08 Nisan 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Bir kötülük işlediğinde peşinden hemen bir iyilik yap ki onu silsin.

Câmiü's-Sağîr, No: 420

08.04.2010


Mebusân hâkim olmalı

Meşrutiyet hâkimiyet-i millettir. Yani efkâr-ı âmmenizin misâl-i mücessemi olan mebusân hâkimdir; hükûmet, hâdim ve hizmetkârdır.

Suâl: “Meclis-i Mebusânda Hıristiyanlar, Yahudîler vardır; onların reylerinin şeriatta ne kıymeti vardır?”

Cevap: Evvelâ, meşverette hüküm ekserindir. Ekser ise, Müslümandır, altmıştan fazla ulemâdır. Mebus hürdür, hiçbir tesir altında olmamak gerektir. Demek, hâkim İslâmdır.

Sâniyen: Saati yapmakta veyahut makineyi işletmekte, sanatkâr bir Haço ve Berham’ın reyi mûteberdir; Şeriat reddetmediği gibi, Meclis-i Mebusândaki mesâlih-i siyâsiye ve menâfi-i iktisâdiye dahi ekserî bu kâbilden olduğundan, reddetmemek lâzım gelir. Ammâ ahkâm ve hukuk ise, zâten tebeddül etmez; tatbikat ve tercihâttır ki, meşverete ihtiyaç gösterir. Mebusların vazifesi, o ahkâm ve hukuku sû-i istimâl etmemek ve bâzı kadı ve müftülerin hilelerine meydan vermemek için bâzı kânunları yapmak, etrâfına sur etmektir. Aslın tebdiline gitmek olamaz; gidilse, intihardır.

Suâl: “‘Adâlettir’ diyorsun. Neden tekâlif-i devlet, fukarâ üstünde hafifleşmedi?”

Cevap: Bir fark vardır: Eskide vâridât zâyi olur giderdi, şimdi millet rakîbdir. Demek, evvel suya ve şûristana atılır idi, şimdi tarlaya atılıyor veya atılacaktır. İşte, bir nevi hafiflik...

Suâl: “Şu hükûmet ve Türkler nasıl olsalar, biz rahat edemiyoruz, yükselemiyoruz. Başımızı kaldırıp onların üzerinden âleme temâşâ etmek ve ellerimizi onlarla beraber sâfi suya uzatmak, kendimizi de bir kavim olduğumuzu göstermek nâsıldır? Zîrâ hükûmet ve İstanbul daha bulanıktır.”

Cevap: Meşrutiyet hâkimiyet-i millettir. Yani efkâr-ı âmmenizin misâl-i mücessemi olan mebusân hâkimdir; hükûmet, hâdim ve hizmetkârdır. Öyle ise kendinizden teşekkî ediniz; her kabahati hükûmet ve Türklere atmakla çok aldanırsınız.

Size bir misâl söyleyeyim:

Her tarafa şubeler salmış bir büyük çeşme başında bir tegayyürât olursa, her tarafa da sirâyet eder. Fakat yüz pınarın ortasında büyük bir havuz olursa, o havuz pınarlara bakar ve onlara tâbîdir. Faraza, o havuz tamamen tegayyür ederse veyahut Allah etmesin bozulursa da, çeşmelere tesir etmez-eğer pınar, pınar olursa.

İşte, bakınız: İstibdâdın hükmünce, İstanbul ve hükûmet belağbaşı idi; şikâyette hakkınız vardı. Şimdi ise hakîkat îtibâriyle bilkuvve, İstanbul göldür, hükûmet havuzdur, Türk zeynâbdır veya öyle olmak lâzımdır. Pınar bizlerdedir ve bizde olmak gerektir.

Ey Kürtler! Görüyorum ki, bizde pınar yoktur. Onun için, uzaktan gelen taaffün eden bir suyu içiyoruz. Eskisi gibi istibdâdı görüyoruz. Öyle ise, gayret ediniz, çalışınız; sebeb-i saadetimiz olan meşrûtiyeti takviye için, fikr-i milliyeti haffâr yapıp, mârifet ve fazîleti eline veriniz. Şu yerlerde de bir küngân atınız; tâ bir kemâlât pınarı bizde de çıksın. Yoksa dâimâ dilenci olacaksınız, ya susuzluktan öleceksiniz. Hem de, dilencilik para etmez. İnsan dilenci olursa, nefsine olsun. Bence merhamet dilencileri ya haksız veya tenbeldirler. Eğer siz insan olsanız, hükûmet ve İstanbul ve Türkler nasıl olsalar olsunlar, size fenalıkları dokunmaz, fakat iyilikleri gelir.

Suâl: “Neden iyilik gelsin, fenâlık gelmesin? İkisi arkadaştır.”

Cevap: Yahu! Dedik: Şimdi, hükûmet ve İstanbul çukurda bir havuzdur veya öyle olacaktır. Havuz ise, aşağıdadır. Fenalık sakîldir, yukarıya yuvarlanmaz-cehâletle cezb etmemek şartıyla. İyilik nurdur, yukarıya akseder.

Münazarat, s. 41

LÜGATÇE:

Meclis-i Mebusân: Mebuslar meclisi, Osmanlı Devleti zamanında halk tarafından seçilen mebusların meclisi, Millet Meclisi.

mebus: Milletvekili.

mesâlih-i siyâsiye: Siyasî maslahatlar, faydalar.

menâfi-i iktisâdiye: Ekonomik faydalar.

tebeddül: Değişme.

ahkâm: Hükümler.

efkâr-ı âmme: Kamuoyu.

misâl-i mücessem: Cisimleşmiş örnek.

mebusân: Milletvekilleri.

teşekkî: Şikâyet etme, sızlanma.

tegayyürât: Başkalaşmalar, değişmeler.

sirâyet: Bulaşma, yayılma.

tegayyür: Başkalaşma, değişme.

istibdâd: Baskı.

bilkuvve: Potansiyel olarak.

zeynâb: Su kaynağı, pınar.

08.04.2010


Üstad ona ‘büyük bir velî’ nazarıyla bakıyordu

Tahirî Mutlu’nun, mânen, mekânı ve zamanı aşan âsûde bir menzilde tecellî eden Üstad’la olan bu muhabbet faslından sonra zaman, bütün hasselerini doldurup doyuran o gülü tahattur ve tahayyülle akmaya başladı.

Ne var ki, ikinci bir görüşme faslına fırsat bırakmadan harekete geçen tağutlar, yalnız gülzarı târumar etmekle kalmadılar, gül-ü ra’na ile birlikte bütün gülleri de götürüp Eskişehir zindanlarına hapsettiler.

Ondan sonra da yine gül ahvâliyle gelip geçen günler, dışarıda kalan yüreklere hep hasret taşıdı, kahır çektirdi. Mektup, haber ve kitap hâlinde uzaklardan gelen gül-ü ra’na rayihâsı ruha teselli verse de, hicran hiç dinmedi.

Taa ki, Isparta’nın beşerî gülleri gülzarlarına dönene kadar.

Tahirî, gül-ü ra’nadan ayrı da olsa, gülzar fasıllarının tekrar başlamasını tahayyül ederken yeni bir firak girdi araya. Eskişehir zindanlarında hastalanan Küçük Lütfi, Isparta’ya döndükten hemen sonra vefat etti.

Güllerin dikildiği zamanda, gülsuyu ile yıkanarak kaldırıldı cenazesi. Güller diyarının gül yüzlü insanları hep oraya toplanmış gibiydi. Yüzlerinde, kadere teslimiyetten gelen mahzun bir sürur vardı.

Onun gittiğine mi, yoksa kendilerinin kaldığına mı üzülüyorlar pek belli değildi. Naaşı toprağa verilirken başucunda Kur’ân okuyan Tahirî, gönlünden bir parça da orada kalmış gibi kırgındı. O anda Lütfi ile kendisini, bir gül dalının iki ucu gibi hissetti. Bir ucu toprakta, diğer ucu dışarıda kalmıştı. Topraktaki uç kök salacak, dışarıdaki yaprak verip yeşerecek, gül olup açacaktı.

“Lütfi’nin yerini boş bırakmayalım” dedi Hafız Ali.

“Bırakmayalım” dedi Hafız Mustafa da.

“Tahirî, Lütfi’nin yerini alır.”

“Alır elbette. Almalı.”1

Kendisi hakkında konuşulanların, az önceki düşündüklerini tamamladığını müşahede edince, artık ne yapması gerektiğini anlamıştı. Hemen o gece Lütfi’nin yarım bıraktığı risâleyi yazmakla başladı yeni kişiliğini yaşamaya.

Lâkin onun yaptığı hizmetler sadece istinsahtan ibaret değildi. Risâleleri yazmış, okumuş, anlamış, anlatmış, müdafaa etmiş, başka yerlere ulaştırmış ve daha akla gelebilecek bin bir türlü işi yapmıştı.

Tahirî de onların hepsini yapmak istiyordu. Risâle yazarken kendisine hanımı ve iki kızı da yardım ettiği için o hususta pek bir aksama yoktu. Fakat evde, tarlada, bağda, bahçede görülmesi gereken zarurî işler vardı. Çalışmaya kalktığında hizmete, hizmeti görmek istediğinde işlere zaman kalmıyordu.

İradesi hizmetten yana işliyor, hayatın gerçekleri ise çalışmasını gerektiriyordu.

Karar vermekte zorlanınca, hâlden anlayan hanımı işleri çocuklarla birlikte yapabileceğini, kendisinin bütün zamanını hizmete ayırması gerektiğini söyledi.

O da bunu bir ihsan-ı İlâhî saydı. Hayatını Nur hizmetine adadı ve Hafız Ali, Büyük Ruhlu Küçük Ali, Kuleönülü Mustafa, Hüsrev, Rüştü gibi erkânların arasına girerek erkân-ı sitteyi tamamladı.

İlk olarak Nur Fabrikası mensuplarının verdiği vazife üzerine 1942 senesinde tarlasını, bağını, bahçesini satarak İstanbul’a gitti. Kırk beş gün kadar kalarak yeni telif edilen Âyetü’l-Kübra Risâlesi’ni gizlice matbaada bastırdı. Sahaflarda bulduğu Lemaat’ı da yanına aldı ve Bediüzzaman’a takdim etmek üzere Kastamonu’ya gitti.

Tam bir vuslat faslıydı orada yaşanan hâller. “Kahraman Tahirî’nin bana getirdiği bir nüsha Lemaat’ı çok kıymettar gördüm”2 diyen Said Nursî yıllardır beklediği matbu bir risâlesine ve kaybettiği eski eserine, Tahirî de uzun zamandır hasret kaldığı Üstadına kavuşmuştu.

O anda, ruhunda güllerin açtığını hissetti. Bildiklerinden, gördüklerinden oldukça farklı güllerdi bunlar. Lütfi’nin idrakine diktiği güle, Said Nursî göz aşısı yapmış ve her aşı anında gül vermişçesine gönlü gülzara dönmüştü.

Bediüzzaman’la yaptığı bu nazarî musafaha sırasında, göz aşısı yapma husûsiyeti ona da bahşedilmiş olmalı ki, o günden sonra baktığı her yüz gülümsedi, teveccüh ettiği her gönülde güller açtı.

Yediveren gülleri...

***

Üstadı ona hep makamını bilmeyen, ‘istihdam edilmek istediği için’ merak da etmeyen velî-i a’zâm nazarı ile bakardı. Denizli Hapishanesi’nde Hafız Ali’nin vefat etmesi üzerine ona gönderdiği cübbeyi de, onun temsil ettiği Nur Fabrikası Sahibi sıfatını da Tahirî’ye verdi.

O, Afyon Hapishanesi’nde de yine Üstadı ile birlikteydi. Said Nursî, talebeleri arasında çıkan bir tartışmaya üzülüp ‘Ya Rabbi, yok mu bir talebem?’ diyerek Cenâb-ı Hakka iltica ettiği zaman kendisine Tahirî gösterilince onu da varisleri arasına aldı.

Ona, “Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını tam bilerek yapabilecek” nazarı ile baktığı için müsterih oldu. Emirdağ’da zehirlendiği zaman yaptığı gibi başına bir hâl geldiği zaman da eserlerine onun sahip çıkmasını istedi.

Said Nursî, bilhassa ellili yıllarda ziyaretine gelen talebelerine hep Tahirî’yi örnek gösterdi. Vefat edeceğini hissederek bazı talebeleri ile birlikte Isparta’dan Urfa’ya gittiği zaman da evinde onu bıraktı.

O da hayatı boyunca bu itimada gölge düşürecek hiçbir hâl ve hareket içinde olmadı. Bediüzzaman vefat ettiği zaman Zübeyir Gündüzalp’le birlikte hareket ederek ‘sarsılmaz sadakati ve yanılmaz zekâvetiyle’3 Nur hizmetinin en az zararla o badireleri atlatmasına yardımcı oldu.

İstanbul, Nur hareketinin merkezi olma hüviyeti kazanmaya başlayınca Zübeyir’in dâveti üzerine Isparta’dan İstanbul’a geldi. Risâle-i Nurların Kur’ân hattı ile basılmasına ve Tevafuklu Kur’ân’ın tabına rehberlik etti.

Risâle-i Nur hizmeti ile meşgul olduğu kırk yedi senede pek çok sıkıntılı günler, tehlikeli hadiseler yaşamasına rağmen takva hâlini hiç terk etmedi. İnsanın dünyaya iman ve ibadet için geldiğini bildiğinden, o hakikati sık sık okumasının yanı sıra bizzat yaşayarak da örnek olmaya çalıştı.

1977 senesinin gül dikme mevsiminde İstanbul’da hayata veda ettiği sırada da aynı takva ahvâli içindeydi. Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazını müteakip Eyüb Sultan Kabristanına doğru omuzlar üzerinde teşyi edilirken, on binlerce insan da onun ardından yürüdü.

Hepsinin yüzünde, onun yaptığı göz aşısının nurâniyeti vardı.

Dipnotlar:

1- Son Şahitler c: 2, s: 89.

2- Kastamonu Lâhikası s: 114.

3- Emirdağ Lâhikası, s. 140.

—SON—

08.04.2010


Şems-i tâbân gözlerin

Şems-i tâbân gözlerin, sanki hâlâ görüyor,

Gördükçe o gözlerin, bize huzur veriyor.

Mâzîden, istikbâli, gördün ferâsetinle,

Kurtuldu hep imanlar, bitmeyen himmetinle.

O mücâhid hâliniz, bize sirâyet etti,

Nefsimizle cihadı, ta’lîm ettik Üstadım.

Muhtaç gönüller bulup, ulaştırmak azmiyle;

Uzak-yakın demeden, gidiyoruz Üstadım.

Gayb-âşina gözünle, gördün tâ! Bu günleri,

Buhranlara tek çare, Nurlar dedin Üstadım.

Cehalet, zaruret, ihtilâf marazına,

San’at, ma’rifet, ittifâk, ilâcını sürüverdin Üstadım.

Her şey denendi, gördük; olmadı derde çare,

Bilmiyorlar! Kurtuluş; Nurlardadır Üstadım.

İnâd ile direndi, görmemezlikten geldi;

Devletlüler, kıymetin bilecekler Üstadım.

Ne zenginlik, ne şöhret, artık huzur vermiyor,

Kurtuluş reçetesi, imandadır Üstadım.

Öbür dinler, hepsi hak, zamanı o zamandı,

Şimdi asıl mutluluk, İslâm’dadır Üstadım.

Zaman ihtiyarladı, Kur’ân ise taptaze,

Rumûzunu, Nurlarla, biliverdik Üstadım.

Şâm’da okunan hutbe, şimdi ancak şerh oldu,

Mümânaat eden perde, kalkıverdi Üstadım.

İslâmlar ayrı ayrı, fetvalar veriyorken,

Nurlar ile ittihâd, oluverdi Üstadım.

Cihad siyasî değil, kalpleri fetih lâzım,

Nurlar ile kâinat, feth oluyor Üstadım.

Dinleri bir birine, rapteden o birliği,

Papaz, Haham, Nurlarda buluyorlar Üstadım.

Tevekkül yanlış bilip, hep yatmışız yıllarca,

Künhüne vâkıf olup, kalkıverdik Üstadım.

Herkesten kabûl gördü, mümtâz eserleriniz,

Sağcı, solcu, hep birden; okuyorlar Üstadım.

Aydınlar aydınlığı, Nurlarda buluyorlar,

Cihan-bahâ Nurları, okuyorlar Üstadım.

Fecr-i sâdık yakındır, kâzib olsa da; ne gam,

Biliyorum; gelecek müjde verilen o an.

Gâlibâne saracak; Kur’ân bütün cihanı,

O günlere müştâkım, gösteriver Allah’ım.

EYÜP OTMAN

08.04.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl