08 Şubat 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Onlara “Allah’ın indirdiğine uyun” dendiğinde, “Biz atalarımızdan görüp alıştığımız şeye uyarız” derler. Ya onların ataları hiçbir şeyden anlamaz ve doğru yolu bulamamış kimselerse?

Bakara Sûresi: 170

08.02.2010


İslâm’ın istikbali parlak görünüyor

İslâm’ın ve Asya’nın istikbali, uzaktan gayet parlak görünüyor. Çünkü Asya’nın hâkim-i evvel ve âhiri olan İslâmiyetin galebesi için dört-beş mukavemetsûz kuvvetler ittifak ve ittihad etmektedirler.

Hâtime

İslâm’ın ve Asya’nın istikbali, uzaktan gayet parlak görünüyor. Çünkü Asya’nın hâkim-i evvel ve âhiri olan İslâmiyetin galebesi için dört-beş mukavemetsûz kuvvetler ittifak ve ittihad etmektedirler.

Birinci kuvvet: Maarif ve medeniyetle mücehhez olan İslâmiyetin kuvvet-i hakikiyesidir.

İkincisi: Tekemmül-ü mebâdî ve vesâitle mücehhez olan ihtiyac-ı şediddir.

Üçüncüsü: Asya’yı gayet sefalette, başka yerleri nihayet refahette görmekten neş’et eden tenebbüh-ü tâm ve teyakkuz-u kâmille mücehhez olan gıpta ve rekabet ve kîn-i muzmerdir.

Dördüncüsü: Ehl-i tevhidin düsturu olan tevhid-i kelime; ve zeminin hasiyeti olan itidal ve tâdil-i mizaç; ve zamanın ziyası olan tenevvür-ü ezhan; ve medeniyetin kanunu olan telâhuk-u efkâr; ve bedeviyetin lâzımı olan selâmet-i fıtrat; ve zaruretin semeresi olan hafiflik ve cüret-i teşebbüsle mücehhez olan istidad-ı fıtrîdir.

Beşincisi: Bu zamanda maddeten terakkiye mütevakkıf olan i’lâ-yı kelimetullah, İslâmiyetin emriyle ve zamanın ilcââtıyla ve fakr-ı şedidin icbarıyla ve her arzuyu öldüren ye’sin ölmesiyle hayat bulan ümitle mücehhez olan arzu-yu medeniyet ve meyl-i teceddüttür. Ve bu kuvvetlere yardım etmek için ecanib içine ihtilâl veren ve medeniyetleri ihtiyarlandıran mesâvi-i medeniyetin mehasinine galebesidir. Ve sa’yin sefahete adem-i kifayetidir. Bunun iki sebebi vardır:

Birincisi: Din ve fazileti düstur-u medeniyet etmemeklikten neş’et eden müsaade-i sefahet ve muvafakat-i şehvet-i nefistir.

İkincisi: Hubbüşşehevat ve diyanetsizliğin neticesi olan merhametsizlikten neş’et eden maişetteki müthiş müsavatsızlıktır.

Evet, şu diyanetsizlik Avrupa medeniyetinin içyüzünü öyle karıştırmış ki, o kadar fırak-ı fesadiyeyi ve ihtilâliyeyi tevlid etmiş. Faraza hablü’l-metin-i İslâmiye ve sedd-i Zülkarneyn gibi şeriat-ı garrânın hakikatine iltica ve tahassun edilmezse, bu fırak-ı fesadiye, onların âlem-i medeniyetlerini zîr ü zeber edeceklerdir. Nasıl ki şimdiden tehdit ediyorlar.

Acaba hakikat-i İslâmiyenin binler mesailinden yalnız zekât meselesi düstur-u medeniyet ve muavenet olursa, bu belâya ve yılanın yuvası olan maişetteki müthiş müsavatsızlığa devâ-i şâfî olmayacak mıdır? Evet, en mükemmel ve bozulmaz bir deva olacaktır.

Eğer denilse: “Şimdiye kadar Avrupa’yı galip ettiren sebep, bundan sonra neden etmesin?”

Cevap: Bu kitabın mukaddemesini mütalâa et. Sonra buna da dikkat et: Sebeb-i terakkîsi, her şeyi geç almak ve geç de bırakmak ve metanet etmek şe’ninde olan burudet-i memleket; ve mekân ve meskenin darlığı; ve sakinlerin kesretinden neş’et eden fikr-i mârifet ve arzu-yu san’at; ve deniz ve maden ve sair vesaitin müsaadesiyle hasıl olan teâvün ve telâhuk idi. Fakat şimdi tekemmül-ü vesait-i nakliye ile, âlem bir şehr-i vahid hükmüne geçtiği gibi, matbuat ve telgraf gibi vesait-i muhabere ve müdavele ile, ehl-i dünya, bir meclisin ehli hükmündedir. Velhasıl, onların yükleri ağır, bizimki hafif olduğundan, yetişip geçeceğiz—eğer tevfik refik olsa.

Muhâkemât, s. 37-38.

LÜGATÇE:

adem-i kifayet: Yetersizlik.

burudet-i memleket: Memleketin soğukluğu.

fırak-ı fesadiye ve ihtilâliye: İhtilâl ve fitne-fesat yoluyla çıkan ayrılıklar.

hubbüşşehevat: Şehvet sevgisi.

kîn-i muzmer: Gizli kin.

mesâvi-i medeniyet: Medeniyetin çirkinlikleri, günahları.

meyl-i teceddüt: Yenilenme, tazelenme meyli.

sa’y: Çalışma, çaba.

selâmet-i fıtrat: Fıtratın selîm oluşu.

şehr-i vahid: Tek bir şehir.

tâdil-i mizaç: Mizacın dengelenmesi.

tekemmül-ü mebâdî: Güzel, mükemmel başlangıç.

tekemmül-ü vesait-i nakliye: Nakil vasıtalarının gelişmesi.

telâhuk-u efkâr: Fikirlerin birbirine eklenmesi; bilgi birikimi.

tenebbüh-ü tâm: Tam uyanış.

tenevvür-ü ezhan: Zihinlerin aydınlanması.

teyakkuz-u kâmil: Mükemmel uyanıklık.

vesait-i muhabere ve müdavele: İletişim ve haberleşme vasıtaları.

08.02.2010


MELEKLERDE AKIL VAR MIDIR?

Akıl nedir?

Akıl, mânevî ve melekûtî âlemlerden süzülmüş ve insana emanet olarak verilen bir özdür, bir cevherdir, bir nurdur. Bu sebeple aklı maddî ve fizikî ölçücükler ile anlamamız ve tarif etmemiz mümkün değildir.

Yani, akıl kaç gramdır, ağırlığı ne kadardır, şekli ve sûreti var mıdır, uzayda bir hacim ve yer kaplar mı, eni, boyu, yüksekliği var mıdır, gibi suâller aklı anlamak için sorulan muhal suâllerdir. Çünkü akıl bu âlemden değil, âlem-i nur ve âlem-i melekûtten gelen bir hâssa, bir özellik, bir kabiliyettir.

Onun için aklın mahiyetini tam olarak kavramamız bu akılla çok zor. Aklı ancak tezahürleri ile, faaliyeti ile, iş görme şekli ile, neticeleri ile tanımlar; varlığını da yine ancak bu şekilde idrak edebiliriz. Ruh gibi. Nasıl ki, ruhu mahiyet olarak anlayamıyoruz, işlev neticesi ile varlığına hükmediyoruz; ruhun çok önemli bir hassası olan akıl da ruh gibi işlevi ile anlaşılır. Zaten elektrik gibi, ışık gibi, ses gibi birçok hâdise de yine mahiyet olarak değil, neticeleri olarak, faaliyet olarak tanımlanabilir.

Aklı da tezahürü ile tanımlayacak olursak:

Bilme, bildirme, anlama, kavrama, idrak etme, planlama, iyi ve kötüyü ayırma, bilinmeyen şeyler hakkında tahmin yapma, analiz ve sentez kabiliyeti, bilinmeyeni bilinenle tanımlama, şuur ve hissin faaliyetlerini kontrol etme, duyu organlarımız yoluyla gelen bilgileri yorumlama...

Elbette ki, bu tanıma ilâve edilebilecek daha çok unsur olabilir. Zira aklın faaliyet alanı çok geniştir.

Akıl aynı zamanda bir nurdur. Aklın nurânî olmasından dolayı maddî sebeplere nüfuz gücü vardır. Meselâ akıl gözün görmediği bir şeyi görebilir. Cismi ile ulaşılmayan Güneş gibi bir büyük kütlenin mahiyetini kavrayabilir. Arzın merkezine akıl yolu ile inerek, orada meydana gelen hadiseler hakkında bilgi sahibi olunabilir. Akıl yolu ile büyük keşifler yapılabilir. Akılların birleşmesi ile daha güçlü işler meydana getirilebilir. İlginçtir, insanlığın keşfettiği birçok husus önceden akıl yolu ile bulunmuş, daha sonra tecrübeler yolu ile doğruluğu test edilmiştir. Meselâ Einstein’in bulduğu E=mc2 formülünün ancak yıllar sonra atom bombasının keşfi ile doğruluğu ispatlanmıştır.

AKLIN MERTEBESİ VAR MIDIR?

Akıl bir cevher gibidir. İşleme yolu ile mertebeler kazanır. Nasıl ki Güneş, zahiren bakıldığı zaman sadece beyaz bir ışığa sahipmiş gibi gözüküyor. Ve kesif veya şeffaf maddeler üzerinde bu ışık tezahür ediyor, kendini gösteriyor. Ancak mahiyet itibari ile dikkat edildiğinde beyaz ışıktan öte daha gama, x, mor ötesi gibi daha birçok ışık mertebelerini hâvîdir. Aynen onun gibi, nuranî ve melekutî bir mahiyete sahip olan akıl da idrak, kavrama, bilme, anlama, ayırt etme gibi özellikleri açısından mertebeler taşıyor.

Aklın en yüksek mertebesi ise şu kâinat sarayının Yapıcısı, Yaratıcısı, İdare edicisi, Düzenleyicisi olan Allah’ı tanımak ve iman etmektir. İman ettikten sonra ise O'nun emirlerine sıkı sıkı sarılmak, yasakladığı fiil ve davranışlardan uzak durmaktır. Doğruyu yapmak, Hakk’a itaat etmek, iyi ve güzel şeyler için çalışmak gibi bütün olumlu işler akıl tarafından istenilen yapılması gereken faaliyetlerdir. Zaten örfî mânâda bu yönde aklını kullanan insanlara “akıllı adam”, tersi yönde hareket edenlere ise “akılsız adam” gibi tanımlamalar yapılması da oldukça dikkat çekici bir durumdur.

PEKİ, AKIL SADECE İNSANLARA MI VERİLMİŞTİR?

Diğer mahluklarda akıl var mıdır?

Şeytan, cinler ve melekler de akıl sahibi midir?

Cinler ve insanlar imtihana tâbi tutuldukları için akıl verilmiştir. Şeytan ve meleklerin de akla sahip oldukları açıktır. Kur’ân’da bildirilen Âdem’e (as) secde hâdisesi açıkça gösteriyor ki, hem melekler, hemde şeytan akıllı ve idrakli, şuurlu, hisli mahlûklardır. Üstelik Âdem (as) ile imtihana bile tâbi tutulmuşlardır. Şeytan bu imtihanı kaybetmiş, melekler ise kazanmışlar. Hatta melekler Allah’ın emrini yerine getirip secde ettikten sonra bir kez daha şükür secdesine gidip, iradelerini Allah’ın emri doğrultusunda kullanmışlardır. Elbette ki bu secde bilerek, görerek, idrak ederek, kavrayarak yapılan bir secdedir. Cenâb-ı Hak da muhakkak ki akıllı, bilgili, emrini yerine getiren, itaatkâr bir melekler topluluğuna secde emri vermiştir. Hatta melekler Âdem Aleyhisselâmın arzda halife olmasına hafif bir itiraz etmişler, Allah’ın kendilerini arzda görevlendirileceği hissine kapılmışlardır. (İşârâtü’l-İ’caz, s. 245)

İtiraz edebilen, arzda halife olmayı ümit eden, Allah’ı tanıyan, Allah’a sonsuz itaat eden, Allah’ın emirlerini yerine getirmekten safi bir lezzet alan melekler gibi muazzam bir ümmetin, akılsız ve idraksiz olması mümkün müdür? Elbette ki değil. Üstelik bu lâtif mahlûklar nuranî oldukları için bütün cüzleri ile görüp, bilebilir ve idrak edebilir. Bir anda yüzlerce yerde bulunabilir. Yüzlerce farklı işi bir iş gibi yapabilir. Güneşin ışık ve ısısı ile binlerce mekânda bulunması gibi, melekler de nurânî vücutları ile sayısız yerlerde bulunabilir.

Melekler hem sorumlu, hem vazifeli, hem akıllı, hem de irade sahibi mahlûklardır. Bu durumu da yine Âdem Aleyhisselâma secde hadisesinden anlıyoruz. Cenâb-ı Hak orada meleklere ve şeytana secde etmelerini emretmiştir. Bu emir elbette ki akıllı, şuurlu ve idrakli mahlûklara yapılmıştır.

Şeytan emre muhalefet etmiş ve secde etmemiştir. İradesini kötü yönde kullanmıştır. Melekler ise Âdem Aleyhisselâmın hilâfetine hafif bir itirazları olmalarına rağmen emre itaat ederek, iradelerini iyi yönde kullanmışlardır.

Bu hadisede irade açısından üç grup mahlûk ortaya çıkmıştır.

1. İradesini tamamıyla kötü yolda kullanan: Şeytan.

2. İradesini tamamıyla iyi yönde kullanan: Melekler.

3. Her iki yöne de kullanan: İnsanlar.

Bu sebeple şeytan ve meleklerin makamları sabit kalırken, insanlarda ise insî şeytanlardan, peygamberlere kadar bir mertebe meydana gelmiş.

Bu konuya İnşaallah devam edeceğiz.

HALİL AKGÜNLER - [email protected]

08.02.2010


İnebolu'da nurlu günler

Herkese tatil olur, Nur Talebelerine olmaz! Yarıyıl tatilinin başlamasıyla birlikte bizim de Risâle-i Nur okuma programlarımız başlıyor. Üniversite, lise, ortaokul, ilköğretim grubu kardeşlerimizi birer hafta hem dinlendiriyoruz, hem de oksijen çadırı olan dershanelerimizde mânen doyurmaya çalışıyoruz. Son anda gelişen hadiselerle Kastamonu’nun İnebolu ilçesine okuma programına gitmeye karar verdik.

Uzun bir yolculuktan sonra binlerce melekle geldik Kastamonu’ya. Oradan da 1,5 saatlik uzaklıktaki İnebolu’ya! Bu senenin yağan ilk karıymış meğer! Nadirâttan kar gören biz İzmirliler için adeta bir hoşamedî merasimi gibiydi... İnebolu halkı yıllarca bol miktarda kar görmenin getirdiği bir ünsiyetle hayatlarına devam ediyor, biz de hazine bulmuş gibi hayretle etrafı temâşâ ediyor, karlara dokunuyor, maşaallah, barekâllah demekten kendimizi alamıyoruz... Hayatımda 4. kez bu kadar çok kar görmenin coşkusuyla kendimden geçmiştim. Zemin beyaz kefenine bürünmüş her yer bembeyazdı...

Dışarıdaki soğuk havanın aksine dershanede uhuvvet dolu atmosfer vardı. Programa ilk kez katılan, hatta Risâle-i Nurları bir haftadır tanıyan kardeşlerimiz vardı. Ama sanki kırk yıldır Nur dairesindeki gibi uyumlu ve meraklı idiler. Hatta kardeşlerden bir tanesi “Abla, Said Nursî şimdi nerede yaşıyor?” diye heyecanla sordu. Meğer kardeşe Üstad Hazretlerinin vefat ettiğini söylememişiz.

Bu programda bir kez daha gördük ki, hizmetimiz inayet-i İlâhiye altında. Cenâb-ı Hak hizmeti hazırlayıp hadimlerini istihdam ediyor ve Risâle-i Nur’a kalpleri cezb ve celbediyor. İlk kez okuyan ve belki de okuduğundan çok bir şey anlamayan kardeşler, zahmetlere rağmen sebat ve gayretle dersleri dinliyorlar.

İnebolu'daki ikinci haftamız da minik Nur talebeleriyle geçiyor. Fıtratları bozulmamış masumlar evde tatil yapmak yerine okuma programına koşuyorlar. Nurlu 12 sima var karşımızda. İmanın rükünlerinin ispatını tek tek nakşediyor Üstadımız zihinlerine. İlk kez katılanlar olmasına rağmen her hakikati hemen idrak ediyorlar. Dikkatimizi çeken başka bir husus ise gazetemiz geldiğinde hergün okuyorlar.

Namaza karşı iştiyakları da bu hususta usanç gösteren nefislere hüsn-ü misâl oluyor. İlk gün bir tanesi ağlıyor. Zannediyoruz ki annesini özlemiş. Soruyoruz sebebini: “Ben namaz kılmasını bilmiyorum, ne yapacağım şimdi?” cevabıyla karşılaşınca şaşkına dönüyoruz. Rahmet-i İlâhiyeyi celbedecek gözyaşları süzülüyor yanaklarından, tek tek anlatıyoruz ve rahatlıyor.

Bir sabah dersimizde haşri anlatırken “Herşeyin üstüne bir turra, imza koymuş Rabbimiz” diyoruz. Kardeşlerden birisi: “Ama abla, benim üzerinde imzam yok ki” diyor, gülümsüyoruz ve nasıl imzalar olduğunu izah ediyoruz.

Meraklı minikler cennet ve cehennemin nerede olduğunu merak ediyorlar. Biz de başlıyoruz anlatmaya.... Derse başlayalı bir saat oluyor, ama kimse bitsin istemiyor. Haşir meydanı, cennet, cehennem.. Bunların sırrını öğrenmek çok hoşlarına gidiyor. Eve gittiklerinde ailelerine anlatacaklarını söylüyorlar.

“Ne yapayım, acele ettim kışta geldim. Sizler cennet asa bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açacak” diyen Üstadımızı “Evet Üstadımız, ektiğiniz iman tohumları çiçek açtı meyveye durdu” diyerek rahmetle yâd edip ona lâyık talebe olma ümidiyle ve yeni muhabbetler, kardeşlikler kazanarak ayrılıyoruz kardeşlerimizden.

İNEBOLU’DA NUR DERSLERİ

Haftanın dört günü hanımlar buluşuyorlar. Perşembe günü İnebolu’ya 3 km uzaklıktaki şirin, ormanlar arasındaki Taşoluk Köyüne gittik. Üstelik bu köyün dershanesi de var ve hizmete açılalı bir ay olmuş. Yaklaşık 20 kişilik bir cemaatle karşılaşıyoruz. Köy ortamında bütün işlerini bırakıp iştiyakla risâle dersine katılmalarını hayretle izliyoruz. Nasıl da dikkatli dinliyorlar... “Isparta Kahramanları” gibi kalpleri tam iknâ olmuş ki her hafta Perşembe günlerini ayırıyorlar. Bu tavırları hanımların fıtraten de Risâle-i Nurla bağlı olduklarını gösteriyor. Rabbim hizmetlerini makbul, dershanelerini dâim eylesin, Taşoluklu mübarek teyzelerin duâlarıyla dönüyoruz İnebolu’ya yeni bir şevkle...

Cuma, İnebolu’nun cemaat dersi... O küçücük dershane içi dışı nur olan ablalarla doluyor ve yaklaşık 50 kişi toplanıyor. Maşaallah bu ne hoş bir ortam. Uhuvvet, tesanüd, ittihad... Ruhların bayramı adeta. Tek tek görüşüp sohbet ediyoruz. Kalbî bir muhabbet oluşuyor.

15 günlük İnebolu ziyareti ve okuma programlarını bitirdikten sonra İnebolu’daki kardeşlerimizle vedalaşıp İzmir’e doğru yola koyuluyoruz. Şahs-ı mânevimizin şirin bir ilçedeki azalarıyla tanışmanın sevinci ve coşkusu sarıyor âlemimizi. Hizmetlerimizdeki muvaffakiyetin sırrının kardeşlerin gıyâbî olarak yaptığı duâlar olduğunu birkez daha idrak ediyoruz. Ve hizmetin muvaffakiyeti için duâlar eden bütün kardeşlerimizin duâlarına ‘Âmin Allahümme âmin’ diyoruz. Bizi misafir eden İnebolu’daki kardeşlerimizden Allah razı olsun...

NURAYŞE ARI- AZİZE ÜNLÜ

08.02.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl