11 Kasım 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Size verdiğimiz Kitaba kuvvetle sarılın ve ondaki hükümleri hatırdan çıkarmayın. Böylece Allah'ın yasaklarından sakınmış, dünya ve ahiret azabından korunmuş olursunuz.

Bakara Sûresi: 63

11.11.2009


Açılan çığır, fıtrat kanuna uygun olmalı

İkinci İşâret

Tenkitkârâne bir suâle cevaptır.

Ehl-i dünya tarafından deniliyor ki: “Sen neden bizden küstün? Bir defa olsun hiç müracaat etmeyip sükût ettin. Bizden şiddetli şekvâ edip ‘Bana zulmediyorsunuz’ diyorsun. Halbuki bizim bir prensibimiz var, bu asrın muktezâsı olarak hususî düsturlarımız var. Bunların tatbikini sen kendine kabul etmiyorsun. Kanunu tatbik eden zâlim olmaz. Kabul etmeyen isyan eder. Ezcümle, bu asr-ı hürriyette ve bu yeni başladığımız cumhuriyetler devrinde, müsâvât esası üzerine tahakküm ve tagallübü kaldırmak düsturu bizim bir kanun-u esâsîmiz hükmüne geçtiği halde, sen kâh hocalık, kâh zâhidlik sûretinde teveccüh-ü âmmeyi kazanarak, nazar-ı dikkati kendine celb ederek, hükûmetin nüfûzu haricinde bir kuvvet, bir makam-ı içtimâî elde etmeye çalıştığın, zâhir halin ve eski zamandaki mâcerâ-yı hayatının delâletiyle anlaşılıyor. Bu hal ise, şimdiki tabirle, burjuvaların müstebidâne tahakkümleri içinde hoş görünebilir. Fakat bizim tabaka-i âvâmın intibahıyla ve galebesiyle tezahür eden tam sosyalizm ve bolşevizm düsturları bizim daha ziyâde işimize yaradığı için o sosyalizm düsturlarını kabul ettiğimiz halde, senin vaziyetin bize ağır geliyor, prensiplerimize muhâlif düşüyor. Onun için sana verdiğimiz sıkıntıdan şekvâya ve küsmeye hakkın yoktur.”

Elcevap: Hayât-ı içtimâiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkîde muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer. Madem kânun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fıtrat-ı beşeriyeyi değiştirmek ve nev-i beşerin hilkatindeki hikmet-i esâsiyeyi kaldırmakla, mutlak müsâvât kanunu tatbik edilebilir.

Evet, ben neseben ve hayatça âvâm tabakasındanım. Ve meşreben ve fikren, müsâvât-ı hukuk mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adaletle, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdat ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhâlefetle çalışanlardanım. Onun için, bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.

Fakat nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsâvât-ı mutlaka kanununa zıttır. Çünkü Fâtır-ı Hakîm, kemâl-i kudret ve hikmetini göstermek için, az birşeyden çok mahsulât aldırır ve bir sayfada çok kitapları yazdırır ve birşeyle çok vazifeleri yaptırdığı gibi, beşer nev’i ile de binler nev’in vazifelerini gördürür. İşte o sırr-ı azîmdendir ki, Cenâb-ı Hak, insan nev’ini, binler nevileri sümbül verecek ve hayvânâtın sair binler nevileri kadar tabakât gösterecek bir fıtratta yaratmıştır. Sair hayvânat gibi kuvâlarına, lâtifelerine, duygularına had konulmamış; serbest bırakıp hadsiz makâmâtta gezecek istidat verdiğinden, bir nevî iken binler nevî hükmüne geçtiği içindir ki, arzın halîfesi ve kâinatın neticesi ve zîhayatın sultanı hükmüne geçmiştir.

İşte, nev-i insanın tenevvüünün en mühim mayası ve zembereği, müsâbaka ile, hakikî imanlı fazîlettir. Fazîleti kaldırmak, mâhiyet-i beşeriyenin tebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir. Evet, şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdadı yaşayan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya lâyık iken ve halbuki o tokada müstehak olmayan gayet mühim bir zâtın yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu sözün,

Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı hürriyet?

Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyetten!

sözünün yerine, bu asrın yüzüne çarpmak için ben de derim:

Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı hakikat?

Çalış, kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyetten!

Veyahut,

Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı fazilet?

Çalış, vicdanı kaldır, muktedirsen âdemiyetten!

Târihçe-i Hayat, s. 164,

LÛGATÇE:

müsâvât: Eşitlik.

tagallüb: Gâlib gelme, baskı kurma.

zâhid: Zühd ve takva sahibi.

tenevvü’: Çeşitlenme

bîdâd: Adaletsizlik.

11.11.2009


Yeryüzünün gözbebeğine doğru

[Her vakit dönüyoruz ya vechimizi,

Daima onda kalmak, onun etrafında dönmek

ve o yoldan gayrısına hiç dönmemek niyetine…]

“Şimdi bak, onun neşrettiği nur ile, mâtemhane-i umumî, şevk u cezbe içinde bir zikirhaneye inkılâb etti…

“Hem o nur ile, kâinattaki harekât, tenevvüât, tebeddülât, tegayyürat, mânâsızlıktan ve abesiyetten ve tesadüf oyuncaklığından çıkıp, birer mektubat-ı Rabbaniye, birer sahife-i âyât-ı tekviniye, birer merâyâ-i esmâ-i ilâhiye ve âlem dahi birer kitâb-ı hikmet-i Samedâniye mertebesine çıktılar…

“Demek, o nur olmazsa, kâinat da, insan da, hattâ her şey dahi hiçe iner.“

(Mu’cizât-ı Ahmediye’nin Birinci Zeyli)

***Gözbebeğim… Yüzümün yüzüne ne güzel de kondurulmuş…. Yüzüm vücudumda ve beş duyu organım yüzümde ne kadar nizamla nakşedilmiş… Ve gözbebeğim yüzümün vadisinde duran güzel bir nokta…

Öyle bir nokta ki… Görüyor… Uzun uzun noktalarla biten cümleleri. Öyle bir nokta ki; kendisine siyah ama kendisi için gelenlere gayet derecede açık ufuklu aydınlık. Gözbebeğim böyle işte kendisi siyah ama önümü gösteren ışık o.

***

Yeryüzü ne kadar da güzel yapılmış.

Kâinat muhteşem bir saray gibi.

Dünya, sultanların nezih ve enfes bahçesi gibi.

Dağlar yeryüzünün nefes alan bir ağzı gibi, nefes alıyor ya işte öyle devam ediyor dünyanın hayatı.

Yeryüzüne öyle güzel bir libas giydirilmiş ki…

Gözleri hayrette bırakan envâi çeşit bitkiler, enfes kokusuyla bizi kendisine çeken çiçekler, nakış nakış dokunmuş bir halı gibi serilmiş yerin yüzüne… Binlerce canlı, binlerce bitki rızıklandırılıyor yerin üstünde.

Hayvanat ve nebatat kendilerine mahsus takındığı elbise, silâh ve rızıklarıyla tüm her şeye hayat dağıtıyor. Öyle bir muhabbet hali ki, kainatta aşk-ı hakikinin tecellisi olan binlerce muhabbet hali yaşanıyor.

Bulut toprağa, bitkiler hayvanlara ve hepsi birden insanlara her şey ama her şey birbirine hayatı yetiştiriyor. Kâinat el ele cezbe halinde bir şeylerin etrafında dönüyor. Kâinat ve içindeki tüm mevcudat muhabbetle yardımlaşıyor.

Ya yeryüzünün gözbebeği…

Ya yeryüzüne önünü gösterecek ebedî nur, ışık…

Ya yeryüzündeki hayatı, muhabbeti ebedîleştirecek sonsuz hayat iksiri…

Ya kâinattaki bu sevgi halkasına ebedî muhabbeti katacak ebedî aşk kaynağı…

Ya… ya.. ya.. ya…

Ya yeryüzünün göz bebeği…

Nerede?...

O olmasa âlem önünü göremez ki…

Varlıklar hayat bulamaz ki…

Kâinattaki muhabbet hali devam edemez ki…

Biter hepsi, tökezler ve önünü göremeyen âlem karanlığa düşer…

İşte bunun için verildi Kâbe yeryüzüne...

Bunun için verildi:

Gözbebeği olsun diye,

Hayat olsun diye,

Muhabbetler bakileşsin diye,

Kalpler sevgiyle huzur bulsun diye

Sıkılan, daralan, korkan ruhlar ferahlasın teselli bulsun diye…

Ve kâbe gözbebeği oldu dünyanın,

Âdem onla açtı ubudiyet yolunun kapısını

Âdem, Kâbesiyle teselli buldu.

Âdemoğlu Kâbenin etrafında döndü

Sardı insanoğlunu Kâbe

Sardı, sardı, sardı…

Bir anne gibi

Bir dost gibi

Ebedî rahmetiyle…

İbrahim (as) yürüdü yürüdü yürüdü…

Çöl sıcaklığında bir Kâbe serinliğiyle duruldu.

Hacer aradı, aradı, aradı…

Karanlıklarını onunla yadınlattı…

Ve Hacer, aradıklarını Kâbe’nin yanıbaşında buldu.

Zem zem. Aradığını bulanların sevinç gözyaşları gibi berrak, saf ve temiz insanlığa sunuldu.

Abdulmuttalib’in nesil aradığı,

Hacer’in hayat aradığı,

Hatice’nin bir dost aradığı

Hz. Muhammed’in (asm) yalnız kaldığında tesellicisi hep ama hep Kâbe oldu.

Kâbe Allah’ın (cc) evi idi ya.

Allah, evine gelen misafirlerine yol açtı. Allah’ın evine gelen herkes ne aradı ise, ne istedi ise, tüm engelleri, karanlıkları açacak ışığı Kâbe’de buldu.

Kâbe siyah idi ama; yeryüzünün gözbebeği oldu.

Şimdilerde yeryüzünün gözbebeğine gidenleri duyuyorum, seviniyorum.

Bu çalışmayı, Sevgili’yi (asm) çağırma niyetine, Sevgili (asm) bizi de çağırsın diye yazıyorum.

Şimdi biz—maddeten olamasa da—yeryüzünün gözbebeğine doğru gidiyoruz…

Bismillahi Allahuekber!

Etrafında dönüyoruz…

Kâbeden, o ruh halinden hiç dönmemek niyet ediyoruz…

Gidenlere gönülden selâm…

Kalanların gönlüne Kâbe’yi çağırıyoruz…

Âmin. Âmin. Âmin.…

CİHAN CAMBAZ - [email protected]

11.11.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.