. Fakat bu arkadaş benim gönderdiğim gazeteleri alınca okumadan alıp evin bir köşesine atıyormuş. Orada gazeteler birikmiş. Benim gazete gönderdiğim kişinin birlikte kaldığı bir öğretmen ev arkadaşı var. Onun uzun süredir çare bulamadığı bir hastalığı varmış. Ne yaptıysa ettiyse hastalığına bir türlü çare bulamamış. Gitmediği doktor kalmamış, ama bir türlü çare bulamamış. Bir gün evde otururken can sıkıntısından odanın içinde biriken Yeni Asya’lardan birisini açıyor. Biraz da merakla gazete sayfalarını çevirirken Yeni Asya’da “Doktorunuz diyor ki!” diye bir köşe vardı o zamanlar. Burası hasta öğretmenin dikkatini çekiyor. Bu köşeyi Rahmetli Dr. Sadullah Nutku Ağabey yazardı. Bu köşede yazılanları dikkatli bir şekilde okuyor. Kendi kendine, “Acaba benim derdime derman olacak bir şey var mı?” diyerek okumaya devam ediyor. Derken bir gün Sadullah Ağabeyin bir tavsiyesini kendi rahatsızlığı ile ilgili uyguluyor. Ve şifa buluyor ve hastalığından kurtuluyor. Bunun üzerine benim gazete gönderdiğim arkadaş, “Ya bu ne biçim gazeteymiş?” diye okumaya başlıyor. Ve o gündür, bugündür hâlâ yaklaşık 40 senedir gazetemizi okuyan, hizmetlerde bulunan bir arkadaş haline geldi. Tabiî ben onunla hiçbir zaman irtibatımı kesmedim. Sürekli irtibat halinde oldum. Sürekli kitap gönderdim. Ziyaretine gittim. Bu arkadaşımız ondan sonra bizim yayınlarımızı kendisi almaya başladı. Şimdi Bartın’da yaşıyor. Hizmetlerle ilgileniyor. Kendisi ve hanımı ikisi de emekli öğretmen. Bu arkadaş diğer hasta olan öğretmen arkadaşı vasıtasıyla gazetemizle tanıştı. Dolayısıyla Risâle-i Nurlarla tanışmış oldu. Ve aile boyu hizmet ehli oldular. 4-5 tane kardeşleri var. Hepsi Risâle-i Nurları okuyan talebeler oldular. Ben sürekli takip edip ilgilendim. Bunun üzerine gazetemizi sürekli okudular ve böylece İslâmî bir yaşantı içerisine girmiş oldular aile boyu.

Zaman zaman Yeni Asya sıkıntılar yaşadı. Adını değiştirerek yoluna devam etti. Bu dönemlerde neler yaşadınız? Farklı gazetelere ve hizmet gruplarına yöneldiğiniz oldu mu?

Bana soranlara diyorum ki, ben 1950 doğumluyum, ama 1946 demokratıyım diyorum. Onun gibi çıkmadan önce Yeni Asyacıydım. Hâlâ Yeni Asyacıyım. Yeni Asya’ya devam. Hiçbir yalpalamamız olmadı. Çok arkadaşlara da yalpalamamaları konusunda yardımcı olduk. Şahsî hayatımında bir takım hatalarımız, yanlışlarımız şu bu olmuştur, ama hiçbir zaman istikametimizi kaybetmedik. Muhafaza etmek için çabaladık.

MUSTAFA GÖKMEN

27.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (26.02.2009) - “Yeni Asya’nın yeri doldurulamaz”

  (25.02.2009) - YENİ ASYA İLE DİK DURUYORUM

  (23.02.2009) - “CİHAD”DAN SEKÜLARİZME

  (22.02.2009) - YENİ ASYA’NIN KIRK YILLIK OKUYUCULARI HATIRALARINI ANLATIYOR

  (21.02.2009) - “Yeni Asya içinde bulunmak,hayatımın en güzel hatırası”

  (18.02.2009) - “MİZANSEN Mİ?” ŞÜPHESİ ORTAYA ÇIKTI

  (17.02.2009) - Ergenekon’u bekleyen tehlikeler

  (16.02.2009) - 99'DAN SONRA SİVİLLEŞME

  (09.02.2009) - RESMî İDEOLOJİ SORGULANMALI

  (03.02.2009) - İTİRAFÇININ SÖZLERİ YENİ DEĞİL

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır