08 Şubat 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Tugay Camiinin temelini kim atmıştı?

Komutanların da hazır bulunduğu merasimin onur konuğu önemli: Bediüzzaman Said Nursî.

ÜZERİNDEN zaman geçince bazı şeyler unutuluyor, o nedenle zaman zaman hatırlatmalar yapmakta yarar var.

Laiklik konusunda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hassasiyeti biliniyor. Yakın zamanların toz-duman içindeki ortamında bu hassasiyetin kimi asker kişilerde evham derecesine tırmandığı ve bu tırmanışın baskı olarak siyasete yansıdığı da.

Eskiden beri böyle miydi bu derseniz, cevabım hayır... Ordu her zaman laiklik konusunda duyarlıydı elbette; ama duyarlılık hiçbir zaman toplumda olumsuz intibalar uyandıracak boyutta değildi. Fikir vermesi bakımından 1957’den bir sahneyi buraya aldım.

Fotoğraf Isparta Tugay’nda çekildi. Tugay Camii’nin temel atma töreninde. Komutanların da hazır bulunduğu merasimin onur konuğu önemli: Bediüzzaman Said Nursi. Temele ilk harcı koyması için davet edildiği dönemde Said Nursi’nin dini kişiliğinin ve Isparta’da bulunuşunun aldığı sürgün cezasının infazından kaynaklandığının bilinmediğini düşünmek mümkün değil. Ancak tugay komutanlarının söz konusu merasime kendisini davette mahsur görmedikleri de.

Avni Özgürel / Radikal, 7.2.2010

08.02.2010


EMASYA yetmez, ya diğerleri?

TARAF’IN Kafes Eylem Planı gibi bir başka dehşet darbe planı olan Balyoz’u gün ışığına çıkardığında bu vahim eylemlerin EMASYA Protokolü ile ilişkisi de, çok haklı olarak bu hukuk dışı askerî vesayet belgesinin iptali de gündeme gelmiş oldu.

Yine aynı şekilde kırmızı kitap olarak da bilinen ve tüm içeriğini 2003 yılında Humanite dergisinin 4. sayısından öğrenebildiğimiz Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin iç düşman tanımının değişimi de eş zamanlı olarak gündeme gelmiş durumdadır. Resmî Gazete’de yayınlanmayan MGS Belgesi’nin hukuk dünyasındaki yerinin bir yönetmelik, adının Milli Güvenlik Genel Sekreterliği Yönetmeliği ve bu yönetmeliğin yürürlüğe giriş ve yürütme biçiminin de kendisi gibi gayrı hukuki bir Bakanlar Kurulu kararı ile sağlandığını kendisinin 40-42. maddelerinden öğrenmiştik.

‘Kutsal’ Kırmızı Kitap

Öyle “kutsal” bir yönetmeliktir ki bu; anayasa, yasa, tüm kurum ve kuruluşların uygulamasını, idaresini, muhafazasını NATO konseptini de gözeterek bu belge üstlenmiştir. Bu yönetmeliğin rötuşlanmasının demokratik bir hukuk devleti hedef ve kaygısı için hiçbir anlam ifade etmeyeceğini söylemeye gerek var mıdır? Ama son günlerde aklı başında olduğunu sandığım kişilerin bu belgenin meşruiyetini kabul eyleyerek rötuşlanması üzerinde hem fikir oluşlarını görünce bu belgenin de EMASYA Protokolü gibi ortadan kaldırılması zorunluluğunun altını çizmek gerekti. Çünkü bu belgenin 2003 yılındaki metni dikkate alınacak olunursa öngördüğü hedefler ve eylemler, bugünkü Ergenekon davası sanıklarının Kafes Eylem Planı’nda öngördükleri, gerçekleştirdikleri veya gerçekleştirmeye amaçladıkları psikolojik ve tedhiş eylem planları ile birebir örtüştüğü gerçeğidir. Yalnız bu değil tabii. Malatya Zirve Yayınevi çalışanı Hıristiyanların katli davası sanıklarından Varol Bülent Aral’a ait belgelerde, Ergenekon yapısı ve işleyişi kısmında, bu örgütün direktiflerini doğrudan milli güvenlik siyaset belgesinden aldığını not eder. Bu dosya gibi İstanbul’daki Ergenekon sanıklarında da MGS Belgesinin çıkmış olması pek tesadüf olmasa gerek! Elimizdeki MGS Yönetmeliği’ne baktığımızda toplumun topyekûn bir psikolojik harekât için harekete geçirilmesi için çok ayrıntılı planlardan ve görevlendirmelerden bahseder. Bu bağlamda sivil toplumun nasıl örgütlendirileceği de defaten zikredilmiş. Yani iç ve dış düşmana karşı bir kontrgerilla örgütlenme biçiminin nasıl olması gerektiği hususu çok ayrıntılı olarak işlenmiştir. Yönetmelik, iç düşman olarak bellediği kesime karşı toplumun diğer kesimini topyekûn bir teyakkuz halinde hazır tutmaya çalışmaktadır.

12 Eylül cuntasının hazırlattığı anayasayı gladyocuların hazırlattığı bir anayasa olarak nitelendirmek mübalağa olmayacaktır. Darbecilerin, darbe ve iktidarlarına zemin hazırlamak için işledikleri cinayet ve katliamlar düşünüldüğünde hazırlatacakları anayasa da demokratik şeffaf bir hukuk devletini hedeflemeyeceği zaten aşikârdır. Fakat bu aktörler bunu dahi yeterli görmemiş, kendilerine gerçek anayasa olarak gördükleri MGS yönetmeliğini hazırlamışlardır. Böylelikle de bugüne kadar MGSB ile cumhuriyetin tüm kurum ve kuruluşlarının işleyişini, yasal mevzuatını, toplumun yaşam şeklini ve geleceğini bu belge ile belirlemişlerdir. Mesela TBMM de herhangi bir meclis alt komisyonunda bir yasa değişikliğine gidilecek olsa öncelikle bunun MGS yönetmeliğine uygunluğuna bakılır.

Öteki ‘iç düşmanlar’ ne olacak

Kendisini öyle veya böyle bir hukuk devleti olduğunu ilan eden herhangi bir X devleti hukuk hiyerarşisinde ancak bir bakanlık tasarrufu olabilecek bir yönetmeliği, kendi anayasasından, uluslararası sözleşmelerinden, yasalarından, tüzüklerinden üstün kılmaya kalkışmasının bırakın içeriği yalnızca şekil bakımından bile saçma olduğunu bilir.

Mevcut hükümet hukuka aykırı bu belgeyi tümüyle ortadan kaldırmayıp da yalnızca irticai faaliyetleri iç düşman tanımlamasından çıkarmaya veya yeniden tanımlamaya kalkacak hem samimiyetsiz bir yaklaşımda bulunmuş, hem de nafile bir çaba sarf etmiş olur. Çünkü bugüne değin MGK kararları ve uygulamalarından gördüğümüz kadarıyla diğer iç düşman tanımlamaları (Kürtler, Aleviler, misyonerler, gayrımüslim azınlıklar, solcular) potansiyel olarak muhafaza edilir ve belge tümden ortadan kaldırılmazsa eski vesayet rejimi ve tehdit algılaması da devam edecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek anlamda demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma niyeti ancak ve ancak evrensel hukuk sistemine uygun bir anayasa ve ona bağlı olarak oluşturacağı yargı, yasama ve idari yönetimi ile oluşabileceğini sürekli vurgulamak gerekiyor.

Erdal Doğan / Taraf, 6.2.2010

08.02.2010


EMASYA yeter mi?

EMASYA Protokolü artık yok. Yakında İç Hizmet Kanunu’nun 35 maddesi de tarihten silinecek. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi de bambaşka bir şekil alarak şimdiye kadarki kullanış amacına hizmet etmeyen bir belge haline gelecek; yani fiilen yok olacak.

Bütün bunlar, Türkiye’de rejimin yaşadığı büyük dönüşümün tezahürleridir. 1923’te kurulan yarı demokratik yarı askeri rejimin yerini sivil ve demokratik bir rejimin alması olarak tarif edebileceğimiz sürecinin adımlarıdır. Bu süreç geri dönülmez bir süreçtir. O yüzden de eski düzeni korumak isteyen sivil-asker bütün kesimlerin artık gerçekçi olmaya başlamalarında; değişimle inatlaşmayı sürdürmek yerine; devletin geçirdiği bu transformasyona uyumlu bir sivil-asker ilişkisinin nasıl oluşturulacağını, ordunun bu yeni döneme uyum sağlaması için neler yapılması gerektiğini ciddi ciddi düşünmeye başlamasında yarar var.

EMASYA Protokolü’ne dönersek;

Evet, bu protokol 28 Şubat rejiminin sembollerinden biridir ve kalkması sadece pratik sonuçları açısından değil, sembolik açıdan da önemlidir. 28 Şubat’ın bin yıl süreceğini uman sivil asker bütün kesimler açısından öğreticidir.

Ama biliyoruz ki, sorunumuz EMASYA Protokolü’nün kalkmasıyla bitmiyor. Karşımızda iç güvenliğin sivilleşmesi gibi çok daha büyük ve kapsamlı bir sorun var.

Daha temelde sorulması gereken soru şu: Askeri bir yapılanma olan jandarmanın iç güvenlikteki rolü demokratik bir rejimde kabul edilebilir bir durum mudur?

Parçası olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği normlarına göre (Mesela Avrupa Konseyi Polis Etiği Kuralları’na göre) iç güvenlik hizmetleri sivil otoritenin emir ve denetimi altında yürümesi gereken sivil bir hizmettir. Bunun da ötesinde, iç güvenlik sektörünün hizmetlerinin denetimi sadece merkezi hükümetin yerel temsilcileriyle de sınırlı değildir; sivil toplumun katılım ve denetimine de açık olmalıdır.

Oysa bizde, iç güvenlik sektöründe jandarmanın ağırlığına baktığımızda, Jandarma Genel Komutanlığı’nın asayişi sağlamakla görevli olduğu alanın 2005’te Türkiye yüzölçümünün yüzde 91’ini kapsadığını görüyoruz. Deniliyor ki, bizim mülki idare sistemimizde jandarma birimleri illerde valilerin, ilçelerde ise kaymakamların -yani sivil otoritenin- emir ve denetimi altındadır. (Yani sivil otoriteye bağlılık şekli olarak sağlanmıştır.)

Oysa bunun kağıt üstünde bir kural olduğu Türkiye’yi biraz tanıyan herkesin bildiği bir gerçek. Çünkü jandarma birimleri kağıt üzerinde illerde valilere, ilçelerde kaymakamlara bağlı olsa bile, Jandarma Genel Komutanlığı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir parçası ve örgütlenme biçimi, terfi ve sicil sistemi, personel eğitimi ve öğretimi açısından Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı.

Peki biz, sicil amiri Jandarma Genel Komutanlığı olan bu birimlerin mahalli sivil otoritelere bağlı olarak çalışabileceğine; valiler ve kaymakamlar tarafından yönetilip denetlenebileceğine nasıl inanırız? Daha da ötesine geçerek bu güçlerin Avrupa normlarının öngördüğü gibi şeffaf olabileceklerine, sivil toplum kuruluşlarının katılımına ve denetimine açık olabileceklerini nasıl umabiliriz?

Nitekim, mülki ve idare amirleri de bunun mümkün olmadığını düşünüyor. İçişleri Bakanlığı Strateji Merkezi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin birlikte yürüttüğü bir araştırmanın sonuçlarına göre ( Mülki İdare Amirleri Araştırması) mülki idare amirlerinin yüzde 84.1’i kolluk güçleri üzerindeki yetkilerinin yetersiz olduğunu düşünüyor. İstenen yetkiler arasında özellikle “jandarma üzerinde sicil ve disiplin yetkisi” yüzde 89.4 ile öne çıkıyor.

Kısacası, iç güvenliğin sivillerin denetiminde olması jandarmanın bugünkü yapısıyla mümkün değil. Gerçek durum, ordunun jandarma üzerinden İçişleri Bakanlığı bünyesindeki polis teşkilatına paralel bir görev alanı oluşturmuş olduğu gerçeği... Üstelik bu görev alanı sürekli olarak genişletilmeye (EMASYA protokolü örneğinde olduğu gibi) çalışılıyor; polise görev devri söz konusu olduğunda büyük bir direnç gösteriliyor.

Jandarma bu yapısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin rejim üzerindeki siyasi rolünün birincil araçlarından birisini oluşturuyor. (Murat Aksoy, Jandarma, s. 213, Almanak Türkiye 2006-2008, TESEV)

Demek ki, EMASYA Protokolü’nün iptali, Türkiye’nin jandarma sorununu çözmesi için yapılacak işlerin sadece başlangıcıdır. İç güvenliği sivillerin denetimine almak ve Avrupa standardına getirmek için daha yapılacak çok şey, alınacak çok yol var.

Gülay Göktürk / Bugün, 7.2.2010

08.02.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl