17 Kasım 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Telekulak kavgası neyin savaşı?

“BİR hakim bir savcı hikayesi mi” başlığı ile 7 Ekim günü bu köşede yaklaşan fırtınanın haberini vermiştik. Ankara, özellikle de yargı kulisleri çok hareketliydi. YARSAV Başkanı Ö. Faruk Eminağaoğlu dinlendiği iddiasıyla mahkemeye başvurmuş, Osman Kaçmaz da TİB’de inceleme yapılmasına karar vermişti.

Rutin bir işlem gibi görünen bu karar öncü deprem gibiydi. Neler olabileceği yönündeki kulisleri aktardıktan sonra “Kaçmaz’ın mahkemesi el bombasının pimini çekip yargının kucağına bıraktı” demiştik.

Son bir haftadır yaşananlar duyumları teyit etti. Kaçmaz ve Eminağaoğlu’nun özelinden çıkan konu, bir anda yargı-hükümet kavgasına dönüştü. Tartışmaya siyasilerde katılınca tam bir kaos hali oluştu. Bir de Başsavcı Yalçınkaya “İnceliyoruz” dedi ve tablo tamamlandı.

Şimdi sırasıyla gidip ne olduğunu anlamaya/anlatmaya çalışalım. Ergenekon soruşturması sırasında elde edilen bazı bulgular ve teknik takipler sonucu birtakım yargı mensuplarının da dinlenilmesine karar verildi.

2008’de Adalet Bakanlığı müfettişleri 56 hakim-savcı ile ilgili dinleme talep etti. Mahkemeler talebi onayladı. 46’sı hakkında yapılan takip sonucu işlem yapmaya gerek görülmediği için dosyası kapatıldı. 10’u ile ilgili işlem devam ediyor.

Malum olduğu üzere Ergenekon soruşturmasında yargı mensupları ile birtakım Ergenekon sanıkları arasında sıkı ilişkiler olduğu ortaya çıkmıştı. Hatta sanıklardan Levent Göktaş’tan elde edilen 51 nolu DVD’de 91 Yargıtay üyesi hakkında çarpıcı bilgiler vardı. Kent Otel toplantıları ve HSYK üyeleriyle bazı sanıkların birlikte fotoğrafları ortaya çıkmıştı. Yani birtakım isimlerin takibi için ‘makul şüphe’ mevcuttu. Burada esas olan dinleme değil dinlemelerin ciddi gerekçelere dayanıp dayanmadığı.

Kaldı ki tüm süreçler hukuka uygun yapılmış. Bütün gürültü ise Osman Kaçmaz ve Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun ihraç istemiyle HSYK’ya sevkiyle başladı. Fakat tartışma ustaca bir manevrayla iki yargı mensubunun kişisel hikâyesinden çok tüm yargı organlarını kapsar hale getirildi. Böylece hem HSYK hem de Yargıtay tartışmanın içine çekildi.

Burada önemli bir ayrıntının altını da çizmek şart. TİB’de yapılan incelemeden sonra dinleme kararı veren hakimler, mahkemeler deşifre edildi. Eğer TİB kayıtları tümden deşifre edilirse tam bir kaos doğacak. Yargı koridorlarında ‘hakimler için cadı avı endişesi’ yaşanıyor. Yasal kararlar hakkında telekulak muamelesi yapılarak kamuoyu yönlendiriliyor. Oysa telekulak denilen şeyi Ankara çok yakından tanıyor. Bir dönem Ankara emniyetinin bir katı korsan dinleme üssüne dönmüştü.

Burada sorulması gereken temel soru şu: Acaba ilgili hakim ve savcılar hangi gerekçelerle dinlendiler? Çünkü dinleme kararları üçer aylık periyotlarla alınıyor. Eğer ortada somut bir şeyler yoksa bu kararların uzatılmamış olması gerekirdi. Kaldı ki dinlemeler üzerine suçu sabit bulunmuş ve meslekten ihraç edilmiş hakim-savcılar var.

Bütün bu tartışmalar neden bu dönemde alevlendi? Herkesin üzerinde ittifak ettiği konu şu: Bu kavga bir telekulak tartışması ya da iki hakimin ihracıyla sınırlı değil. Ne olduğunu bilenler güz kararnamesine dikkat çekiyor. Hem Yargıtay hem de HSYK kavganın içine çekilerek “Bu Ergenekon savcıları da çok oldu artık” cephesine malzeme taşınıyor. Bilindiği gibi hakim ve savcılarla ilgili tek karar mercii HSYK. Ergenekon hakim/savcılarıyla Diyarbakır ve Erzurum başsavcılarının önümüzdeki kararnamede değiştirilmesi yönünde ciddi çabalar var. Özetle haziranda yaşadığımız atama krizini yine yaşayabiliriz.

ÇİÇEK DURSUN, ERGENEKONCULAR'I BIRAKIN!

Albay Dursun Çiçek’in serbest kaldığını duyan herkes “Nasıl yani” demekten kendini alamadı. Adeta suçüstü yapılan bir darbe girişimi var ve olayın faili ‘adresi belli’ denilerek serbest bırakılıyor. Üstelik yurtdışına çıkış yasağı bile konma ihtiyacı hissedilmedi.

Tam anlamıyla ‘bastırıp alma’ durumu söz konusu. Bütün hukukçular yaşanan ‘zorlamanın’ farkında. Fakat ortada açmazlar da var. Eğer Çiçek’in ‘yeri belli’ deyip serbest bırakırsak, cezaevlerinin boşalması lazım. Halen cezaevlerinde 100 binden fazla tutuklu ve hükümlü var. Bunlardan sadece 30 bini hakkında suç kesinleşmiş. Yani hüküm giymişler. 70 binin yargılaması sürüyor. Onlarda Çiçek Albay gibi tutuksuz yargılanabilirdi. Çiçek için uygulanan iyi niyet 70 bin kişiden neden esirgeniyor? O zaman bütün Ergenekon sanıklarının da serbest kalması lazım. Prof. Haberal’ın ya da Veli Küçük’ün farkı neydi?

'DERSİM'Cİ ÖYMEN YALNIZ DEĞİLMİŞ

İrtica ile Mücadele Eylem Planı’nı yollayan meçhul subay yalnız değilmiş. Üçüncü ve daha kapsamlı bir mektup çıktı. Bu kez beraberinde kallavi bir CD ile birlikte.

Dursun Çiçek’in başında olduğu psikolojik harekât ya da yeni adıyla Bilgi Destek Bölümü’nün çok iyi çalıştığını anlıyorsunuz. Klasörlerde yok yok. Haberlerde bir kısmını verdik. Fişlemeler, kara propaganda çalışmaları, sahte anketler vs. Fakat bugünlerin popüler tartışma konusuyla ilgili de bir bölüm dikkat çekici. Asker ‘Dersim 1937’ kitabının TSK personeline okutulmasını emretmiş. İlgili bilgi notu “Türkiye Cumhuriyeti’ne isyan eden bölücülerin sonu idam cezasıdır” şeklinde bitiyor. Yani CHP’li Onur Öymen yalnız değilmiş.

İhbarcı subayın gönderdiği CD’de çok şey var. Günlerce konuşulacaktır. Bir bütün olarak bakıldığında bir cuntanın varlığı ve kararlı bir şekilde çalıştığı ortada. Benim merak ettiğim Başbuğ’un bu faaliyetlerden haberi var mıydı?

Adem Yavuz Arslan, Bugün, 16.11.2009

17.11.2009


Kristal vazo tuzla buz oldu

Tarİhİn dipnotu gibi duran, bu nedenle kimilerince bilinse de pek de ışığı parlamayan bir hakikatin dipnot olmaktan tarihin manşetine fırlaması olayını yaşadık. Bu manşet birden bire bütün bir tarihi aydınlatıverdi.

Her şey o denli aşikâr ki, artık birisinin, bir çocuğun “kral çıplak” demesini bekliyorum diye yazmıştım ama doğrusu böylesi aklımın köşesinden bile geçmezdi. Rüyamda görsem inanmazdım. Hiç beklemediğim bir köşeden birisi çıkıverdi ve günahkâr bir bedende ilâhi adaletin sesini duyurdu.

CHP milletvekili Onur Öymen “kral çıplak” deyiverdi.

Hegel’in kulağını çınlatarak tarihin bir “ruhu” olduğuna bir kez daha “iman” ettim. ıo Kasım 2009 günü TBMM’de başlayan “Açılım” oturumu tarihin kendisini “açma” oturumu oldu. Birçok bakımdan tarihî oturum oldu. Bunu CHP gerçekleştirdi. Teşekkür borçluyuz. Bu teşekkürümde hiçbir kinaye ya da dil oyunu yok. Bütün içtenliğimle CHP’ye ve Onur Öymen’e teşekkür ediyorum.

Kristal vazoyu kırıp, tuzla buz ettiler.

Onur Öymen’in, CHP’nin kırıp tuzla buz ettiği kristal vazo Kemalist ideolojidir.

Bir daha asla yapıştırılamaz biçimde kırılmıştır.

Kaygım şu: Özellikle son bir yıldır, öylesine şaşkınlık verecek gerçekler üst üste gün ışığına çıktı ki, bir kanıksama yarattı. Bu nedenle kristal vazonun kırılmış olduğu fark edilmeyebilir. Bu nedenle bu tarihsel olayın anlamı üstünde ne kadar durulsa o kadar yeridir.

Bu konuşma herhangi bir zamanda değil, Kürt açılımı, Demokratik Açılım’ın TBMM’nin gündemine taşındığı bir zamanda yapıldı. Kaçınılmaz olarak her siyaset bu oturumda çözüm konusunda tutumunu söylemek zorundaydı, bundan kaçamazdı. CHP şimdiye dek hep kaçtı, çözüm konusunda ne düşündüğünü söylemedi. Fakat üst üste gelen açılımlar, “ortada hiçbir şey yok” politikasını git gide açığa düşüyordu.

Onur Öymen CHP’nin politikasını özlü biçimde ortaya koydu. Özü “Mesele vatansa analar teferruattır”.

MHP de aynı düşünüyor. AK Parti hükümeti ve DTP ise “Mesele anaların gözyaşlarını durdurmaktır” diyorlar.

“Mesele vatansa gerisi teferruattır” özlü sözü Kemalist ideolojiyi de özlü anlatır. İlk kez Kemalist ideoloji, bir Kemalist tarafından en yalın biçimde dile getirildi. Bugüne dek Kemalizm’i eleştirenler gizlenen ya da çarpıtılan pek çok gerçeği dile getirdiler. Dersim isyanında resmî tarihin gizlediği gerçekler ilk kez dile gelmiyor. Kemalist ideolojiyi eleştirdiği için hapislerde yatanlar oldu, ama onların açıkladığı gerçekler bir Kemalist’in ağzından bu gerçeğin ifşası kadar etkili olamamıştı. Çünkü gerçekleri söyleyenler “Kemalizm’in yeminli düşmanları” sayılıyordu, İsmail Beşikçi gibi. Bu nedenle de kamuoyunda fazlaca etki yaratmıyordu. Onlar söylerdi, söylesinlerdi, ne olacaktı?

CHP milletvekili Onur Öymen’in konuşması ise öyle algılanmadı.

Onur Öymen’in tarihî konuşmasının yarattığı infial de üstünde durulmaya değer. Alevilerin büyük çoğunluğu Dersim katliamı gerçeğini hepimizden daha iyi biliyorlardı, ama bu zulmü tarihsel koşullara yüklemek, şu ya da bu devlet yöneticisinin yanlışı olduğunu düşünmek vicdanları avutuyordu. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül “ara rejim” idi, Kahramanmaraş olayı, Sivas katliamı da sanki arizî bir olaydı.

Böyle düşünmek sağduyuya uygun düşer aslında. 1930’lar nerede, günümüz dünyası nerede! Bu süre içinde devlet değişmiş olmalıydı gerçekten de, değişmiş olduğunu düşünmek, öyle görmek bu nedenle sağduyulu davranıştı. Fakat gerçekte durum bu değildi, Türkiye gerçeği sağduyu ile çelişiyordu. Türkiye ekonomik ve sosyal yapı olarak değişiyor, ama devlet siyasası hiç değişmiyordu. Bunu ilk sezenlerden biri Prof. İdris Küçükömer olmuştu. Türkiye gerçeğinin çarpık olduğunu, görüntünün aksine gerçekte sağın sol, solun sağ olduğunu, tarihsel bakımdan ileri sandıklarımızın geride, geri sandıklarımızın ileride durduğunu göstermişti bizlere. Bu ideolojik bir çarpılmaydı, aslında bu çarpılmayı, yabancılaşmayı yaratan ise devletin resmî ideolojisi olan resmî Kemalizm idi. Fakat artık askerî-bürokratik vesayetçi devlet rejimi çözülüyor. Bu rejimin asker ayağının çözülmesini gün gün izliyoruz, yüksek yargıdaki durum da öyle. Sıra tüm bu siyasi yapılanmayı ayakta tutan, geri besleme yapan Kemalist ideolojinin kendine gelmişti.

Bu da oldu.

CHP milletvekili Onur Öymen’in ağzından tarih, devletin resmî ideolojisi olan Kemalist ideolojinin iflasını ilân ediverdi.

Kristal vazo çatlayıp, tuzla buz oldu.

Nabi Yağcı, Taraf, 16.11.2009

17.11.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.