01 Eylül 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

SEVGİ’NİN DÜNYASINDAKİ SEVGİ

Sevgi; “gönül iklimini kuşatan meltem veya ruhun asude baharında kanat çırpmak isteyen bir kelebek.” O öylesine derunî bir duygu olmuş ki, varlığın özü, âlemin mayası, aşığın vuslatına ulaşması için bir vasıta... O öylesine gizemli bir duygu ki, yaşanmadan, hissedilmeden, terennüm edilmesi mümkün değil. Onu terennüm etmek için, onun acısını kalbin derinliklerinde bütün hasseleriyle yaşamalıdır. Ancak o zaman sevginin mahiyetini anlamak mümkün olur.

Sevgi; sevgilinin busesinde şebnem kadar lâtif bir duygu.

Sevgi; hasreti yudumlayan kalplerde bir kor..

Sevgi; bülbülün dilinde hazin bir nağme olurken, Sevgililer Sevgilisinde (asm) muhabbetullah olarak tecelli etmiş bir güzelliktir.

Onu yaşamamışsak, tarif etmek imkânsızdır. Şurası da bir gerçektir ki, onu hissedip hayatımızı onun akışına göre şekillendirmek herkesin vazgeçilmez arzularından birisidir. Şu hikâye buna misâl teşkil etmesi bakımından zannederim yerindedir:

“Henüz beş yaşındaydı. Son günlerde onu hep elindeki para cüzdanıyla dolaşırken görüyordum. Yatarken yastığının altına koyuyordu onu ‘Para biriktiriyorum’ diyordu soranlara. ‘Bir balık alacağım. Küçük kırmızı bir balık’.

‘Niçin küçük’ dedim..

‘Ben de küçüğüm ya ondan’ dedi..

‘Neden kırmızı?’

‘Kırmızıyı severim..’

“Bir gün eve geldiğimde onu neşe içinde buldum. Işıl ışıldı gözleri. Dediği gibi, küçük kırmızı bir balık almıştı ablasıyla birlikte. Elinde cam bir kavanoz vardı. İçini su ile doldurduk. Balığı suya bıraktık. Balık daracık havuzunda yüzdükçe onun yüzünde güller açıyordu.

“Her fırsatta balığıyla ilgileniyor, yem veriyor, ablasının yardımıyla suyunu değiştiriyordu. Ablası evde yokken onunla konuşuyordu. Varlığımı hissettirmeden dinliyordum konuşmalarını. Bir anne gibi diller döküyordu ‘yavru’suna. Adını sevgi koymuştu.

‘Niye sevgi adını verdin?’ diye sordum.

‘Çünkü onu seviyorum’ dedi.

“Cinsiyetini bilmiyordu, ama olsun, ne önemi vardı bunun. O anneydi, Sevgi de onun kızıydı.

‘Merhaba Sevgi,’ diye başlıyordu sözlerine. ‘Bugün misafir gelecek, uslu ol emi. Biliyorum sen zaten uslusun. Tatlı kızım benim....’

“Sıcak ses tonuyla diller döküyor, o da konuşuyormuş gibi diyaloglar kuruyor, derdini söylüyor, sevincini paylaşıyordu.

“Sevgi ailemizin bir ferdiydi artık. Gelen misafirler, kızıma onu da soruyorlardı. Başlıca sohbet konularımızdan biri olmuştu. Bir ‘denizaltı gemisi,’ o Rabbimizin yarattığı güzel bir ‘san'at eseriydi’. Onun da rızkını Allah veriyordu. Bir balık yumurtası balık yapmayı nerden bilsindi. Bütün ilim adamları bir araya gelseler, böyle bir balık yapamazlardı.

Ben bunları anlatırken, kızım dikkatlice dinliyor ‘ondan’ söz ettiğimiz için seviniyordu. Sualler soruyor, bilgisini arttırmaya çalışıyordu. Sevgi ile baş başa kaldıklarında anlattıklarımı tekrar ediyordu ona. ‘Bak sevgi’ diyordu. ‘Babam söyledi, seni Allah yaratmış. Hayatını Allah vermiş. Yemini ben veriyorum, ama aslında Allah veriyor. Bu nasıl mı oluyor? Tam anlatamıyorum işte, sen anla. Babam olsa, güzel güzel anlatırdı.’

Konuşmalarını gizlice dinliyordum. Bu ana-kız ilişkisine hayrandım. Kızıma karşı yaptığım bazı hataları da, bu konuşmalar vasıtasıyla öğrenmiş olmaktaydım. Sevgi aylarca yaşadı. Kızım beş yaşını bitirip altı yaşına girdi. Balıkla kızım arasındaki duygu bağı her geçen gün daha da güçleniyordu.

Bir gün eve geldiğimde onu üzgün buldum. Ağlamaktan gözleri kızarmıştı. Hemen boynuma sarıldı. Ağlamasına devam ederek; ‘Baba’ dedi, ‘Sevgi öldü.’ Bana cam kavanozu gösterdi. Balık yan yatmış suyun üzerinde hareketsiz duruyordu. Evet, sevgi ölmüştü. O an benim de içime bir acı mıhlandı.

Evin bir ferdi eksilmişti. Bir hayat uçmuştu. Ölüm hemen yanı başımızdaydı. Nefesini duyuyor gibiydik. Çocuğumun küçük kalbini saran ciddî acı bizi de etkilemişti.

Annesi kızımı teselli etmeye çalışıyordu. ‘Üzülme‘ diyordu. ‘Yenisini alırız’ Kızım kanmıyordu bu teselliye. ‘Yeni alacağın balık sevgi olmayacak’ diyordu. ‘O öldü’...

Cenazemizi böyle ortada bırakamazdık. ‘Gömülmesi gerek’ dedim. ‘Ona bir mezar kazmalıyız.’

Küçüğüm bu fikri benimsedi. Ablasıyla birlikte bahçeye indiler, bir çukur kazdılar ve kızım göz yaşlarıyla ‘yavrucuğunu’ gömdü. Sevgi minnacık bir toprak yığınıydı artık. Kızım o akşam kimseyle konuşmak istemedi. Erken yattı. Yorganı başına çekti. Hepimiz hissediyorduk. Uyumuyordu, belki de sessizce için için ağlıyordu. Kendi hâline bırakmayı daha uygun bulduk. Sabahleyin geç uyandı. Sessizce yanıma geldi. Ağlamaktan gözleri şişmişti.

‘Baba’ dedi, ‘Ölüm nedir?

‘Ruhun bedenden ayrılması nasıl oluyor?’

‘Ruh ne?’

Altı yaşındaki çocuğa ruhu nasıl anlatacağım. Bir yerden söze başlayarak karşımda merakla bekleyen kızıma cevap vermem lâzım. ‘Senin içindeki sen’ dedim. ‘O görülmez, ama bilinir. Hisseden, düşünen odur. Ruh bedenden çıktımı, beden hareket edemez. Ruh gider, ceset kalır.’

Söylediklerimi anlamaya çalışıyordu. Ne kadar anladı, bilemiyorum, sormaya devam etti;

‘Ruh nereye gider?’

‘Başka bir âleme...’

‘Sonra?’

‘Ya Cennete, ya Cehenneme...’

Cennet ve cehennemin ne olduğunu daha önceden anlatmıştım. Cennetti her güzel oyuncağın ve yiyeceğin bulunduğu bir bahçe olarak biliyordu.

‘Peki Sevgi nereye gitti?’

‘Öbür âleme..’

‘Ama biz onu toprağa koyduk..’

‘Toprağa bedenini koyduk, ruhunu değil..’

‘Sevgi de cennete gidecek mi?’

Bu büyük soru karşısında düşündüm. Bu minicik yavruma nasıl cevap verebilirdim. Onun duygularına hitap edecek şekilde nasıl cevap vermeliydim. Birden aklıma Nur Risâleleri geldi. Bediüzzaman Hazretleri, ‘Hayvanların ruhları bâkî kalacak. Bazı özel hayvanlar hem ruhu, hem cesediyle cennette bulunacak. Her hayvan türünün ara sıra kullanmak üzere bir tane cesedi olacak’ diyordu. Bu hakikati hatırlayınca ‘Evet’ dedim, ‘Sevgi de cennete gidecek..’ Gözleri parladı.

Yüzünde bir tebessüm belirdi.

‘Biz de cennete gideceğiz değil mi?’

‘İnşâallah.’

‘O zaman ben yine onu görebilir miyim?’

‘İstersen gösterirler.’

Rahat bir nefes aldı, canlandı, kucağımdan indi.

‘Baba’ dedi. ‘Bir balık daha alalım mı?’

‘Alalım’

‘Sevgi kardeşsiz kalmamalı...’

Aldık. Adını Yunus koyduk.. Şimdi onu da seviyor. Onunla da konuşuyor. ‘Yavrucuğum’ diyor;

‘Senin bir ablan vardı. Öyle güzel, öyle güzel, öyle şirindi ki... Tanımalıydın onu. Biliyor musun, o şimdi cennette...’ ORHAN ALAGÖZ

01.09.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Başlıklar

  DUÂ İBADETİN ÖZÜDÜR, İLİĞİDİR

  Sa’d b. EbÎ Vakkas’In İmtİhanI

  OKUL MASRAFLARI

  İTİKÂF NEDİR?

  “ÇOCUKLARINIZIN MEDRESEME GELMESİ DAHA MÜNASİPTİR”

  SEVGİ’NİN DÜNYASINDAKİ SEVGİ

  YÂ CEBBAR!

  EL HABÎR

  Bütün âlemlerİn Rabbİ’nİn kelâmI

  HATALARIN FARKINDA OLMAK

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.