17 Eylül 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Allahü Teâlâ ki, Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O Hayydır, ezelî ve ebedî hayat sahibidir. O Kayyumdur, varlığı ve bekası için hiçbir sebebe ihtiyacı olmadığı gibi, bütün eşya O'nun yaratmasıyla ve tedbiriyle devam eder ve vücutta kalır, beka bulur.

Âl-i İmran Sûresi: 2

17.09.2010


İslâm kahramanı Adnan Menderes

Ben çok hasta olduğum ve siyasetle alâkasız bulunduğum halde, Adnan Menderes gibi bir İslâm kahramanı ile bir sohbet etmek isterdim. Hâl ve vaziyetim görüşmeye müsaade etmediği için, o surî konuşmak yerine, bu mektup benim bedelime konuşsun diye yazdım.

[Risâle-i Nur’un vatana, millete ve İslâmiyete büyük hizmetini kabul ve takdir eden Başvekil Adnan Menderes’e Üstadın

yazdığı bir mektup.]

Bismihî sübhânehû

Ben çok hasta olduğum ve siyasetle alâkasız bulunduğum halde, Adnan Menderes gibi bir İslâm kahramanı ile bir sohbet etmek isterdim. Hâl ve vaziyetim görüşmeye müsaade etmediği için, o surî konuşmak yerine, bu mektup benim bedelime konuşsun diye yazdım.

Gayet kısa birkaç esası, İslâmiyetin bir kahramanı olan Adnan Menderes gibi dindarlara beyan ediyorum.

Birincisi: İslâmiyetin pek çok kanun-u esasîsinden birisi, “Velâ tezirû vâziretün vizra uhrâ” (En’âm Sûresi, 6: 164) âyet-i kerîmesinin hakikatıdır ki, “Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz.” Halbuki, şimdiki siyaset-i hâzırada particilik taraftarlığıyla, bir câninin yüzünden pek çok mâsumların zararına rıza gösteriliyor. Bir câninin cinayeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şenî gıybetler ve tezyifler edilip, birtek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor. Bu ise, hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir. Ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır. İran ve Mısır’daki hissedilen hadise ve buhranlar bu esastan ileri geldiği anlaşılıyor. Fakat onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif, yüzde bir nisbetindedir. Allah etmesin, bu hal bizde olsa pek dehşetli olur.

Bu tehlikeye karşı çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp, mâsumları himaye için, cânilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır.

Hem, emniyetin ve âsâyişin temel taşı yine bu kanun-u esâsîden geliyor.

Meselâ, bir hanede veya bir gemide bir mâsum ile on câni bulunsa, hakikî adaletle ve emniyet ve âsâyiş düstur-u esasîsi ile, o mâsumu kurtarıp tehlikeye atmamak için, gemiye ve haneye ilişmemek lâzım-tâ ki mâsum çıkıncaya kadar.

İşte bu kanun-u esasî-i Kur’ânî hükmünce âsâyiş ve emniyet-i dahiliyeye ilişmek, on câni yüzünden doksan mâsumu tehlikeye atmak, gazab-ı İlâhînin celbine vesile olur. Madem Cenâb-ı Hak, bu tehlikeli zamanda bir kısım hakikî dindarların başa geçmesine yol açmış, Kur’ân-ı Hakîmin bu kanun-u esasîsini kendilerine bir nokta-i istinad ve onlara garazkârlık edenlere karşı siper yapmak lâzım geldiğini, zaman ihtar ediyor.

İslâmiyetin ikinci bir kanun-u esasîsi: Şu hadîs-i şeriftir: “Milletin efendisi, onlara hizmet edendir” hakikatiyle, memuriyet bir hizmetkârlıktır; bir hâkimiyet ve benlik için tahakküm âleti değil.

Bu zamanda terbiye-i İslâmiyenin noksaniyetiyle ve ubudiyetin zafiyetiyle benlik, enaniyet kuvvet bulmuş. Memuriyeti hizmetkârlıktan çıkarıp bir hâkimiyet ve müstebidâne bir mertebe tarzına getirdiğinden, abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi, adalet, adalet olmaz, esasiyle de bozulur. Ve hukuk-u ibad da zîr ü zeber olur. Hukuk-u ibad, hukukullah hükmüne geçmiyor ki hak olabilsin. Belki nefsanî haksızlıklara vesile olur.

Devamı için bakınız: Emirdağ Lâhikası, s. 394, (yeni tanzim, s. 759) LÜGATÇE: mukabele-i bilmisil: Aynıyla karşılık vermek. uhuvvet-i İslâmiye: İslâm kardeşliği. nokta-i istinad: Dayanak noktası. müstebidâne: Baskı kurarak, istibdat yaparak. hukuk-u ibad: Kulların hakkı. hukukullah: Allah’ın hakkı.

17.09.2010


Risâle-i Nur’da tarih yorumları (3)

İkinci Dünya Savaşı

Risâle-i Nur’da “umumî ve dehşetli âfet” olarak ifade edilen dünya savaşlarından ikincisi olan İkinci Dünya Savaşı, 3 Eylül 1939’da İngiltere ve Fransa’nın Polonya’yı işgal eden Almanya’ya savaş ilân etmesiyle başladı. Almanya, İtalya ve Japonya’nın oluşturduğu Mihver Devletleri ile Fransa, İngiltere, ABD ve SSCB’nin oluşturduğu Müttefikler dünyanın hemen her bölgesinde savaştı. 2. Dünya Savaşı topyekûn bir savaştı, yani savaşa giren bütün ülkelerin bütün kaynakları ve insan gücü savaş için kullanıldı. Askerlerin yanı sıra milyonlarca sivil insan öldürüldü. Savaş Portekiz, İspanya, İsveç, İsviçre dışında bütün Avrupa’ya yayıldı. ABD, deniz filosunun Japon uçaklarınca bombalanması üzerine Aralık 1941’de savaşa katıldı. 2. Dünya Savaşı Eylül 1945’te bitti. Bu savaşın sonuçlarından dünyanın pek az bölgesi kendisini kurtarabildi. Almanya’da Adolf Hitler’in diktatörlüğü, büyük can kayıpları ve büyük acılar pahasına yıkılabildi. Savaşın sonunda, SSCB ve bazı Doğu Avrupa ülkeleri yeni topraklar kazanırken, Japon ve İtalyan imparatorlukları yıkıldı.

Türkiye bu savaştan uzak durdu ve bu konuda Bediüzzaman da ifadeleri ile işin manevî boyutunu nazara verdi. ”Meselâ, başta ‘Kul eûzü bi Rabbi’l-felak’ cümlesi, bin üç yüz elli iki veya dört (1352-1354) tarihine hesab-ı ebcedî ve cifrî ile tevafuk edip nev-î beşerde en geniş hırs ve hasetle ve Birinci Harbin sebebiyle vukua gelmeye hazırlanan İkinci Harb-i Umumîye işaret eder ve ümmet-i Muhammediyeye (asm) mânen der: ‘Bu harbe girmeyiniz ve Rabbinize iltica ediniz.’ Ve bir mânâ-yı remziyle, Kur’ân’ın hizmetkârlarından olan Risâle-i Nur şakirtlerine hususî bir iltifatla, onların Eskişehir hapsinden, dehşetli bir şerden aynı tarihiyle kurtulmalarına ve haklarındaki imha plânının akîm bırakılmasına remzen haber verir, mânen ‘İstiâze ediniz‘ emreder gibi bir remiz verir.” (Şuâlar, On Birinci Şuâ, s. 238)

Savaşın ardından yıllar geçmesine rağmen Bediüzzaman savaş ile ilgili talebelerinden bilgi istemedi ve savaşla da ilgilenilmemesi konusunda talebelerini uyardı. Savaştan daha önemli konunun imanı kaybetme veya kurtarma dâvâsı olduğunu nazarlara verdi. Kişinin Alman ve İngiliz kadar serveti olsa ve aklı da varsa bu iman dâvâsını kazanmak için sarfetmede tereddüt etmemesi konusunda uyarılarda bulundu. Bu uyarılarının asıl amacı, Nur Talebelerinin aslî görevleri olan iman dâvâsını bırakıp, savaşta bir tarafa meyledip meydana gelen dehşetli haksızlık ve zulümlere taraf olmamaları içindi.

Bediüzzaman, İkinci Dünya Savaşı’nın zararlı tarafgirliğinden kendisini ve talebelerini uzak tutarak savaşın bu yönüyle ilgilenmezken, savaşın mânevî tahribatlarını ve sonuçlarını görmezden gelmez ve bunu aşağıda aktaracağımız ifadeleriyle dile getirir:

“Nev-î beşer, bu son Harb-i Umumî’nin eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdâdı ile ve merhametsiz tahribâtı ile; ve birtek düşmanın yüzünden yüzer mâsumu perişan etmesiyle; ve mağlûpların dehşetli me’yusiyetleriyle; ve gâliplerin dehşetli telâş ve hâkimiyetlerini muhâfaza ve büyük tahribâtlarını tâmir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azablarıyla; ve dünya hayatının bütün bütün fânî ve muvakkat olması ve medeniyet fantâziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olduğu umuma görünmesiyle; ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidâdâtın ve mahiyet-i insaniyesinin umumî bir sûrette dehşetli yaralanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin, sert ve sağır olan tabiatın, Kur’ân’ın elmas kılıcı altında parçalanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyâset-i rûy-i zeminin pek çirkin, pek gaddarâne hakikî sûreti görünmesiyle; elbette ve elbette, hiç şüphe yok ki, Şimâlde, Garbda, Amerika’da emâreleri göründüğüne binâen, nev-î beşerin mâşuk-u mecâzîsi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtrat-ı beşerin hakikî sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak; ve elbette, hiç şüphe yok ki, bin üç yüz altmış senede, her asırda üç yüz elli milyon şâkirdi bulunan; ve her hükmüne ve dâvâsına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan; ve her dakikada milyonlar hâfızların kalbinde kudsiyet ile bulunup, lisânlarıyla beşere ders veren; ve hiçbir kitapta emsâli bulunmayan bir tarzda, beşer için hayat-ı bâkiyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde veren; ve bütün beşerin yaralarını tedâvi eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarîhan ve işareten, on binler defa dâvâ edip haber veren; ve sarsılmaz katî delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüccetleriyle, hayat-ı bâkiyeyi katiyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev-î beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyâmet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın Din-i Hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rûy-i zeminin geniş kıt'aları ve büyük hükümetleri, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü, bu hakikat noktasında, katiyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz; ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.“ (Sözler, On Üçüncü Söz, s. 140)

“Kadir Gecesi’nde ihtar edilen bir mesele-i mühimme” başlığıyla talebelerine yazdığı bu mektupta Bediüzzaman, İkinci Dünya Savaşının sonuçlarını tahlil etmekle kalmamış; aynı zamanda dünyanın önemli devletlerinin Kur’ân’a yönelik arayışlarının süreceğini de ifade etmiştir.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarını tarih bilgileriyle özetleyecek olursak:

* İkinci Dünya Savaşı, diktatörlük ve demokrasi mücadelesi olarak görülmüş, savaşı Rusya hariç demokrasinin hâkim olduğu devletler kazanmıştır.

* 1945 yılında Birleşmiş Milletler Örgütü kurulmuştur. ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin kurucu devletler olarak daimî üye ve veto haklarını kendilerine vermişlerdir.

* Savaştan sonra toplanan Yalta Konferansı ile dünya dengesi yeniden kurulmuştur.

* ABD ve Rusya süper güç hâline gelmiştir.

* Faşizm ve Nazizm yıkılmıştır.

* Devletler arası soğuk savaş dönemi başlamıştır.

* Savaşın sonunda İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ilân edilmiştir.

* 1949 yılında Nato, 1955’te Varşova Paktı kurulmuştur.

Bu sonuçlar da; Bediüzzaman’ın haklı tesbitlerini gözler önüne sermekte olup, yakın gelecekte dünyanın savaşlarda aldığı dersler sonucu barış yolunda önemli adımlar atılacağının göstergesi olacaktır.

MEHMET SELİM MARDİN

http://msmardin.com / [email protected]

17.09.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.