02 Aralık 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Bu çocuklar bizim değil mi?

DANIŞTAY katsayıyı yeniden koydu. Katsayıyı 28 Şubat askeri rejimi getirmişti, AKP’nin YÖK’ü ise kaldırmıştı.

Baştan kabul ediyorum, katsayı ile ilgili, lehte veya aleyhte, alınan tüm kararlar siyasi ve/veya ideolojik!

Kim kimi şikâyet etme hakkına sahip?

Ancak hâlâ sahip olanlar, ellerini vicdanlarına koysunlar ve söylesinler:

Meslek liselerine, imam hatiplere giden çocuklar bizim çocuklarımız değil mi?

Bari, çocuklarımız hepimizin ortak paydası olsa ne kaybederiz?

* * *

Danıştay 8. Dairesi, YÖK’ün üniversiteye girişte katsayı farkını kaldıran kararının yürütmesinin oybirliği ile durdurulmasına ilişkin kararının gerekçesinde, herkese eşit bir katsayı uygulamasıyla, farklı hukuki statüdeki öğrencilerin aynı konumda değerlendirilmesi sonucu anayasal eşitlik kuralı ile çelişkili bir durum yaratıldığı, bu uygulamanın, hukuksal statüsü farklı olanları eşit koşullara tabi kılarak hak kaybı ve ihlaline sebep olacağı belirtiyor.

Öncelikle ben şunu anlamadım.

1) Herkese eşit hak tanıyarak eşitlik nasıl bozuluyor?

2) “Farklı statüdeki öğrenciler” ne demek? Zaten, statünün farklı olduğunu söyleyen zihniyet katsayıyı koyan zihniyet değil mi?

1998’e dek farklı katsayı yoktu, şimdi var!

Danıştay kararına göre 1998 öncesi üniversiteye katsayı uygulanmadan girmiş meslek veya imam hatip mezunlarının statüsü ne durumda?

Örneğin, imam hatipli Başbakan’ın katsayısız kazandığı okuldan aldığı yüksekokul diploması farklı statüde bir kişiye eşit hak verildiği için iptal mi edilmeli?

* * *

Vicdanınızı ön plana alın ve şunları aklınızdan geçirin:

1) 15 yaşında bir çocuk kendi seçimi ile lise seçmiyor.

2) Kaldı ki, herkes hayatının herhangi bir döneminde fikir değiştirebilir.

Temel eğitimin kesintisiz 8 yıla çıkması ile zaten meslek lisesinde 3 yılda meslek kazanamayan çocuklar üniversite sınavına katsayı uygulanmadan katılsa bile zaten hâlâ dezavantajlı.

Zira, üniversiteye giriş sınavlarının içerdiği alanlar bu çocukların aldığı meslek eğitiminin müfredatında hemen hemen hiç yok. ÖSS’de ağırlıklı bir şekilde matematik, Türkçe, fen ve sosyal bilimlere yönelik sorular var.

Zaten, katsayı uygulanmayan dönemlerde bile meslek lisesi öğrencilerinin sadece %0.6’i (binde altı) kendi alanları dışında bir fakülte kazanabiliyordu.

Bazılarının hedef tahtası olan imam hatipler ise toplam meslek lisesi öğrencilerinin %10’u bile değil.

Meslek lisesi öğrencilerinin katsayı uygulanmadan kendi alanları dışında bir fakülte kazanabilmeleri için çok özel gayret göstermeleri gerekiyor!

Bırakın, bu gayreti gösterecek çocukların önü açılsın!

Üstelik hatırlatayım: Belirli cemaatler/dini hareketlere gönül veren üstün başarılı gençlerin büyük bir çoğunluğu imam hatiplerde okumuyor!

Cüneyt Ülsever Hürriyet, 1.12.2009

02.12.2009


Anayasa değişir, ya bu zihniyet?

YÖK’ÜN yeni yöneticileri üniversiteye girişte meslek (bu arada imam-hatip) liseleri mezunlarına ayrımcılık yapan katsayı uygulamasını kaldırdı.

İstanbul Barosu’nun itirazı üzerine Danıştay 8. Dairesi’nin iptal kararı vermesi için söylenebilecek hemen her şey söylendi. Yine de bu kararın dayandığı zihniyet üzerinde durmalıyız.

Türkiye’de yargı organlarına hakim olan anlayışın “laikçi ve milliyetçi” (yani “Ulusalcı”) zihniyet (ya da Kemalizm’in otoriter bir yorumu) olduğunu biliyoruz. Bu yorumun dayandığı “felsefe” ya da zihniyet şu: Din, sosyal ve ekonomik kalkınmaya, “ilerleme”ye engeldir. Bu, özellikle İslam dini açısından geçerlidir. İslam’da din-devlet ayrılığı olmadığı için de, dini devlet denetimi altına alarak ilerlemeye engel olmayan bir yorumunu hakim kılmak; dini özgürlükleri kısıtlamak gerekir. Resmi İslam yorumu, ulusal kimliğin ayrılmaz parçası olarak kullanılacaktır.

En açık ifadesini Anayasa Mahkemesi’nin gerekçelerinde bulan bu “felsefe” nedeniyle Türkiye’de laiklik sadece yasaların din kurallarına dayanmaması anlamına gelir; dinle devlet ayrılmadığı gibi, ne Müslümanların ne de gayrimüslimlerin din ve vicdan özgürlüğüne saygı gösterilir. Bu “felsefe” ile asker kendini devletin ve ülkenin sahibi görür; kimi zaman cuntalar, kimi zaman yüksek komuta heyeti eliyle darbe yapar ya da meşru hükümetleri istifaya zorlar. Asker içinde kimileri bu “felsefe” ile meşru hükümete ve inançlı kimselere karşı yalan ve iftiraya dayanan, gayrimüslimleri öldürmeyi ve çocukları havaya uçurmayı dahi öngören “eylem planları” yapar. Yargı bu “felsefe” ile üniversite öğrencilerine başörtüsü yasağı uygulanmasına, meslek lisesi mezunlarına “katsayı” ayrımcılığı yapılmasına karşı çıkmayı, Kur’an kurslarına katılma yaşının makul bir düzeye indirilmesini savunmayı dahi laikliğe karşı eylem olarak görür. Başsavcı bu “felsefe” ile meşru iktidar partisini kapattırmaya çalışır. Anamuhalefet partisi, bu “felsefe” ile askeri darbelere ve yargı darbelerine tam destek verir. Devletin sağladığı sübvansiyon, teşvik ve kolaylıklarla büyümüş olan sermaye grupları ya da Türkiye’nin geleneksel ekonomi elitleri, bu meyanda medyanın en az yarısını elinde bulunduran grup, bu “felsefe”ye çanak tutar. ABD’deki neocon artıkları ve İsrail lobisi, İsrail’in bir bölümü ve Batı’daki oryantalist ve İslamofobik çevreler ve onların Türk borazanları, bu “felsefe”nin hararetli şakşakçılarıdır.

Bu “felsefe” özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiye ve insan haklarına dayalı hukuk devletine taban tabana zıttır. Bu “felsefe”nin Türkiye’de ordu, yargı, işadamları ve medyadaki hakimiyeti son bulmadan askerin siyasi rolü son bulamaz, yargı hukuk devletine saygılı davranamaz, devletten beslenerek büyüyen sermaye ve onların sözcülüğünü yapan medya, askeri ve yargısal darbelere alkış tutmaya devam eder. Bu “felsefe” hakim oldukça, 12 Eylül askeri rejiminin getirdiği anayasayı ve yasaları kısmen, orasından burasından değiştirmek mümkün olabilir. Ancak bu “felsefe”nin hakimiyeti son bulmadan yeni, sivil ve demokratik bir anayasa ve ona uygun yasalar yapmak mümkün olmayacaktır.

Peki, Türkiye’nin özgürlükçü ve çoğulcu bir demokrasi olmasını engelleyen bu sözde ilerici, özde gerici zihniyetin hakimiyeti son bulabilir mi? Evet, bulabilir. Zira gerçek “irtica”nın, ülkeyi zincire vuran zihniyetin bu olduğunun bilincine varan kimseler asker arasında, yargı içinde, parlamentoda, işadamları arasında ve medyada giderek yayılıyor. Okullarda verilen endoktrinasyon benzeri eğitimle yeniden ve yeniden üretilen bu zihniyet, sivil toplumun artan sorgulamasıyla etkisini giderek yitiriyor, giderek geriletiliyor. Türkiye’nin gerçek bir demokrasi haline gelmesi için bu zihniyeti her yönüyle, bıkmadan usanmadan eleştirmek zorundayız. Özgürlükçü ve çoğulcu demokrasinin geri dönülmemek üzere yerleşmesini ancak böyle sağlayabiliriz. Obama’nın deyimiyle, “Yes, we can! / Evet, yapabiliriz!”

Şahin Alpay / Zaman, 1.12.2009

02.12.2009


Yüksek yargı: Direnç kalesi

YÜKSEK yargı organlarının temsilcileri sürekli olarak yargının kuşatıldığından söz ediyorlar. Yargıtay Başkanı, Yarsav’ın yeni başkanı sert tepki siyasetinin ipini bırakmıyorlar, müdahale ve baskıdan yakınıyorlar.

Anayasa Mahkemesi’nin 367 hadisesiyle bizzat Anayasa’yı ihlal ettiği, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun Şemdinli savcısı hakkında verdiği karar ve Ergenekon davasında aldığı yandaş tavırla yargı düzenini iyice siyasileştirdiği bir ülkede yaşıyoruz…

Tarafsızlıktan uzak duran, hukuki hiçbir ilkeyle yakından uzaktan ilgisi bulunmayan bir durun ve politikanın, mevcut yargı politikasının bağımsızlığını ve tartışılmazlığını talep ediyorlar…

Danıştay’ın verdiği son karar ortada… 8. Daire YÖK’ün, üniversiteye girişte katsayı farkını kaldıran kararının yürütmesini oy birliği ile durdurdu.

Malum YÖK, 2010’dan geçerli olmak üzere farklı katsayı uygulamasını kaldırmıştı. Nedeni açıktı bu düzenlemenin. Mevcut durumda liseler ile meslek liselerine farklı katsayılar uygulanıyor, meslek lisesi mezunları ciddi bir hak kaybıyla karşı karşıya kalıyordu. Tüm meslek liselerini kuşatan 28 Şubat ürünü bu düzenleme aslında İmam Hatip Lisesi mezunlarının üniversiteye girmelerini engellemek, girme yoğunluklarını azaltmak için yapılmıştı. Ancak ucu diğer meslek okulu mezunlarına da değmişti.

YÖK’ün haksızlığı ve eşitsizliği giderme girişimi yüksek yargıdan döndü. Üstelik Danıştay eşitlik ilkesini ihlal eden bu kararını eşitlik fikrine dayandırarak aldı. “Farklı hukuki statüdeki öğrencilerin aynı konumda değerlendirilmesi sonucu anayasal eşitlik kuralıyla çelişkili bir durum yaratır…”

Yüksek yargı için şu tespit hiçbir şekilde maksadını aşmaz:

Tarafsız olmadan bağımsız olunamaz ve bağımsızlık taraflı bir konumun muhafazası olarak tanımlamaz. Bugün ortada bir sorun varsa, bu her şeyden önce yargı mensuplarının zihniyeti ve ideolojik tutumlarıyla, etik tutumlarıyla ilgilidir.

Böyle olunca 56 hakim ve savcı hakkında mahkemelerin verdiği dinleme kararı, her iki yanıyla hem bakanlığın bu talepte bulunması, hem bu duruma düşen yargı mensupları varlığı açısından tedirgin ediyor. Ama iş kanaate bırakılırsa, açıktır ki, ikinci yan, en azından benim için daha ağır basıyor. Ergenekon yargı ayağı beslenme damarlarını ifade ediyor bu yan.

Yargı zihniyeti ve yargı politikası Türkiye’de demokratik değişimin karşısındaki en büyük engeller olarak duruyor.

Taraf Gazetesi’nin dünkü manşetini okuyalım birlikte:

“Yargıtay’ın internet sitesindeki ‘Güncel Kararlar’ bölümünde yer alan bazı duyurular, kafalarda soru işareti yarattı. Kurumun internet sitesinin ana sayfasındaki bu bölümde sadece üç örnek karar var. Bu kararlardan ilki uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülen Agos Gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde bilirkişi raporunun “suç unsuru yoktur” raporuna rağmen ‘Türklüğü tahkir ve tezyif’ ettiği iddiasıyla 301. maddeden mahkûmiyet kararının onaylandığı karar tutanağı.

İkincisi ise, ünlü Şemdinli davasında faillerin serbest kalmasına yol açacak sivil mahkemenin verdiği kararı usulden bozarak Askeri Mahkeme’ye gitmesine yol açan süreçle ilgili.

Sitede yer alan üçüncü “örnek” karar ise bir “töre” cinayetinde kadın hakları örgütü AMARGİ Kadın Akademisi’nin davaya müdahil olma talebinin reddi üzerine verilen karar.

Yargı ve Yargıtay için utanç vesilesi olması gereken kararların kurumun internet sitesinde örnek kararlar olarak verilmesi…”

Evet, utanç verici…

Ali Bayramoğlu Yeni Şafak, 1.12.2009

02.12.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl