07 Nisan 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

TOPLUMUN BENİMSEDİĞİ İSİM

nProf. Dr. Ergun Özbudun başkanlığındaki “yeni anayasa” heyetinde yer alan Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem: “Bediüzzaman, Türkiye toplumunun çok önemli bir kesimi tarafından benimsenen, sevilen, sayılan bir şahsiyettir. Onun görüşlerinden istifade edilmesi, demokratik açılımın bu kesimlerce kabul görmesine yol açar. Açılımı topluma mal etmek için cemaatler ve sivil örgütler seferber edilmeli.”

DEMOKRASİ VE HUKUK MESAJI

“Bediüzzaman’ın, çağdaş dünyanın hukuk devleti, insan hakları ve demokrasi gibi siyasî değerlerine dair çok önemli görüş ve mesajları var. Kendisi hürriyeti önemseyen bir şahsiyettir. Sürekli hürriyet, meşveret ve meşrutiyetten yana ve cumhuriyetçi olduğunu söylemiştir. Demokrasi, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü gibi kavramları bundan yüz yıl önce o zamanın anlayışıyla ifade etmiştir.”

Bize Adalet-i mahza gerek

Prof. Erdem: "Bediüzzaman'ın savunduğu adalet-i mahza kavramı, bugünkü özgürlük, hukuk devleti, demokrasi anlayışının gelmiş olduğu aşamayı ifade eden bir tanımlamadır. Bu düşünce, birey-devlet ilişkisi açısından düşünüldüğünde bireyi esas alan bir anlayışı işaret ediyor.”

Bize Adalet-i mahza gerek

Türkiye’de ihtilâl anayasası değiştirilmek isteniyor. Birbiri içinde çatışan ülke imajından sıyrılıp, özgür düşünceye saygı gösteren, yasama, yürütme ve yargının net çizgilerle ayrıldığı bir sistem herkes tarafından özleniyor. Yeni anayasa ve demokratik açılım konusu gündeme geldikçe Bediüzzaman ismi oldukça sık zikredilir oldu. Özellikle Bediüzzaman Haftasında düzenlenen organizasyonlarla “Günümüz problemleri nasıl çözülür” sorusunun cevabı arandı. Onun perspektifiyle sorunların çözümleneceği ortaya konuldu.

Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Anayasa Hukukçusu. 2007’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talebi ile anayasa değişiklik taslağı hazırlayan, 6 kişilik heyet içinde yer alan Prof. Erdem, Bediüzzaman’ın düşüncelerinden faydalanılması gerektiğini anlattı. Türkiye’deki demokrasi şeklini değerlendiren Prof. Dr. Erdem ile yeni anayasayı ve nasıl uygulanacağını konuştuk.

Risâle-i Nur Kongresinde masa çalışmalarına

katıldınız. Daha önce Risâle-i Nurları okuyor muydunuz?

Daha önceden okumuşluğum vardı, ama ben Risâle-i Nurun tümünü okumadım.

Peki, Bediüzzaman’ın görüşlerini nasıl buldunuz? Onun fikirleri günümüz problemlerine çözüm teklifi sunuyor mu?

Siyasete ilişkin görüşlerini, toplantı vesilesiyle bana gönderilen dokümanlardan okumak ve kongrede müzakere etmek suretiyle öğrenebildim. Bediüzzaman’ın, çağdaş dünyanın “hukuk devleti”, “insan hakları” ve “demokrasi” gibi siyasî değerlerine dair çok önemli görüş ve mesajlarının var olduğunu gördüm. Çağdaş konulara dair o dönemden fikirler ve görüşler beyan etmiş olması, kendisinin gerçekten önemsenmesi gereken bir isim olduğunu ortaya koymaktadır.

Demokrasi ve insan hakları açısından bakıldığında Bediüzzaman’ın bundan yüz yıl önce ileri sürmüş olduğu görüşleriyle, demokrasiyi desteklediğini görmekteyiz. Bugünkü anlamıyla telâffuz edilen demokrasi, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü gibi kavramları bundan 80- 90 yıl önce o zamanın anlayışıyla ifade etmiştir. Kendisi hürriyeti önemseyen bir şahsiyettir. Sürekli hürriyetten yana olduğunu ifade etmiştir. Meşveretten ve meşrûtiyetten yana olduğunu ifade etmiştir. Cumhuriyetçi olduğunu söylemiştir.

Özellikle dikkatimi çeken şu oldu: Adalet-i mahza denen bir kavram var. Bu kavramla ifade edilen anlayışı savunması, bugünkü demokrasi ve insan hakları anlayışıyla bire bir örtüşüyor. Bediüzzaman, Adalet-i mahza ile devletin, milletin, umumun ya da vatanın selâmeti adına da olsa tek bir kişi hakkının feda edilemeyeceğini söylüyor. Velev ki bu hak küçük olsa dahi.

Adalet-i Mahza, bugünkü özgürlük, hukuk devleti, demokrasi anlayışının gelmiş olduğu aşamayı ifade eden bir tanımlama diye düşünüyorum. Çünkü bu düşünce, birey-devlet ilişkisi açısından düşünüldüğünde bireyi esas alan bir anlayışı işaret ediyor. Devleti ikinci plana iten, araçsallaştıran ve devleti bireylerin hizmetinde gören bir anlayışa sahip. Bu anlamda gerçekten çok önemli. Her ne hal olursa olsun, birey haklarının kutsiyetine işaret ediyor. Vatan adına, millet adına, devlet adına da olsa bu hakların feda edilemeyeceğini söylemek suretiyle özgürlüklerin önemini ve kudsiyetini vurguluyor. Devletin değil de özgürlüklerin kudsiyetine işaret etmesi gerçekten çok önemlidir. Yaşadığı dönem açısından değerlendirdiğimizde çok ileri bir adımdır. Çünkü; Osmanlı ya da Türkiye devlet algısında devletin kutsallığı esasına dayalı bir anlayış var. Devlet sürekli kutsallaştırılmış. Bunun karşısında bireyler ve vatandaşlar hep ihmal edilmiş. Hak ve özgürlükler devlet adına adeta kurban edilmiştir. Bediüzzaman’ın o dönemlerde devleti ikinci plana iten, bireyin hak ve özgürlüklerini ön plana alan bir anlayış izlemesi gerçekten çok önemsenmesi gereken bir düşüncedir.

Açılım’da Bediüzzaman’ın görüşlerinden

faydalanmalı mıyız?

Demokratik açılımın önemli ayaklarından biri, sosyo-kültürel alanda yaşanan kimlik sorunlarının çözümüdür. Bu kimlik sorunlarının çözümünde sadece siyasîlerin bir niyet beyanında bulunması yeterli değildir. Tarihe ve topluma mal olmuş önemli şahsiyetlerin de bu sürece dâhil edilmek suretiyle sürecin toplum nezdinde kabul görmesi sağlanabilir. Bediüzzaman, Türkiye toplumunun çok önemli bir kesimi tarafından benimsenen sevilen sayılan bir şahsiyettir. Onun görüşlerinden bu açılım sürecinde istifade edilmesi, demokratik açılımın bu kesimlerce kabul görmesine yol açar diye düşünüyorum. Öteden beri savunduğum görüş şudur: Türkiye toplumunda herhangi sorun alanının çözülmesinin yolu, o sorunun toplumsallaştırılmasından geçiyor. Bunun yolu da toplumun kılcal damarlarına kadar ulaşan sivil toplum örgütlerinin, cemaatlerin, tarikatların bu anlamda seferber edilmesinden geçtiğidir. Eğer bir mesele topluma mal edilip çözülmek isteniyorsa, toplumda karşılığı olan dinî ve sosyolojik şahsiyetlerin, cemaatlerin, tarikatların ve sivil toplum örgütlerinin seferber edilmesi gerekir.. Ancak bunlar kanalıyla topluma nüfuz edebilmek mümkündür. Siyasî aktörlerin sorunun çözülmesi gerektiğine işaret etmesi bir sorunun çözümünde yeterli değildir. Biz bunu en fazla Kürt meselesinde yaşıyoruz. Kürt meselesinin eşit vatandaşlık anlayışı temelinde barışçıl çözümünü sağlayabilmenin yolu, bu meselenin öncelikle Türkler nezdinde yaygın kabulünden geçer. “Kürtler de Türklerin sahip olduğu benzer haklara sahip olabilmelidir” düşüncesi Türkler nezdinde yayılmaya başladıkça ancak bu sorun çözülebilir. Bu düşüncenin kabul görmesini sağlamanın yollarından en etkili olanı, bu meselenin sözünü ettiğim kesimlerce kabul görüp desteklenmesidir. Risâle-i Nur Kongresi buna hizmet ettiği için çok önemsiyorum.

Toplumun her kesimi “Demokrasi istiyoruz” diyor. Sağcısı da solcusu da, inançlısı da inançsızı da demokrasinin olmadığına dem vuruyor. Siz hukuk uzmanısınız, sizce demokrasi nedir? Herkesin demokrasi anlayışı farklı mıdır?

Elbette ki her toplumsal kesim yaşamış olduğu sorunlar ekseninde bir hak ve demokrasi talebinde bulunuyor. Bunda bir eksiklik ya da yanlışlık yoktur. Sonuçta demokrasi ve insan hakları bilinci hak mağduriyeti ekseninde gelişmektedir. Yoksa teorik olarak bu değerlerin işlevsel olduğu bilgisiyle tek başına söz konusu değerler kabul görmezler. Bunun toplumsallaşması ve toplumun bütün kesimleri tarafından içselleştirilmesi, çok büyük oranda o toplumsal kesimlerin yaşamış oldukları sorunlara çözüm üretmenin bir aracı olarak kabul etmelerinden kaynaklanıyor. Demokrasinin toplumsal sorunlara barışçıl çözüm üreten bir mekanizma oluşu da tamamen bununla ilintilidir.

Demokrasilerde her türlü düşünce şiddete bulaşmamak kaydıyla ifade edilir, örgütlenilir ve iktidar yarışına katılınır. Demokrasi budur. Farklı düşüncelere, farklı taleplere sahip olan bütün toplumsal kesimlerinin taleplerine açık bir rejimdir. Talepler muhakkak ki farklı olacaktır. İnsanî varoluşun çoğulcu niteliğinden kaynaklanan bir farklılıktır. Her toplumsal kesim, demokrasinin kendi sorunlarına çare olduğunu düşünüyor. Bu konuda herkes mutabıktır. Demokrasi bu anlamda bir araçtır. Önemli olan insanların kendi sorunlarını şiddete ve teröre bulaşmaksızın, demokratik bir zeminde ifade edebilmesi, örgütlenebilmesi ve bunların gerçekleştirilmesi doğrultusunda talepkâr olabilmesi ve iktidar yarışına da katılabilmesidir. Bu anlamda herkesin demokrasi anlayışı aynıdır; farklı olan sadece beklenti ve taleplerdir.

Ülkemizde demokrasi açısından neredeyiz. Bir durum değerlendirmesi yapar mısınız?

Şu an bizde sınırlı, eksik ve vesayetçi bir demokrasi var. Çünkü Türkiye’de demokratik siyasetin üzerinde icra edilen bir vesayet olgusu var. Bu vesayet olgusu demokratik siyasetin alanını daraltıyor. Demokrasi dar alanda kısa paslaşmalar şeklinde cereyan ediyor. Demokratik siyaset, toplumun sorun olarak algıladığı meselelere çözüm önerme iradesini ortaya koyamıyor. Çözüm koyamamasının sebebi de demokratik siyasetin kırmızı çizgilerle sınırlarının çizilmiş olmasıdır. Yani devlet ya da resmî ideoloji tarafından mahrem kılınmış, tabulaştırılmış alanda demokratik siyaset çözüm üretemiyor. Bu yapının kendisi, demokratik kuramla bağdaşmamaktadır.

Türkiye’de çağdaş standartlara uygun, yerleşik demokrasilerin kabul ettiği bir demokrasi modelinin kabul görebilmesi için, vesayetçi sistemin tasfiye edilmesi gerekiyor. Bu vesayetçi sistem ikili bir iktidar yapısı üzerine kuruludur. Bir tarafta sivil ve askerî bürokratlardan oluşan bir devlet iktidarı, diğer tarafta da biz vatandaşların seçtiği vekillerden oluşan meclis ile onun tabiî uzantısı mahiyetindeki hükümetten oluşan bir siyasî iktidar var. Farklı bir ifadeyle, bu vesayetçi sistem, devlet içerisinde iki iktidarın varlığını öngörür. Atanmışlardan oluşan ve devletin gerçek sahipliği iddiasında olan devlet iktidarı ile seçilmişlerden oluşan siyasî iktidar.

