23 Ağustos 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

KUR’ÂN BİZİ TEFEKKÜRE DÂVET EDİYOR

BİR ÂYET, BİR

YORUM

“Şüphesiz semavat ve arzın yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşi sıra gelmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyarak yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirdiği bir su ile ölmüş olan toprağı diriltmesinde, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre âmâde bekleyen bulutları döndürmesinde elbette düşünen insanlar için pek çok deliller vardır.”

(Bakara: 2/164)

BU âyet Kur’ân’da bulunan tefekkür âyetlerinin en kapsayıcı olanlarından birisidir. Bütün bu sıralanan varlıkların yaratılışlarını düşündüğümüzde Allah’a olan inancımız sağlamlaşır, kuvvetli olur. Kur’ân bizi bu şekilde tefekküre dâvet ediyor.

Önce göklerin ve yerin yaratılışını düşünelim. Uçsuz bucaksız, yıldızlarla yaldızlanmış, galaksilerle ve güneş sistemleriyle donatılmış muhteşem bir gökyüzü, uzay. Bir harfi dahi yazan birisi olduğuna göre, bu muhteşem kâinatı yaratan da elbette vardır ve o da Allah’tır. Aynı şekilde dünyayı insanların yaşayışlarına uygun bir şekilde yaratan da Allah’tır. Çünkü yer küremiz insanı ve insanının özelliklerini tanıyacak bir akla, bilince ve gereğini yapacak bir kudrete sahip değildir. Her ikisi de bir san'at eseridir. Bu san'at eserlerini yapan san'atkâr da Cenâb-ı Haktır.

İkinci olarak gece ile gündüzün birbiri peşi sıra gelmesini de tefekkür etmek gerekir. Dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinden gece ve gündüz meydana geliyor. İnsanlar geceleri istirahat ediyor, gündüzleri de çalışıyor. Dünyanın bu kadar düzenli bir şekilde dönmesi tesadüfün işi olamaz. Gece ve gündüzün yaratılması sebeplerin işi asla değildir.

Diğer taraftan suda bir kaldırma kuvveti var ve gemiler insanları uzak mesafelere çok büyük yükleriyle beraber taşıyor. Suya bu kaldırma kuvveti kanununu veren kimdir? İnsanı yaratan Allah, insanın istifade edeceği her şeyi de yaratımıştır.

Kışın ölmüş olan ağaçları, otları baharda diriltmeye araç olan yağmur, kimin emriyle inmektedir? Bulutlar nasıl meydana gelmekte ve ihtiyaç duyulan yerlere nasıl gitmektedir? Gökyüzünde uçaklar var. Ve hepsinin de pilotları vardır. Pilotsuz uçaklar da uzaktan kumanda ediliyor. Yani hiçbir şey kendi kendine olmuyor, hareket etmiyor. Bulutların da hareket ettiğini ve gerekli olan yerlere yağmur bıraktığını görüyoruz. O halde onları da idare eden, yönlendiren Allah’tır. Çünkü onlar akılsız ve şuursuz olduklarından kendi kendilerine insanların ve diğer varlıkların ihtiyaçlarını bilerek oraya gidemezler. Onları yönlendiren Rezzak ve Rahman olan Allah’tır.

İşte insan bütün bunların hepsini düşündüğünde bütün bu sayılan varlıkların hepsinin de Yaratıcısının bir olduğunu anlıyor. Çünkü her varlığın birbiriyle alâkası var. Bu alâka, her canlının ihtiyacını bilen Allah tarafından kuruluyor ve birbirinin yardımına koşturuluyor.

Allah’ın yarattığı varlıklar üzerinde düşünmeyi, tefekkür etmeyi asla unutmayalım.

FAKİRLERLE OTURUP KALKMAK

BİR HADİS,BİR YORUM

“Fakirleri sevin ve

onlarla oturup kalkın. Kendi kusurunu bilmen, seni başkalarının

kusurunu araştırmaktan alıkoysun.” (Câmiü’s-Sağîr, I, s.91)

İMTİHAN dünyası gereği Cenâb-ı Hak bazı kullarını zengin, bazılarını da fakir yaratmıştır. Herkesin rızkı takdir edilmiş, kısmeti belirlenmiştir. Bazıları çalışır, çabalar, zengin olur, bazıları da çalışmasına rağmen fakir kalır.

Böyle olunca zenginlik bir böbürlenme ve büyüklenme vesilesi olamayacağı gibi fakirlik de üzülme ve ezilme vasıtası olamaz. Zengin, imkânlarını Allah’ın bir ihsanı bilip, bir şükran ifadesi olarak fakirleri gözetmek, ellerinden tutmakla mükelleftir.

Hadiste fakirleri sevme ve onlarla oturup kalkma emredilmiştir. Bir çok insan, üç beş kuruş maddî imkâna kavuşunca kendinde bir şey var zanneder ve fakir fukarayı hor görür. Akrabalar arasında bile zengin zenginle daha içli dışlıdır. Fakir akrabanın kimse yüzüne bakmaz. Halbuki zenginliğin Allah’ın bir ikramı, ihsanı olduğunu bilen bir kimse, fakirleri hor görmez, onlarla arkadaşlık yapar, onların gönlünü alır. Bu sevme sadece soyut bir şekilde onları sevme, onlara acıma değildir. Bu sevme onlara yardım etmeyi, bu yardımı yaparken de şahsımız adına değil, Allah adına yapmayı gerektirir.

Tevazu abidesi olan Peygamberimiz’in (asm) en güzel âdetlerinden birisi de fakirlerle oturup kalkmasıydı. Bu davranışını gururlu ve kibirli olan müşrikler hazmedemiyorlardı. Bir gün Selman-ı Farisi, Ebu Zer gibi fakir mü'minlerle sohbet eden Resulullah’ın yanına gelen müşrikler, “Ya Muhammed” dediler. “Ne zaman senin yanına gelsek, bu fakir kimseleri buluyoruz. Biz Mudar kabilesinin eşrafıyız. Bunları yanından uzak tut ki, sana iman edelim. Biz bunlarla birarada bulunmaktan ar duyuyoruz. Nefsimize yediremiyoruz. Şayet biz iman edersek, her kabile iman eder.”

Oysa Cenâb-ı Hak, Resûlüne nasıl davranacağını indirdiği âyetiyle şöyle bildirmişti: "Ey Muhammed. Rablerinin rızasını dileyerek sabah akşam O’na ibadet edenlerle sabret. Sakın dünya hayatının aldatıcı zinetine kapılıp gözünü ashabından ayırma.” (Kehf Sûresi, 28)

Bunun üzerine Resûlullah (asm) Selman’la Ebû Zer’i buldu, haklarında âyetin indirildiğini bildirdikten sonra şu müjdeyi verdi: “Sizinle beraber sabretmeyi emretmeden canımı almayan Allah’a hamd ve senalar olsun. Şunu bilin ki, ben yaşadığım müddetçe aranızda yaşayacağım. Öldüğüm zaman aranızda öleceğim.”

Zaten zengin insanlarla düşüp kalkmamız içimizde dünya hırsını arttırır, onlar gibi yaşamayı arzu ederiz. Bu da bizi yanlış yollara sürükleyebilir, kaderimizi tenkide yöneltebilir.

Fakirlerle birlikte olan, onların durumlarını, acı hâl ve ıztıraplarını daha yakından hisseder. Onlara yardım elini uzatır. Zenginler o imkânlara fakirler sayesinde kavuştuklarını da unutmamalıdır. Çünkü birçok iş yerinde gelir durumu düşük olan insanlar çalışıyor. Bu yüzden işçiyi, memuru da hor görmemek gerekir.

Diğer taraftan fakir ve yoksullarla bir arada bulunmak onların hayır duâlarını almaya da vesiledir. Bu davranış aynı zamanda sosyal dayanışmayı da sağlar.

Hadisin ikinci bölümü de hepimiz için bir ölçü vermektedir. Her insan sadece kendi kusurlarıyla uğraşıp onu düzeltmeye çalışsa, başkalarının kusurlarını görmeye, araştırmaya fırsat bile bulamaz. Biz kendimizden sorumluyuz. Bize başkalarının değil, kendi kusurlarımız sorulacaktır. İnsanın kusurunu bilmesi büyük bir irfandır. Manevî tekâmülün de anahtarıdır.

YRD. DOÇ. DR. ATİLLA YARGICI

23.08.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Başlıklar

  KUR’ÂN BİZİ TEFEKKÜRE DÂVET EDİYOR

  SOLMAYACAK ÇİÇEKLER

  YENİ BİR GÜN

  Ramazan-ı Şerif’in sırrıyla

  “Senin arkandayım Sultanım!”

  EZ-ZAHİR

  Hicret edilecek şehir

  Teravih namazı

  KUR’ÂN’DAN DUÂLAR

  TEMİZ İMAN

  KALBİMİZ

  İslâmiyetin su ve ışığı

  Ya Halîm!

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.