18 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Dizi Yazı

Kaptanın seyir defterinden altı ayda altı kıta. - Vebi Horasanlı - 6

AVRUPA’DA ENDÜLÜS İZLERİ

Temizlik kültürünü bugün bile tam olarak öğrenemeyen Avrupalılara, Endülüslüler öğretmen olmuş, yüz binlerce insanın salgın hastalıklardan dolayı ölmesinin önüne geçmişlerdi. Zira o dönemde Avrupalılar o kadar cahil idiler ki mikropların varlığından habersizdiler. Hastalıkların sebebi olarak cinlerin insanın içine girdiklerini zannediyorlardı.

Doktor olarak büyücüleri vardı. Onlar da tedavi olarak insanları ateşe atarak hastalıkları önlemeye çalışıyorlardı.

Pozitif bilimlerde de; yani fizik, kimya ve matematik gibi alanlarda da Avrupa zırcahil idi. Sıfır sayısı bilinmiyordu ve hâlâ Romen rakamları ile toplama çıkarma yapmaya çalışıyorlardı.

Bu büyük uygarlık yani Endülüs, yedi asır sonra çöktü ve hiçbir Müslüman kalmayacak şekilde engizisyon mahkemeleri ile yok edilmeye çalışıldı. Şimdilerde yeniden Endülüs Uygarlığı araştırılıyor ve Avrupa’nın gelişmesindeki önemli rolünden dolayı araştırmacıların hayranlığını kazanmış durumda.

Gibraltar, İngiliz dominyonu olmasına rağmen küçük bir devlet olarak da düşünülebilinir. Köşesinde Britanya Krallığı sembolü olan ve kırmızı zemin üzerinde beyaz renkli hisar şeklinde bir bayrakları var. Bu ülkeye niçin Gibraltar (Cibraltar diye okunuyor) denilmiş biraz da o konuya değinmeye çalışayım.

Asıl ismi Cebelitarık olan bu yarımada İngiliz dilinde bozularak Gibraltar adını almış. Peki, neden acaba Ceziretü Tarık değil de Cebelitarık, yani yarımada değil de dağ denmiş biliyor musunuz?

Çünkü bu yarımada üzerinde adeta yekpare bir taşa benzeyen bir dağ var. Dağın batı tarafı küçük bir körfeze bakıyor ve tek yerleşim yeri de burada bulunuyor. Bu ülkeye şehir-devlet denilebilir zira başka bir yerleşim yeri yok.

Cebelitarık yarımadaya göre oldukça yüksek bir dağ ve belirli bölgelerde denize 90 derece eğimle iniyor yani sarp uçurum. İngilizler bölgede su imkânı kısıtlı olması sebebiyle dağın yamacına yağmur göletleri kurmuşlar. Ayrıca dağın içi askerî maksatlı tünellerle dolu.

Dağın tepesinde bir gözlemevi var. Stratejik önemi dolayısı ile İngiltere bu yarımadayı hiçbir zaman gözden çıkarmamış. Burada İspanya ile kavgalı olmasına rağmen asla toprağından vazgeçmek istemiyor.

İspanyolların İngilizlerden nefret ettiğini anlamak için uzman olmak gerekmiyor. Zira Yarımada her taraftan ablukaya alınmış. Karadan giriş çıkış son derece sınırlı. Genellikle deniz ve hava yolu ile giriş çıkış yapılıyor.

İspanya ile sınır neredeyse birkaç yüz metre boyunda. Yarımada ile “nötral zon” dedikleri ara bölge var. Bu bölgenin hemen yanında denizi doldurarak elde edilmiş küçük bir havaalanı var. Havaalanı küçük ama uçaklar devamlı inip kalkıyor. Zira ada geçimini daha çok turizmden sağlıyor. Balıkçılık ve akaryakıt temini de önemli bir geçim kaynağı olmuş.

Dağın güneyine “Europoint” adını vermişler. İlginç olan şey burada mimarisi çok güzel olan büyükçe bir camii var. Cemaati de var mı bilemiyorum zira yeterli vakit olmadığı için ziyaret edemedim.

Adada az sayılmayacak kadar Mağripli Müslüman yaşıyor. Şehri gezerken sık sık karşımıza çıkıyorlardı, selâmlaşıyorduk. İşyeri sahibi olanları da var. Akşam ezanını duydum fakat camiye yetişmek kısmet olmadı zira yakıt alımı bittiği için gemiye dönmek zorundaydım. Bir başka sefere nasip diyerek ayrılmak gerekti.

Bu arada küçük alış verişler de yapma fırsatı buldum. Beraber gezdiğimiz elektrik zabiti kulübeden telefon ediyordu. Babası sormuş Cebelitarık neresidir diye? Ben de Fas ile İspanya arasında bir yer dedim. Bir anda dükkân sahibi elini ağzına götürerek yavaş sesle konuşmamızı istedi. Elektrik zabiti şaşırmıştı ona İspanya adını telâffuz etmemesini söyledim.

Daha sonra dükkâncıya “niye konuşmayalım ki?” dedim. Bana İspanya’nın adını anmanın iyi olmadığını sorun çıktığını anlatmaya çalıştı. Demek ki İspanyollarla Avrupa Birliği’nde beraber oldukları halde bu bölgede ciddî problem yaşıyorlar.

İspanyolların güneylerinde bir çivi gibi duran bu ülkeden şikâyet etmeye hiçbir hakları yok. Zira kendileri de Ceuta ve Melila’da Fas devletinden benzer şekilde kara parçası almışlar. Gibraltar’a egemenlik vermek istemiyorlar ise kendilerinin de bu topraklardan çıkması gerekir. İngilizler, Gibraltar’da gerekli nüfus yoğunluğunu sağlayamadıkları için adaya Arap göçmen kabul ediyorlar. Güneydeki cami de bunun bir göstergesi. İspanya’ya karşı Arap kartını ortaya sürüyorlar. Buna mecburlar aksi takdirde adada yaşayacak İngiliz bulamayacaklar. Yukarıda değindiğim gibi İspanyol ablukası çok şiddetli. Ellerinden gelse nefes bile aldırmayacaklar ama yarımadada uzun yıllar boyunca kendi kendine yetecek kadar stok var. Sularını bile yağmurdan elde ediyorlar. Yakıtımızı bile ucuz olduğu için buradan aldık diğer şeyleri varın siz hesap edin.

İşte Cebelitarık boğazına adını veren ve Akdeniz ile Atlas Okyanusu arasında böylesine küçücük bir devletçik var. İngilizler her ne pahasına olursa olsun buradan vazgeçmek istemiyor. Fakat egemenlik için en önemli faktörlerden biri nüfus. Eğer halk yok ise bir toprak parçasını elde tutmak o kadar zor bir iş ki; İngilizlerin düştüğü durum ortada.

İngiltere, sadece Gibraltar da değil dünyanın birçok yerinde benzer bir sorunla karşı karşıya kalmış durumda. Kanada’dan Avustralya’ya, Güney Afrika Cumhuriyetinden Malvinas’a kadar yönetimi elinde tutmak için insan unsuruna ihtiyaç duyuyor. Bu konuda en büyük desteği Müslümanlardan alıyor. Çünkü Müslümanlar diğer toplumlara göre daha medeni ve uysal. İngiltere Veliahdı Prens Charles’ın Müslümanlığa ilgi duymasının sebeplerinden biri bu husus olmasın sakın…

Her ne ise yolumuz Cebelitarık’a geldiği için bu ülke ile ilgili hatıralarımı bu şekilde nakletmek istedim. Gibraltar’da yakıt ikmalimizi tamamladıktan sonra İspanya’nın Huelva limanına vardık. Burada ekonomik krizin ne derece dehşetli boyutlara vardığını bir kere daha gözlerimle görmüş oldum zira koskoca liman neredeyse bomboştu.

Kılavuz kaptanımız eskiden gelen gemilerin yanaşmak için günlerce beklediğini fakat şimdi gemi olmadığı için hemen yanaştırdıklarını söyledi. Gerçektende bizim büyüklüğümüzde en az 50 gemi alabilecek limanda tek tük bir iki gemi vardı. Koskoca rıhtıma yalnız başımıza yanaştık.

Tahliye de pek çabuk sona erdi. 20 bin tonluk tahıl yükünü bir gün içinde boşalttılar. Bu arada Port State Kontrol adını verdiğimiz liman devleti kontrolü de geldi ve başarılı bir şekilde bu denetimimizi de tamamladık.

Bu ve benzer kontrollerde çok yararını gördüğüm bir hususu söyleyeyim. Hani Nasrettin Hoca’nın “ye kürküm ye” dediği ve insanların kılık kıyafetten ne derece etkilendiğini anlatan bir fıkrası vardır. İşte onun gibi denetimciler ki; biz denizciler “sörveyör” adı veririz, üniformadan çok etkilenirler. Gemimize geldiklerinde bütün personele üniforma ve iş kıyafetlerini giydiririm. Bu durumu işlerin ciddiyetle yapıldığının bir göstergesi olarak algılayan sörveyörler denetimleri esnasında geminin tutuklanmasına yol açabilecek durumlardan kaçınırlar. Raporlarına herhangi bir madde yazsalar bile belirli bir süre içinde kolaylıkla yapılabilecek maddeleri yazarlar. Nitekim bu denetlememizde de aynen böyle oldu.

Bu arada İspanya’da ekonomik krizin bir göstergesi olabilecek ilginç bir durumu söyleyeyim. Kargo şirketi ile gemimize yedek parçalardan oluşan 7-8 kiloluk bir paket gelmişti ve acentemiz bu malzemeyi getirmek için yaklaşık 1100 Amerikan Doları para istedi. Normalde 10–20 Dolara halledilecek bir iş için bu kadar çok para istedikleri için “masraflarını bizden çıkarmak istiyorlar” düşüncesine kapıldım. Bu yüzden hastaneye gidecek personelimi dahi bir sonraki limanda göndermek zorunda kaldım.

Acentemiz her halde krizden çok etkilenmiş olacak ki; işsizlikten dolayı böylesine yüksek bir para istiyordu. Fakat sonunda yine kendileri zararlı çıktı. Mecburen sadece kargoyu teslim almak zorundaydım ve paralarını peşin istedikleri için gemi kasasından ödedim. Fakat diğer bütün işlerimi iki gün sonra varacağım Portekiz limanına erteledim. Nitekim burada çok az bir masraf ile gemi ihtiyaçlarını karşılamış olduk.

PORTEKİZ

İspanya’dan ayrılarak bir gün içinde Portekiz’in Leixoes Limanına vardık. Burada 6 gün boyunca Arjantin’den getirmiş olduğumuz tahıl yükünü boşalttık.

Leixoes şehri, Porto şehrine çok yakın hatta iç içe geçmiş denilebilecek bir liman şehri. Tramvaylar ile Porto’ya gitmek mümkün. Burada gördüğüm en ilginç yer, baskül şeklinde açılıp kapanan köprü. Bu köprü bir dakikada açılıp yine aynı süre içinde kapanabiliyor. Köprü sayesinde limanın ikiye böldüğü Metasintos ve Leixoes şehirleri birbirine bağlanmış durumda.

Liman bizim gemimize göre oldukça küçük sayılır. İğnenin deliğinden geçer gibi manevra yaparak tahliye yapacağımız rıhtıma yanaştık. Zira benim gemimin boyu 180 eni 28 metre olduğu halde köprü ayakları en fazla 50 metrelik. Birde 200 metrelik bir alanda koca gemiyi çevirmek zorunda kaldık.

Bütün bu manevralar bir yana köprünün dibine kadar geldiğimizde hâlâ kapalı hâlde bulunuyordu. Tabi oldukça heyecanlı anlar yaşadım.

Köprüdeki araç ve yaya trafiği bizim geldiğimizi gördükleri hâlde hâlâ durmamıştı. Aradan kaçan yolcular köprünün açılmasını geciktiriyordu. Nihayet 100 metre kala köprü açıldı ve kazasız belâsız geçip manevramızı yaparak rıhtıma yanaştık.

Bizim Galata Köprüsüne benzeyen bu köprü, en fazla 15 dakikada yeniden trafiğe açılabiliyor. İki yıl önce hizmete girmiş. Dünyada bu kadar seri bir şekilde açılıp kapanan köprü var mı, bilemiyorum fakat teknoloji ve mimarlık bakımından mükemmel bir eser olduğu kesin.

Portekiz, tam 800 yıl İslâm uygarlığı ve medeniyeti altında kaldığı hâlde ne yazık ki bir tane eser bile ortada görünmüyor. Engizisyon mahkemeleri insanları öldürdüğü gibi eserleri de yakıp yıkmış.

İspanya ve Portekiz’de, Yahudilere göç etmeleri için belirli bir süre tanındığı hâlde Müslümanlara hiç acınmayarak bu hak bile tanınmamış. Zorla din değiştirmeye zorlanan Müslümanlar, ya işkence ile öldürülmüşler ya da dinlerini gizleyerek yaşamak zorunda kalmışlardı. Çok küçük bir azınlık ise Türk denizcileri sayesinde Cezayir ve Osmanlı topraklarına kaçmayı başarabilmişti.

İşte büyük acıların yaşandığı bu topraklarda şimdi ne bir Müslüman ne de bir cami var. Lâkin Portekiz halkı şaşılacak derecede Araplara benziyor. Kıyafetlerini ve evlerini değiştirsen kendini bir Arap ülkesinde zannedeceksin. Her halde bu benzerlik yüzyıllarca süren Endülüs uygarlığından kaynaklanıyor.

İspanya ile Atlas Okyanusu arasına sıkışmış bu ülkede 10 milyon insan yaşıyor. Ekonomisi AB sayesinde oldukça gelişmiş. Evleri en fazla iki üç katlı ve çok güzel. Leixoes ve Porto şehirden ziyade bir kasabayı andırıyor. Sokakları temiz ve bakımlı. Dükkânları oldukça çok ve her şeyi bulmak kolay. Lâkin diğer ülkelere göre oldukça pahalı.

Halkın dilinde hep M. United’ın Real Madrid’e sattığı Ronaldo, var. 100 Milyon dolara yakın bir paraya satıldığı söylenen bu futbolcu, ülkenin en meşhur kişisi. Reklâm tabelâlarında da boy gösteriyor. Ne diyelim Real Madrid’e hayırlı olsun.

—DEVAM EDECEK—

18.10.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (17.10.2009) - Kaptanın seyir defterinden altı ayda altı kıta. - Vebi Horasanlı - 5

  (16.10.2009) - Kaptanın seyir defterinden altı ayda altı kıta. - Vebi Horasanlı - 4

  (15.10.2009) - Kaptanın seyir defterinden altı ayda altı kıta. - Vebi Horasanlı - 3

  (14.10.2009) - Kaptanın seyir defterinden altı ayda altı kıta. - Vebi Horasanlı - 2

  (13.10.2009) - Kaptanın seyir defterinden altı ayda altı kıta. - Vebi Horasanlı

  (11.10.2009) - Singapur ileride, biz neredeyiz?

  (10.10.2009) - Bediüzzaman ın görüşleri ışığında Kürt Sorunu na demokratik çözüm.- HAZIRLAYAN: RİSALE-İ NUR ENSTİTÜ

  (09.10.2009) - Resmî ideolojiden arınmış, DEMOKRATİK EĞİTİM

  (08.10.2009) - DEVLET ETNİK KİMLİKLERE BİNA EDİLEMEZ

  (07.10.2009) - Bediüzzaman,BİRLİK için çalıştı

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.