Çok açık ve somut olarak ifade etmek gerekirse, gücünü resmî ideolojinin savunuculuğundan alan ve buna bağlı olarak nihaî söz söyleme ve karar alma yetkisini uhdesinde tutan bir grup bürokratik elit devlet iktidarını kullanmaktadır. Bunu yaparken, demokratik temsil ve meşrûiyete sahip olan siyasî iktidarı sürekli olarak gözetleyip denetlemektedir. Siyasî iktidara tanıdıkları siyaset alanının aşılıp aşılmadığını, kırmızı çizgilerin ihlâl edilip edilmediğini denetlemektedir. Sen bunları yapabilirsin, bunları yapamazsın demek suretiyle demokratik siyasetin alanını daraltmaktadır. Sınırların aşılması ya da ihlâli halinde siyasî iktidarı cezalandırma yoluna gitmektedir. Meselâ, başörtüsü ve Kürt meselesi, demokratik siyasetin bağlamı dışında tutulmuştur. Buna rağmen siyasî partileri bu meselelere çözüm üretmeye çalışmaları, onların kapatılmalarıyla sonuçlanmaktadır.

Oysa ki, yerleşik demokrasilerde böyle bir ayrıma ve bu ayrım üzerinden gerçekleşen bir vesayete yer yoktur. Buralarda tek bir iktidar vardır; o da, milletin meşrû temsilcilerinden oluşan siyasî iktidardır. Bu iktidarın izleyeceği siyasetin de herhangi bir sınırı yoktur. Demokratik siyaset, toplumun sorun olarak algıladığı bütün meseleleri siyasetin konusu haline getirebilir. Bunun önünde bir engel olmaz. Türkiye’de demokratik siyasetin önünde çok ciddî engeller olduğu için tam demokrasinin varlığından söz edemiyoruz.

Sizce yeni bir anayasa yapılmalı mı?

Demokratikleşmek için yeni anayasa gerekli mi?

Tabiî bu vesayetçi sistemin tasfiye edilebilmesi için, özgürlükler rejiminin daha da güçlendirilmesi ve hukuk devleti ilkesinin tahkim edilebilmesi için yeni bir anayasa yapılması gerekiyor.

Anayasada bu güne kadar 15 kez değişiklik yapıldı. Bu değişikliklerle birlikte 1982 Anayasasının otoriter ve devletçi ruhu belirli ölçüde zayıflatıldı, ama hâlâ bu ruhun izleri Anayasada bulunmaktadır. Anayasaların devleti ve otoriteyi değil, bireyi ve onun özgürlüklerini esas alması gerekiyor. Bizim 82 Anayasası bireyin özgürlükleri yerine devleti ve onun otoritesini esas almış, dolayısıyla anayasacılıkla bağdaşmayacak bir anayasa olarak ortaya çıkmıştır.

Yeni anayasa, her şeyden önce Türkiye toplumunun bugüne kadar kendi özgür iradesiyle bir anayasa yapmamış olma ayıbına son vermek için yapılmalıdır. Gerçekten, 1921 Anayasasını ayrı tutacak olursak, Osmanlıdan bugüne kadar kabul edilen anayasaların hiçbiri toplumun hür iradesinin ya da meşrû temsilcilerinin iradelerinin ürünü olmamışlardır. İkincisi, bu anayasa şekli ve maddî meşrûluğu olmayan bir anayasa olduğu için yeni bir anayasa yapılmalıdır. Üçüncüsü, bugüne kadar yapılan değişikliklerle birlikte anayasada oluşan ikili yapıyı ve çelişkileri gidermek için yeni bir anayasa yapılmalıdır. Mevcut anayasada bir yandan özgürlükçü hükümler, diğer yandan da devletçi ve otoriter nitelikli hükümler var. Bu karmaşayı ve tenakuzu giderebilmek, anayasada bütünselliği sağlayabilmek adına da olsa yeni bir anayasa yapmak gerekiyor. Bunun dışında Türkiye’nin kronikleşmiş kimlik sorunlarına çözüm üretebilmek için de yeni bir anayasa gereklidir. Dindarların, Kürtlerin, Alevilerin, gayrimüslim azınlıkların ve benzeri sorun yaşayan toplumsal kesimlerin eşitlik ilkesi temelinde barış içerisinde birlikte var oluşlarının siyasî çerçevesini çizecek yeni bir anayasaya ihtiyaç duyulmaktadır.

Yeni anayasa ile ilgili söylemler uzun zamandır var. Ama icraat adına çok bir şey göremiyoruz. Siz iktidarın yeni anayasa politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mevcut parlamentonun yeni bir anayasa yapması önünde herhangi bir hukukî engel yok. En azından hukuken bunu söyleyebiliriz. Mevcut parlamento demokratik meşrûiyete sahip, kurucu irade sıfatına da haiz olarak yepyeni bir anayasayı pekâlâ yapabilir. Hatta yeni bir anayasa yapmak, anayasayı değiştirmekten daha kolaydır diyebiliriz. Çünkü yaşadığımız tecrübe de bize bunu gösteriyor. İki yıl önce anayasanın 10 ve 42. maddelerinde yapılan değişikliğin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğinizi biliyoruz. Üniversitelerdeki başörtü yasağına son vermek amacıyla bu parlamento döneminde bir anayasa değişikliği yapıldı. Ancak Anayasa Mahkemesi yetkili olmadığı halde bu değişiklikleri iptal etti. Aynı tehlike bugün için de söz konusudur. Oysa yepyeni bir anayasa yaptığınızda, Anayasa Mahkemesinin denetlemesinin de imkânı olmaz. O nedenle siyaseten de doğru olanın yeni anayasa yapmak olduğunu ifade etmek gerekir.

Yeni anayasa önünde engel yok diyorsunuz, halk da istiyor, o halde neyi bekliyoruz?

Aslında yeni anayasa konusunda bütün siyasî partilerin görüş birliği içinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu gün için CHP ile MHP’nin yeni anayasaya karşı çıkması tamamen taktikseldir. “Bu günkü parlamento yapmasın, bundan sonraki yapsın” diyorlar. Ya da “Anayasa yapmak amacıyla yeni bir kurucu meclis oluşturalım” diyorlar. Sonuçta bütün siyasî partiler de, toplumu temsil eden bütün sivil örgütler de yeni bir anayasa yapılması konusunda mutabakat içindeler. Bunlara rağmen neden siyasî irade ortaya konulamıyor sorusunun cevabını ancak siyasiler verebilir.

Yeni anayasa için referandum olmalı mı?

Yeni anayasayı demokratik meşrûiyetle güçlendirmenin yolu, hem meclis marifetiyle yapılmasını sağlamak, hem de bu anayasayı halkın oyuna sunmaktır. Yani çifte meşrûluk kazandırmak gerekmektedir. Tek başına referandum suretiyle de demokratik meşrûluk sağlanabilir, aynı şekilde meclisin yapmasıyla da meşrûiyet sağlanabilir, ama yeni anayasayı çok güçlü bir demokratik meşrûiyet zeminine oturtabilmek için her ikisinin de kullanılması daha doğru olur.

ELİF NUR KURTOĞLU

[email protected]




Gündemin nabzını tutmak için tıklayın!
www.sentezhaber.com

07.04.2010

 
Sayfa Başı  Geri


Önceki Röportaj

  (05.04.2010) - Said Nursî’nin eserleri çağdaş İslâm toplumunun kriterleridir

  (02.04.2010) - Pahalı enerjinin alternatifi güneş

  (29.03.2010) - M. Kemal de Dersim’in içinde

  (28.03.2010) - TOPLUMA MAL OLAN İKİ TEMEL GÖRÜŞ

  (26.03.2010) - Kız istemeye damacana su ile gideceğiz

  (24.03.2010) - Entelektüeller Münazarat’ı mutlaka okumalı

  (23.03.2010) - Said Nursî anlaşılırsa Türkiye değişir

  (21.03.2010) - Okullara ‘süt saati’ getirilsin

  (17.03.2010) - Toplumu cemaatler ayakta tutuyor

  (16.03.2010) - SİYASî PARTİLER DİN TEMSİLCİSİ OLAMAZLAR

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl