26 Eylül 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Güncel

 

YÖK, kurumların sınav yapmasına soğuk

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, sınavları kurumların kendilerinin yapmalarına ilişkin tekliflere sıcak bakmadığını, çünkü kurumların kendilerinin sınav yapmalarının kamuoyunda çok rağbet görmeyeceğini söyledi.

Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluş yıl dönümü resepsiyonuna katılan Özcan, sorular üzerine, sınavların ÖSYM tarafından değil, kurumların kendisi tarafından yapılmasına ilişkin teklifleri değerlendirdi.

Özcan, bu tekliflere sıcak bakmadığı mesajı vererek, kurumların kendilerinin sınav yapmalarının kamuoyunda çok rağbet görmeyeceğini bildirdi. YÖK Başkanı Özcan, bu sınav sisteminin şimdilik devam ettirilebileceğini, daha sonra buna benzer bir sistem kurduktan sonra, öğrencilerle çok ilgisi olmayan ve akademik olmayan sınavları, kurulacak yeni merkezin yapmasının doğru olabileceğini ifade etti. Sınavların kurumların kendileri tarafından yapılmasına ilişkin bir teklif almadıklarını da söyleyen Özcan, taslaklarını TBMM’nin açılması ile sunmaları gerektiğini söyledi. ÖSYM Başkanlığına yeni atanan Prof. Dr. Ali Demir’in organizasyon yeteneği yüksek ve disiplinli birisi olduğunu belirten Özcan, ‘’Zaten böyle bir arkadaş arıyorduk’’ dedi. Özcan, ÖSYM’nin yeni sistemine ilişkin çalışmalarının, birkaç ay içinde dışarıdan gelecek malzemelerle birlikte, 5-6 ayda tamamlanabileceğini de belirtti.

26.09.2010


 

Hastalığı, içindeki putları yıktı

16 yaşlarında inançsız biriyken Şişli'deki La Paix Hastanesi’nin önünden geçerken “Hakikate vasıl olmama vesile olacaksa yolumun bu hastaneden geçmesine razıyım” cümleleri çiziyor hayatının bütün rotalarını… “Çevreme aidiyet bilincim zayıf olduğu için her şeye dışardan bakıyordum, dünyaya dışardan bakmak zorunda kalıyordum.

Aileme dışarıdan bakıyordum; ailem bir konuda haklı mı haksız mı, iyi mi kötü mü? Hep başkalarının gözüyle bakıyordum. Bu bir çocuk için çok yorucu bir şey. Bu aidiyet belirsizliği çocuk yaşta eğri ile doğru hakkında yapayalnız karar verme mecburiyetini getiriyor. Eğriyi doğruyu ayırt edebilecek dayanağınız yok; ruhî dengenizi sağlayacak bir kültür ortamından mahrumsunuz” diyor Ayşe Şasa…

1941 yılında Amerikan Hastanesi’nde doğduğunda annesi pederşahi etkiler nedeniyle kendisini bir müddet emzirmiyor. Kendi ifadesiyle ilk yalnızlığını “Başka bebekler annelerine süt emzirmeye götürülürken, ben yatağımda yalnız bırakılmışım” terkipleriyle anlatıyor Şasa.

Henüz anne kucağının ne olduğunu bilmeden Avrupa’da önemli bir çocuk bakımı okulundan diplomalı, Frau Katie adından Macar Yahudisi bir bakıcının kucağına teslim ediliyor. Tabiî ki burada bir insanın dinî seçimini kötülemek gibi niyetimiz yok, ama Müslüman bir ailenin yanlış tercihinin nelere yol açacağının, bir insanın hayatını nasıl zehir edeceğinin ilk adımları bu. Ailesi tarafından çok sert bir eğitime tabi tutulan Ayşe Şasa’nın annesi kızının yetiştirilmesinde de aynı tavrı gösteriyor. Aynı zamanda Batılılaşma modasına uygun olarak da çocuğunu ecnebi bakıcılara teslim ediyor. Acaba kaç çocuk vardı o dönem ecnebilere teslim edilen?

Çocukluk döneminin cumhuriyetçi ailelerini değerlendiren Şasa “Köylü denilen zümre ne olursa olsun çocuğuna Kur’ân-ı Kerim öğretiyor. İyi-kötü geleneği naklediyor. İyi de şehirli denilen zümre neydi? Bu zümre geleneği kökten reddeden, yeni denilen her şeye kucak açan ve dolayısıyla geleceğe nakledecek hiçbir şeyi olmayan insanlardan oluşuyordu. Görgü nedir? Bir nakil işidir. Böyle bir devir yok. Hiçbir manevî, hiçbir dinî telkin yok. Ben buna görgü, bu insanlara görgülü demekte zorlanıyorum. İşte bu Batılılaşma modasının trajik bir araz olarak ortalığı kemirdiği bir döneme denk düşüyor benim çocukluğum” eleştirisinde bulunuyor.

MÜREBBİYELERLE CEHENNEM HAYATI

Ayşe Şasa’nın ailesi de o dönem Batılılaşma’nın icabını yerine getirmek üzere dünyaya getirdikleri çocuklarını Batılı gibi yetiştirmek istiyorlar. Bunun en doğru adresi ise diplomalı yabancı dadılar. İşte tam bu noktada Şasa’nın hayatına Kaita giriyor. Tam bir disiplin âşığı ve Şasa’yla Almanca konuşuyor. Şasa “anadilden önce dadı dili öğrendim” diyor. Bir gece ateşlenip hasta oluyor Şasa, ancak dadının talimatıyla kimse Şasa’nın odasına giremiyor. Hasta halinde yalnız ve hıçkırıklarla başbaşa bırakılıyor. Batı âşığı ailelerde ise dadıya tam bir itimat ve itaat…

Anne-baba sürekli gezmelerde ve dâvetlerde çocuklar ise dadı ile başbaşa. Büyük bir anne baba özlemi duyuyor Şasa. Onlarla gezmek eğlenmek istiyor. Tam tersine dadıyla geçiriyor bütün vaktini. Dadılar ise baktıkları zengin çocuklarını yanlarına alıp Taksim’deki Gezi Parkı’nda buluşup dünya savaşının dehşet verici yanlarını anlatıyorlar. Eve döndüklerinde radyodan savaşa ilişkin korkunç haberleri dinliyorlar. Terapiye ihtiyacı olan dadıların ellerinde iyi yetiştirilmek üzere teslim edilen Türk evlâdları! Çocukların ruhunda kurulmaya başlayan korku imparatorluğu…

ALLAH YERİNE GOTT

Büyük bir zenginlik içinde kaderine, belki de kedere terk edilmiş annesi babası olan yetimler! İnanç dünyalarının ne ile şekillendiğiyle ilgilenmeyen geleneksel inançları aşağılayan aileler.

Katie, Şasa’ya Almanca Tanrı kavramını aşılıyor. Yani Gott… “Bu tam bir yabancılaşma” diyor Şasa. İnançla ilgili yaşadıklarını “Katie de diğerleri gibi beni bir takım ayinlere götürüyor. Alman Hastanesi’ndeki paskalya şenliklerine gidiyoruz. Zihnim Hıristiyan ayinlerine ait imajlarla doludur. Katie Hıristiyan kültürüne prim veriyor” sözleriyle izah ediyor. Katie hayatından çıkıyor Şasa’nın, ama bu sefer yerine kriminal denilebilecek, dayak atan Alman asıllı başka bir dadı geliyor Barbara…

Ayşe Şasa’yı ailesi ilkokula iddialı bir şekilde bir yaş erken gönderiyor. Ancak Şasa çocukluğunda yaşadığı psikolojik ve somut şiddet karşısında nevrotik arazlara maruz kalıyor. Okulda geri zekâlı muamelesi görüyor. Hiç arkadaş edinemiyor. Bazı geceler nöbetler geçiriyor. Annesi Şasa’yı “Sakat bir çocuğum var” diyerek pataklıyor. Şasa’yı doktora götürüyorlar bu sefer de doktor “Nöbet geldiğinde kimse ilgilenmesin” diyor. Bu sefer de acılara teslim ediliyor Şasa.

Katei’nin bıraktığı yerden Barbara, Şasa’yı Hıristiyan geleneğine alıştırmaya devam ediyor. Taksim’deki kiliseye götürüyor. Çarmıha gerilmiş Hz. İsa ikonunun önünde mum dikiyorlar. Ve Şasa sapsarı, üzeri kan pıhtılarıyla dolu bedenle özdeşlik kurmaya başlıyor. Şasa “İsa’nın acısıyla özdeşlik kuruyorsun. Bir suçluluk hali ve eziklik hali; süfli bir ruh hali…” diyor.

İKİ REKÂT NAMAZ VE DERİN İZ

Geleneğinden bihaber, dininden bir haber gayrimüslim dadılar elinde büyüyen bir çocuk. Anne-baba “eti senin kemiği benim” diye diplomalı yetiştiricilere teslim ediyor Şasa’yı. Ancak bir gün anneannesi Şasa’ya “sana bir şey öğreteceğim” diyerek 7 yaşında namaz kılmayı öğretiyor. “Aynısını sen de yap” diyor anneanne ve abdest alıyorlar. Sonra Sahra-i Cedit Camii’ne gidiyorlar, onca Hıristiyan pratikten sonra. “İki rekât namaz derin bir iz bırakıyor bende” diyor Şasa.

ARNAVUTKÖY AMERİKAN KIZ KOLEJİ

İlkokul bittikten sonra Şasa’nın annesi “Seni yatılı okulda okutacağım” diyor. Ancak Şasa nevrotik hallerini düşünerek “Ben yalnız kalamam” diyor. Ne kadar sıkıntı çekse bile kendi yuvasını istiyor. Bütün ısrarlara rağmen annesi kızını Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ne yazdırıyor. Şasa girdiği sınavı başarıyla geçiyor. Okulun gözdesi oluyor. Sanki yıllarca içinde biriktirdiği enerjiyi etrafa saçıyor. Dadıların acımasız bir disiplinle yetiştirdiği Şasa, bazı sporlarda erkek öğrencileri bile geçiyor. Artık karşımıza zeki, çevik ve herkese lâf atan bir Şasa çıkıyor. Bu sefer annesi “Ayşe koleje gittikten sonra başımıza belâ kesildi” diyor. Halbuki ilkokulda yaşadığı travmalardan bihaber ya da farkında değil..

Protestan okulu olan Amerikan Kız Koleji’nde okurken vahyi inkâr eden bir sistemde eğitim gören Şasa, Amerikan Modern edebiyatını okurken ‘Tanrı’nın yok oluşu fikriyle karşı karşıya geliyor. Ancak peşini nevrotik durumlar bırakmıyor. Gittiği doktorun tesiriyle sosyalizme ilgi duyuyor. Bu sefer de sosyalist arkadaşları onun zenginliğiyle dalga geçerken ailesi de Şasa’yı tutumlu yetiştirmek için kendine yetmeyen harçlıklar veriyor.

Kolejli yıllardan sonra Şasa, sinema alanına atılıyor. Birçok iniş ve çıkış yaşıyor. En sonunda Şasa ciddî bir rahatsızlıkla Şişli’deki La Paix Hastanesi’ne kaldırılıyor. Hastane de annesinin ilk kez Allah’a duâ ettiğine şahit oluyor. Ve Marksist, ateist olan Şasa da duâ etmeye başlıyor. “Kendisi hakkında bir şey bilmediğim halde Hz. Muhammed’i (asm) düşünüyorum” diyor. 16 yaşında yaptığı duânın karşılığı sanki kendini göstermeye başlıyor. Tam değil, ama hakikate aralanan bir kapı…

Hastane’den çıktıktan sonra “Yahu çocuklar öldükten sonra bütün bu birikim kaybolacak; kültürümüz düşüncemiz, her şey kaybolacak, yok olacağız. Bu dehşet verici bir şey” diyen babası gibi hissettiği Kemal Tahir’e gidiyor. Balkonda oturup konuşurken Tahir, “Dünya çilesinden kaçamazsın, hayatın meşakkatinden kurtulamazsın. Bu dünyaya çile çekmeye pişmeye geldik” diyor. Şaşa bu durum için “İyice anlıyorum ki materyalist, pozitivist, derminist çizgiden oldukça uzaklaşmış” diyor. Daha sonra Kemal Tahir vefat ediyor. Semiha Hanımefendi’yi ziyaretinde rafların üzerindeki Kur’ân meallerini görüyor ve “Okuyabilir miyim?” diye soruyor. Semiha Hanım “Ne okursan oku, Kemal okumayı severdi!” diyor. Ayşe Şasa Kur’ân mealiyle ilk tanışmasının bu vesileyle olması bir işaret olarak yorumluyor.

Daha sonraki ziyaretlerinde Kemal Tahir’in Şerif Mardin’in kitabının kenarına notlar aldığını görüyor ve Mardin’den ders almaya karar veriyor Şasa. Bir derste Thomas Kuhn’un “Bilimsel Devrimlerin Yapısı” diye bir kitap okutuyor. Bu kitap sayesinde Şasa’nın materyalist düşüncenin etkisiyle oluşan Bilim Putu yıkılıyor. Şasa’nın içindeki manevî boşluk daha da genişliyor.

Şasa iyice kötüleşiyor. Annesi kendisini İngiltere’deki psikoloji kiliniklerine götürüyor. Şasa’nın çocukluğunda gösteremediği sevgi açığını kapartırcasına çaba sarf ediyor.

KAHIRDAKİ LÜTUF

Şasa, kitap kataloğuna bakarken İbn Arabi’nin Füsusu’l Hikem kitabını görüyor ve bu kitabın isminden etkilenerek İngiltere’den sipariş ediyor, çünkü Türkiye’de bu tür eserlerin varlığından haberi yok. Sonra araya yine hastalıklar giriyor. Bir gün Füsus’u raftan indiriyor ve okumaya başlıyor. İşte ondan sonrasını Şasa “O bitkin, perişan halimle parça parça Füsus’u okumaya devam ediyorum. Füsus’ta okuduğum şeyler iç dünyamda huzur, sükûn ve o güne kadar hiç bilmediğim bir ümit kapısı açıyor. Hz. Arabi hep Rahman sıfatıyla kâinatı, âlemi, melekleri tasvir ediyor; müşfik bir dünya, muhabbet dolu, aşk dolu, doğrudan doğruya kalbime hitap ediyor. Bize İslâmı çok kötü gösterdiler, Kur’ân’dan kopardılar, oysa âlemde aradığım ne varsa hepsi burada diye düşünmeye başladım. Geçirdiğim hastalığın tam anlamıyla kahırdaki lütuf olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Bu hastalığın çöküntüsü ve acıları içimdeki batıla dair her şeyi yıkmasaydı ben hâlâ gençliğimdeki o yanlış ve zelil noktada olacaktım. Evet işte kahırdaki lütuf…” mu'cize sözleriyle anlatıyor.

İslâmı öğrendikçe bize öğretildiği gibi olmadığını müşahade ettiğini söyleyen Şasa, Türkiye’deki ehli dünyanın Müslüman kardeşlerine karşı pranoid şeyler geliştirdiğini vurguluyor. Daha sonra İsmet Özel’le tanışıyor ve kendisine İslâmla ilgili sorular yöneltiyor. Asıl devrimi ise namaz kılmakla yaşıyor. Mazhar Osman’da bazı hastaların namazla tedavi edildiğini öğrenen Şasa, “Ben niye kılmıyorum?” diyerek namaza başlıyor. Anneannesi’nin çocukken kendine öğrettiği namaz imdadına yetişiyor. “Ben nereye aidim?” sorusunun kaosunda kendisini yıllar önce kıldığı namaz tutup çıkarıyor o karanlıktan. Daha sonra ise başını örtmeye karar veriyor, ancak “Başımı örtsem etrafımdaki insanlar ne düşünür?” diyerek tedirgin oluyor. Bir gün telefonda yaşlı bir hanım olan eski dostuyla konuşur Şasa. Hanım, “Çok güzel pastalar yaptım, oturdum televizyonun başına bombardıman çok başarılı oldu.” der Amerika’nın Irak’a yaptığı hava operasyonunu kast ederek. İçine doğduğu çevrenin bu halde olduğunu gören Şasa’nın şaşkınlıktan adeta kanı donar. Ve bunu düşüne düşüne alt üst olmuş vaziyette başına bir örtü takar ve aynada kendine bakmaya başlar “Ben… kafasına bu bombayı yiyenlerle aynı saftayım. Ben sizden değilim” cümleleri ağzından dökülür.

Başı örtülülerden haz etmeyen annesinin yanına başörtülü gider. Annesi önce hiçbir şey demiyor Şasa’ya, ancak “Çıkar başındakini, çıkar” diye hiddetleniyor. Ancak Şasa aldırmadan annesinin evinden çıkıyor. Büyük bir değişim gerçekleşiyor ve Şasa’nın annesi üç ay sonra kendisine geliyor ve “Bana şu namaz meselesini bir öğret. Küçükken öğretmişlerdi, ama unutmuşum” diyor ve namaza başlıyor.

Şasa yaşadıklarını “Hayatın kendisi aslında bir mu'cize, ama bunu algılarımız, duyuşumuz açıldığı zaman, duyarlılıklarımız açıldığı zaman, kalp gözüyle bakmayı öğrendiğimiz zaman fark ediyoruz. Hakikatle bağ kurmaya koyulduğumuzda başka bir akım başlıyor, başka bir boyut açılıyor önümüze… iç yaşantı itibariyle bir cennet sefası başlıyor….” lâtif cümleleriyle aktarıyor.

H. HÜSEYİN KEMAL

[email protected]

26.09.2010


 

Kastamonu, Üstad’ın hatıraları ile dolu

KASTAMONU Temsilcimiz İbrahim Vapur ise gazetemize şu beyanatı verdi: “Öncelikle bu hizmeti düzenleyenlere çok çok teşekkür ediyorum. Bu görüntünün Türkiye’de her yerde yansıması gerçekten insanlara bir şevk verecektir.

Bediüzzaman’ın bu şekilde tanıtımı mutluluk kaynağıdır. Kastamonu’da Üstad 8 yıla yakın kalmış. Burada devamlı yalnız kalmıştı. Ama çok şükür o perde yıkıldı. Bu tırın buraya gelmesi, Cumhuriyet Meydanı’ndan, Vali Konağı’nın önünden geçmesi gösterir ki Üstad Bediüzzaman burada yalnız kaldığı zaman çektiği meşakkat ve sıkıntıların meyvelerini bugün biz burada müşahade ediyoruz. Üstad Kastamonu’da kaldığı zaman meşhur Nasrullah Camii’nin önünde abdestini alır, zaman zaman bu camide namazını kılardı. Üstadla ilk tanışanlardan birisi Çaycı Emin Efendi’dir. Üstad abdest alırken Çaycı Emin Efendi onu görüyor ve bakıyor ki kılık kıyafeti çok farklı. Kendisi de buraya sürgün geldiği için Üstad’ın hemşehrisi olduğunu anlıyor. Üstad’ın yanına yaklaşıyor hemen. Üstad ise uyarıyor, “Kardeşim beni takip ediyorlar” diyor. Ama o geri durmuyor ve peşinden gidiyor. Üstad’ın evine sık sık geliyor. Üstad’ın evi de Çarşı Polis Karakolu’nun hemen karşısındaymış o zaman. Bu evin restore hali bugün ziyaret edilebiliyor ve burada Üstad’ın bazı hususî eşyaları ve kitapları da sergileniyor. Yün hırkası, beresi, tashih ettiği kitaplar, Urfa’daki cenazesinde çekilen fotoğraflar var... Çaycı Emin Efendi’den sonra, Mehmet Feyzi Efendi ve “Bize Hâlıkımızı tanıttır” diyen lise talebesi Abdullah Yeğin Abi ve onun arkadaşları Rıfat Efendiler hep buralıdır. Üstad’la beraber olmuşlardır. Üstad’ın burada uğradığı menziller var. Kastamonu Kalesi'ndeki burçlardan ayaklarını salarak otururmuş. En çok Karadağ’a gidermiş. Orada bir çam ağacı vardı. Bir kaç sene önce çok şiddetli bir kışta o ağaç yıkıldı ne yazık ki. Tepelice’ye, Hacı Hasan Dağı’na, Ballık Deresi, Güvercin Kayası, Gelincik Dağı’na tefekkür için zaman zaman gidermiş. Olukbaşı Karakolu’ndan da Ankara’ya gönderilmiş. Oradan da Denizli’ye sürgün edilmiş. Burada Üstad çileli bir hayat yaşamış. Hatta çocuklara bile taşlatmışlar. Şimdi belki o taş atanlardan bazıları Nurcu bile olmuştur tabiî. Şimdi yeri gelmişken şu ilginç tevafuğu da anlatmak isterim. Biz bugün iki sevinci birden yaşıyoruz. Burada yeni bir Nur dersanesi açtık ve Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırı şehrimize geldi. Ben ise geçenlerde rüyamda gördüm ki; güya Üstad Hazretleri Kastamonu’ya dersane açmaya geliyormuş ve rüyamda güya Üstad daha 24 yaşındaymış... Şimdi bugün Eylül ayının 24. günü... Şimdi anlıyorum ki, Üstad Hazretlerinin buraya manevî olarak geleceğinin bir işaretiymiş bu rüya... Bu da bizi şevklendiren lâtif bir tevafuk oldu.”

Kastamonu/UMUT YAVUZ

26.09.2010


 

Ankara’da coşkulu karşılama

GAZETEMİZİN, Said Nursi’nin vefatının 50. yılı dolayısıyla hayata geçirdiği Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tır’ı Ankara’ya geldi.

Ve Bediüzzaman Hizmet TIR’ı Ankara’da ‘’Bediüzzaman Türkiye yollarında’’ sloganıyla Edirne’den yola çıkan Tır’ı Ankara’nın Akyurt ilçesinde karşılayan yaklaşık 100 araçlık konvoy, Pursaklar ilçesine kadar Tır’a eşlik etti.

Yeni Asya Medya Grup Genel Müdürü Recep Taşçı, burada yaptığı konuşmada, 30 gün boyunca Türkiye’yi gezerek Bediüzzaman Said Nursi’yi ve onun eseri olan Risale-i Nur Külliyatını tanıtacaklarını belirterek, önceki gün Kastamonu’da vatandaşlarla buluştuklarını ve Kastamonulu’lardan yoğun ilgi gördüklerini söyledi. Kastamonu’dan Ankara’ya gelirken de yollarda kendilerine olan ilginin devam ettiğini dile getiren Taşçı, şunları kaydetti: ‘’30 gün boyunca yaklaşık 10 bin kilometre yol alacağız. Gittiğimiz yerlerde vatandaşlara Bediüzzaman’ı ve Risale-i Nur’u anlatan broşürler dağıtıyoruz. Yazarlarımız kitaplarını imzalıyor ve vatandaşlarla buluşma imkânı buluyor. Gündüzleri tanıtım ve bilgilendirme için meydanlardayız. Akşamları da yazarlarımızla birlikte seminer ve konferanslar veriyoruz.’’

Said Nursi’nin yıllar önce ortaya koyduğu ‘’reçete’’ çerçevesinde vatandaşlara demokratik açılımı anlatan broşürler de dağıttıklarını ifade eden Taşçı, ‘’Risale-i Nur, bir Kur’an-ı Kerim tefsiri olduğundan, halka tanıtmayı ve anlatmayı amaçlıyoruz. Kamuoyunun birlik olması açısından elimizden gelen her türlü katkıyı vereceğiz. Yapılan konferanslarda Üstadın 100 yıl önce ortaya koyduğu, özellikle eğitim reçeteleri ile toplumsal barışın bu şekilde sağlanacağı ortaya konulacak’’ diye konuştu. Pursaklar’da yapılan tanıtımda, özellikle Said Nursi’nin hayatını romanlaştırması ile tanınan yazarlardan İslâm Yaşar, bu güne kadar yazdığı kitapları Başkentli’lerin beğenisine sundu. Hayranları tarafından alınan kitaplarını imzalayan Yaşar, eserlerine ve tanıtım Tır’ına gösterilen ilgiden memnun olduğunu ifade etti. Tır’ın içerisine kurulan büyük ekranda Said Nursi’nin hayatı anlatılırken, meydanda bulunan ziyaretçilere görevliler tarafından ‘’Bediüzzaman Kimdir?’’, ‘’Aydınlar Konuşuyor’’, ‘’Bediüzzaman’ın Eğitim Modeli’’ ve ‘’5. Ulusal Risale-i Nur Kongresi Sonuç Deklarasyonları’’nı içeren broşürler de dağıtıldı.

Daha sonra Sincan’da yapılacak konferans için Pursaklar’dan hareket eden Tır’ın, programın ardından Çorum’a hareket edeceği bildirildi.

26.09.2010


 

Bediüzzaman 64 yıl sonra Kastamonu’da

SENE 1936... İlk baharın başlangıcında, bir Mart ayında Bediüzzaman Said Nursî, onlarca talebesiyle birlikte konulduğu Eskişehir Hapishanesi’nden tahliye edilerek, gözetim altında yaşamak üzere Kastamonu’ya sürgün edilir.

Bediüzzaman 64 yıl sonra Kastamonu’da yine “gözaltında” Burada ömrü boyunca kendisine zulmedenlerle başbaşa, zorlu ve yalnız geçen ve 8 yıla yakın süren bir hayata başlayacaktır. Ancak o zindanları Medrese-i Yusufiye’ye çevirdiği gibi Kastamonu sürgününü de bir hizmete ve fütuhata çevirir. Nitekim Risâle-i Nur hizmetinin güçlenip kuvvetlenmesi ve Anadolu’ya kök salması Kastamonu yıllarında oldu denilebilir. Burada talebeleriyle yaptığı ve hizmetin inceliklerini ele aldığı mektuplarından Kastamonu Lâhikası adlı eser vücuda gelir. Bediüzzaman 1936’dan 1943’e kadar Kastamonu’da adeta göz hapsinde yaşamıştır.

Sene 2010... Bu sefer bir son baharın başlangıcında, o 1936’daki “ilk baharda” ekilen tohumların meyvelerinin toplandığı günümüzde, Eylül ayının 24’ünde Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin dâvâsını ve eserlerini tanıtmak ve ilân etmek maksadıyla Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırı Kastamonu’ya geldi... Önceki durak olan Karabük’ten yola çıkan tır, öğlen saatlerine doğru Kastamonu’ya vardı. Kastamonu’da il temsilcimiz İbrahim Vapur tarafından karşılanan Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırı, şehrin merkezinde bulunan, yeni Belediye Binası ile Barutoğlu Alışveriş Merkezi’nin ortasında kalan avluya çekilerek bütün Kastamonuluların huzurunda bütün bir öğleden sonra sürecek olan tanıtım programına hazırlandı. Bediüzzaman Hazretleri’nin de Kastamonu hayatında önemli bir yer tutan mekânlardan biri olan Kastamonu’nun meşhur Nasrullah Camii’nde kılınan Cuma namazının ardından, Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırı’nın programına başlandı.

Öncelikli olarak açılış konuşmasını yapan Hizmet Tırı’nın İkinci Bölge Koordinatörü Faik Altun, Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırı’nın Kastamonu gibi önemli “Nur menzillerinden” birine gelmiş olmasının memnuniyetini ve heyecanını yaşadığını ifade etti. Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırı’nın en önemli duraklarından biri olan Kastamonu’nun Bediüzzaman Said Nursî ve Risâle-i Nur açısından ehemmiyetli bir şehir olduğu ve Kastamonuluların sağlığında Bediüzzaman’ı misafir ettikleri gibi, şimdi de onun fikirlerini ve dâvâsını anlatmaya gelen talebelerini misafir ettiklerini hatırlattı.

Faik Altun’dan sonra sözü devralan Yeni Asya Neşriyat Risâle-i Nur Yayınları Birim Sorumlusu Malik Atom ise yaptığı konuşmada, Bediüzzaman’ın özellikle en önem verdiği konulardan birinin eğitim meselesi olduğuna vurgu yaptı. Malik Atom, Bediüzzaman Said Nursî’nin “Bizim düşmanımız; cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san'at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” sözünü aktararak, “İçimizdeki bu üç düşmanı mağlûp edecek bu üç silâhı elde etmenin yegâne yolu da iman ve İslâmiyet terbiyesi ile disipline edilmiş, müsbet fen ilimleriyle, din ilimlerini birleştirerek sunulduğu bir eğitim sistemidir” dedi.

Daha sonra ise Bediüzzaman’ın hürriyet ve meşveretin önemine yaptığı vurguları aktaran Malik Atom, “Bediüzzaman hem eğitimde, hem de idarede meşrûtiyeti yani demokrasiyi hakim kılmak istemiştir. Bediüzzaman meşrûtiyet yani demokrasinin yerleşmesi için bizzat mücadele etmiştir. O ömrünün her döneminde istibdada yani tek adam idaresine karşı amansız bir savaş vermiştir. Ferdî ve içtimaî her türlü fenalığın kaynağının istibdat olduğunu ifade eder. Ona göre istibdat tahakkümdür, keyfi muameledir, kuvvete dayanmakla zorlama yapmaktır. Bediüzzaman bunu zulmün temeli olarak görür. Dolayısıyla insanların Allah’a kul olduğunu unutmamak kaydıyla hür olması gerektiğini ifade eder” şeklinde konuştu.

Daha sonra sözü alan Yeni Asya Gazetesi Kastamonu Temsilcisi İbrahim Vapur ise Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırı’nın Kastamonu iline gelmesinden dolayı çok memnun olduklarını ve gurur duyduklarını belirtti. Yapılan konuşmaların ardından Risâle-i Nur Enstitüsü’nün hazırladığı Işık Doğudan Yükselir adlı sinevizyon gösterimi gerçekleştirildi. Kurulan Yeni Asya Neşriyat standında ise kitap satışı yapılırken, Hizmet Tırı’nı her ziyaret eden Kastamonuluya çeşitli kitap, broşür ve kasetlerin yanı sıra Yeni Asya Gazetesi’nin o günkü nüshası da hediye olarak takdim edildi.

UMUT YAVUZ

KASTAMONU

26.09.2010


 

Kastamonu’daki metafizik sır

BAŞTA DA dediğimiz gibi Kastamonu, Bediüzzaman ve Risâle-i Nur adına önemli bir Nur menzili...

Burada Üstad’ın kalmış olduğu ve şu anda baştan sona restore edilmiş evine gittik. Evinin penceresinden apaçık bir kale manzarası görünmekteydi. Hemen karşısında kendisini 7 gün 24 saat göz hapsine alan karakolun ise yerinde yeller esiyor, yıkılmış toprak olmuş, şimdi arabalar park edilmiş... Üstad’ın mütevazi evi ise bir Nur menzili olarak dimdik ayakta duruyor. Bu da ona zulmetmek isteyenlerin akibetlerine ilginç bir işaret gibi... Biz de Üstad’ın kimbilir kaç defa dışarıya baktığı pencereden kaleye bakıyoruz. Sonra ise muhkem Kastamonu Kalesine tırmanıyoruz. Burada bizi enteresan bir manzara karşılıyor. Kalenin en yüksek noktasından şehre baktığımızda ilk anda binlerce yapı arasında hemen Üstad’ın mütevazi evi göze çarpıyor. Adeta ben buradayım diyor. Önüne tek bir başka yapı bile girmiyor ve kaleden evin manzarasını kapatmıyor. Bu durum da Üstad’ın ayak bastığı mekânlar arasındaki manevî ve metafizik irtibatı hissettiriyor. Üstad’ın Karadağ’a gittiği yol ve talebesi Mehmet Feyzi Efendi’nin mezarları da kalenin etrafında yer alıyor. Mehmet Feyzi Efendi de Kastamonu’da çok sevilen ve hürmet gösterilen bir âlim... Bu sebeple Kastamonulular kendisinin hizmetkârlığını yaptığı Bediüzzaman Said Nursî’ye de büyük hürmet ve muhabbet besliyorlar...

Kastamonu hakkında söylenecek şüphesiz çok şey var. Ancak Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırı’nın da alması gereken binlerce kilometrelik yolu var... Öğleden sonra sona eren programın ardından Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırı park edildiği alandan çekilmezken, bütün gün ve gece boyunca da Kastamonu’nun en merkezi yerinde gelen, geçen herkesin görebileceği şekilde durmaya devam etti. Kastamonu’daki bu konaklamanın ardından tıpkı 1943’te Bediüzzaman’ın da aynı güzergâhta yola koyulduğu gibi, Cumartesi günü geniş katılımlı programlar düzenlenmesi maksadıyla Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırı da Ankara’ya doğru yola çıktı.

26.09.2010


 

Risâle-i Nur insanı ikna ediyor

ASLEN Sinoplu olan ve Kastamonu Meslek Yüksekokulu İşletme Yönetimi 1. sınıfta okuyan Recep Kızarcı ise 4 yıldır Risâle-i Nur okuyor. Kızarcı şunları söylüyor: “Bediüzzaman bence bu zamanın en önemli âlimi. Dünyada en çok duyulan ve kitapları okunan âlim olduğunu biliyorum.

Risâle-i Nur’da en çok imanî meseleler etkiledi beni. Dinî konular hakkında bir mesele merak ettiğim internette araştırma yaptığımda hep en tatmin edici cevabı Risâle-i Nurlarda buluyordum. Zira Risâle-i Nur insanı ikna ediyor.”

Risâle-i Nur hayatımı değiştirdi

KASTAMONU Meslek Yüksekokulu Mekatronik Bölümü 2. sınıf öğrencisi olan 20 yaşındaki Burak Çiçek de Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırı’nı ziyaret etti. Aslen Tosyalı olan Çiçek, bir kaç senedir Risâle-i Nurları tanıdığını söyledi. Yakın bir akrabasının hayat tarzının farklılığı üzerine Risâle-i Nurlara ilgi duymaya başladığını anlatan Çiçek, “Bir gün beni Risâle-i Nurların okunduğu bir yere götürdü. Baktım buradaki insanlar da çok farklı insanlar. Ortam oldukça güzeldi. Bu insanları böyle olumlu olarak etkileyen şeyin Risâle-i Nur olduğunu anladım. O gün bu gündür ben de okumaya çalışıyorum. Risâle-i Nur okuduktan sonra ben de hayata bakış açısı ve hayat tarzı anlamında değişiklikler oldu. Bütün akrabalarım ve arkadaşlarım da bendeki olumlu değişikliği fark etti” dedi.

26.09.2010


 

Bediüzzaman beni çok etkiledi

BEDİÜZZAMAN Tanıtım ve Hizmet Tırı’nın çok sayıda ve çeşitli misafirlerinden biri de Kastamonu’nun en eski kıraathane işletmecilerinden Mustafa Urgancı’ydı.

1959 doğumlu olan Urgancı, Risâle-i Nurları ve Bediüzzaman Said Nursî’yi 15 yıldan bu yana tanımakta. Evliyaların hayatını konu alan “Anadolu Evliyaları” adlı kitabı okurken, orada Bediüzzaman Said Nursî’nin de hayat hikâyesini okuyan ve çok etkilenen Urgancı, o günden bu yana Üstad’a karşı büyük bir muhabbet ve ilgi beslemiş. Özellikle Bediüzzaman’ın kendisine zulmedenlere karşı bedduâ etmekten sırf vatanımız zarar görmesin diye vazgeçtiğini okuyan Urgancı kalbinden vurulmuşa dönmüş. Urgancı şunları söylüyor: “Beni bu söz çok etkiledi. Adeta kurbanı oldum. O söz beni yakaladı ve kalbimin içine yerleşti. Ben esasında Menzil cemaatine bağlı tarikat ehli bir insanım. Ama Bediüzzaman gibi mübarek bir zatın, vatanperver bir zatın peşinden gitmemek mümkün mü? Bediüzzaman’ın bu özellikleri beni çok etkilemektedir. Şimdi böyle bir zatın fikirlerini anlatan bu güzel tır memleketimize gelir de, biz de onu ziyaret etmezsek olmaz diye düşündük. O sebeple buraya geldik. Bence Bediüzzaman dünyayı irşad edecek ve düzeltecek kapasitede bir âlimdir. Nitekim şimdi kendisini dünya okumaktadır. Bu hizmet tırı da çok güzel bir fikir. Çok etkili bir hizmet. Allah yolunuzu açık etsin. Yeri gelmişken çok enteresan bir tevafuğu da anlatmak istiyorum. Dün akşam ben bu tırın buraya geleceğinden haberdar değildim. Akşam hanımımla birlikte televizyonda bir baktık Bediüzzaman Said Nursî’nin hayat hikâyesi ile ilgili bir belgesel vardı. Oturduk izlemeye başladık. İkimiz de hüngür hüngür ağlayarak sonuna kadar izledik. Bugün ise bir duyduk ki Bediüzzaman Hizmet Tırı Kastamonu’ya geliyormuş. Müthiş bir tevafuk oldu... Sanki bu mübarek zat dün geceden buraya geleceğini bizlere hissettirmiş oldu.”

26.09.2010


 

Cevdet Yaylacıoğlu: Bediüzzaman bana “Helâl et” dedi

KASTAMONU’DA Bediüzzaman Said Nursî’yi burada yaşadığı yıllar süresinde gören bir çok zat halen yaşamaktadır.

Bunlardan biri de bir zamanlar Tapu Müdürlüğü yapmış olan Cevdet Yaylacıoğlu idi. Bediüzzaman’ı Kastamonu’daki sürgün yıllarında gördüğünü belirten Yaylacıoğlu bizlere ilginç bilgiler de verdi. İşte Yaylacıoğlu’nun sözleri: “1943 yılının başında elinde bir şemsiye arkasında da kendisini sürekli takip eden bir polis bekçisi olduğu halde yürürken Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri ile karşılaştım. Kendisi bu vaziyette tepelere, dağlara, Kastamonu Kalesi’ne çıkar oralarda tefekkür etmeyi severmiş. Dediğim gibi bir gün yine böyle kaleye çıkmak için hazırlanırken elinde bir bakır kap var. Bu kaba su dolduracak ve bu suyla abdest alacaktı. Hemen elinden o bakır kabı aldım ve koşa koşa doldurmaya gittim. Kabı kendisine getirip verdiğimde bana baktı ve “Helâl et” dedi. Benim dayım da onun evine gider gelirdi zaten. Mahir Karakaşlı idi rahmetli dayımın adı. Hatta bazen dayımın hanımı Hoca’ya götürmesi için evde yiyecek birşeyler pişirirmiş. Ama Bediüzzaman bunları hiç kabul etmemiş. O zaten hiç hediye kabul etmiyormuş. Her zaman kaleye çıkmak için yürüdüklerinde bizim kapımızın önünden geçerdi mübarek. Kendisi kalenin altında kalan mahallede şu an müzeye çevrilmiş olan yerde otururdu. Bir gün polis Bediüzzaman’ın evini basacakmış. Buradaki el yazması kitaplarını falan hep Rıfat Sarıoğlu’nun evine kaçırmışlar. Yine bir akşam üzeri, o zaman şapka kanunu çıkmış, bir sürü halk toplanmış, arkası açık bir araba geldi, arbede yaşandı. Bediüzzaman’ın başındaki sarığı almak istemişler. Ama mübarek ne yapmış etmiş sarığını vermemişti. Polisler o zaman çok zulüm yapıyorlardı. Halk Partisi çok çektirdi bizlere... O zaman Bediüzzaman Hazretleri Kastamonu halkına duâ etmişti. Ne zaman onu götürdüler Allah Kastamonu’yu bir salladı. O zaman kalenin neredeyse yarısı yıkıldı gitti. 1943 yılında oldu bu deprem. "

26.09.2010


 

Hizmet Tırı Üstad’ımızın da tasvip edeceği bir hizmet

KASTAMONU’DA Risâle-i Nur hizmetleri ile ilgilenen Trakya Üniversitesi Tarih bölümü mezunu Yusuf Sabri Şimşek de Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırı’nın Kastamonu’ya gelmesi dolayısıyla orada bulunuyordu.

Şimşek gazetemiz için şu beyanatı verdi: Kastamonu, Risâle-i Nur açısından ilginç bir şehir. Burada hemen herkes bir şekilde Bediüzzaman adını duymuştur. Dolayısıyla Bediüzzaman’a ve Risâle-i Nur Talebelerine müthiş bir saygıları var. Üstad burayı çok etkilemiştir. Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırı’nın ilimize gelmesini biz sanki gelen bir tır değil bizzat Üstad’ımızmış gibi algılıyor ve ehemmiyet veriyoruz. Zira bu tır onun fikirlerini ve dâvâsını ilân ediyor. Burası çok merkezi bir yer. Kaldırımdan gelip geçenler de sürekli durup, bakıyorlar. İlgileniyorlar. Dağıttığımız hediyelerden alıyorlar. Her türlü insan geçiyor ve bence bu tarz bir hizmet çok önemli. Üstad yanılmıyorsam 27. Lema’da bu zamanda yapılacak hizmetlerden bahsederken, böyle büyük toplantılar ve toplanmalar ile adeta haykırırcasına imana büyük hizmetler edileceğine işaret ediyor. Dolayısıyla yine Üstad’ın tabiriyle bu tür hizmetlerle en azından “mütemerridlerin inadı kırılır, gaflet içinde olanlar da gafletlerinden istifa ederler...” Bu sebeple bu tırın ülkemizi dolaşmasının oldukça faydalı olduğuna inanıyorum.

26.09.2010


 

Kastamonulular Bediüzzaman’a sahip çıkmalıdır

KASTAMONU Üniversitesi Tarih Bölümü 4. sınıf öğrencisi olan Tuba Gülbeyaz da Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırı’nı ziyaret eden Kastamonu’daki “şefkat kahramanları” arasındaydı.

Şu ana kadar Risâle-i Nurların yarısını bitirmiş olduğunu belirten Gülbeyaz, ilk hedefinin Risâle-i Nur’u tamamen okuyup tekrar tekrar bitirmek olduğunu ifade ediyor. Gülbeyaz, Hizmet Tırı ile ilgili de şu düşüncelerini belirtiyor: “Bu çok güzel bir hizmet oldu. Ama çok çok kısa sürdü. Biz çok uzun süre burada kalmasını istiyoruz. Bediüzzaman Kastamonu’ya gelmiş, burada yaşamış ve buradaki insanlar için duâ etmiş bir âlim. Kastamonulular da bu duâya muhatap olabilmek için Bediüzzaman’a ve eserlerine sahip çıkmalılar diye düşünüyorum.”

26.09.2010


 

Risâle-i Nur bir hayat biçimi

YİNE Kastamonu Üniversitesi Tarih Bölümü 4. Sınıf öğrencisi olan Satı Arslan da uzun süredir Risâle-i Nur okuyor. “

Risâle-i Nur aslında bir hayat biçimidir. Tam bir büyük boşluğun içerisindeyken imdadıma yetişti. Bir an tutunacak bir dal oldu benim için ve hayatıma onunla devam etmeye karar verdim. Risâle-i Nur’u daha önceleri tanımıyordum. Bir rüya gördüm, sonra o rüyanın da tesiriyle Risâle-i Nur eserlerindeki hakikatleri hayatıma tatbik etmeye başladım. Bence günümüz gençliği de çok büyük bir boşluk içinde. İçlerindeki manevî boşluğu başka hiçbir şeyle dolduramıyorlar. Bunu ancak Risâle-i Nur’daki Kur’ân hakikatleri doldurabilir diye düşünüyorum. Benim bu hakikatleri yeni öğrenen arkadaşlarım, “bu hakikatler olmadan adeta bir sıfır olduğumuzu anladık” diye bu gerçeği itiraf ediyorlar. Risâle-i Nur ile tesettürle tanışan arkadaşlarım var. Nitekim tesettür en büyük hürriyettir. Tesettür ile korunduğumuzu, bir kimliğimiz olduğunu hissediyoruz. Bu hakikatleri Risâle-i Nur’dan öğreniyoruz. Bediüzzaman Hizmet Tırı bence çok büyük bir hizmet. Yeni Asya camiasına çok teşekkür ediyoruz. Bir tırın Bediüzzaman’ı tanıtmak için il il dolaşması çok güzel ve önemli bir hizmettir. Dilerim kendini boşlukta ya da sıkıntıda hisseden insanlar varsa ve kendilerine bir çare, bir kurtuluş arıyorlarsa Risâle-i Nur’u bulurlar ve bu merhem ile yaralarını iyileştirirler.”

26.09.2010


 

BEDİÜZZAMAN TIR'I NE GÜN, NEREDE?

26 Eylül 2010 Pazar Sungurlu

26 Eylül 2010 Pazar Çorum

27 Eylül 2010 Pazartesi Ordu

28 Eylül 2010 Salı Trabzon

26.09.2010


 

‘Yurt çocuğu’ kavramı tarih oluyor

Evlerde kalan çocukların eğitim başarısının, sosyalleşmesinin, kişisel gelişiminin yüzde 500 arttığını söyleyen Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) Genel Müdürü İsmail Barış, “Hedefimiz, önümüzdeki 5 yıl içerisinde yurt ve yuvaları sadece kanunla ihtilâfa düşmüş çocukların, problemlerinin çözüldüğü ve rehabilite edildikleri merkezlere dönüştüreceğiz.

Bütün çocuklarımız ya annesinin ya babasının yanında, ya bir koruyucu ailenin ya evlât edinecek bir ailenin yanında ya da çocuk evlerinde kalacak” dedi.

SHÇEK Genel Müdürü İsmail Barış, kurumun, eskiden beri olması gereken, ancak çeşitli sebeplerden dolayı hayata geçirilemeyen yeni konseptine ilişkin açıklamada bulundu. Bu yeni anlayışa uygun olarak çocukların, eğer problem yoksa, ailelerinin yanında büyütüldüğünü, koruyucu aile yanına verildiğini ya da evlât edindirildiğini anlatan Barış, “Şu anda Türkiye’de 35 bin çocuğumuz bu konsept içerisinde ailelerinin yanında büyütülüp devlet tarafından destekleniyor. İkincisi, eğer çocuk ailesinin yanına verilemiyorsa bir apartmanda, dairesinde toplumla beraber, başlarında bakım elemanları kontrolünde, yetiştirilmeye çalışılıyor. Türkiye’de 250 tane evimiz var. Buralarda bin 250 çocuk barınıyor. Hedefimiz, önümüzdeki 5 yıl içerisinde yurt ve yuvaları, sadece kanunla ihtilâfa düşmüş çocukların problemlerinin çözüldüğü ve rehabilite edildikleri merkezlere dönüştüreceğiz. Bütün çocuklarımız ya annesinin ya babasının yanında, ya bir koruyucu ailenin ya evlât edinecek bir ailenin yanında ya da çocuk evlerinde kalacak” diye konuştu.

Çocuk Evleri uygulamasına geçtikten sonra beklentilerin üstünde fayda sağladıklarını dile getiren İsmail Barış, “Yuvada 200-300 çocuğu bir araya koyarsanız kontrolü kolay olmuyor. Çocukların kişisel gelişiminde, eğitim başarısında, toplumla sosyalleşmesinde problemler vardı. Biz bunu başardık. Çocuğun kişisel gelişimi, eğitim başarısı, sosyalleşmesi yüzde 500 arttı” ifadesini kullandı. İsmail Barış, cinsel ve ticarî istismara uğradığı, şiddete maruz kaldığı için ailelerine veremedikleri, çocuk evlerine yerleştiremedikleri çocukların Sevgi Evleri’ni kullandığını söyledi. Barış, yan yana binalardan oluşan ve her birinde 3’er kişinin kaldığı Sevgi Evleri’nden 50 tane olduğunu ve 500 çocuğun barındığını belirtti.

26.09.2010


 

Diyarbakır Cezaevi Türkiye’nin utancı

TÜRKİYE Barolar Birliği (TBB) Başkanı Vedat Ahsen Coşar, ‘’Diyarbakır Askerî Cezaevinde yaşananlar insan olarak bizim utancımızdır.

Türkiye Cumhuriyet Devleti’nin utancıdır’’ dedi. Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu’nca ‘’Türkiye, Diyarbakır Cezaevi Gerçeğiyle Yüzleşiyor’’ sempozyumu düzenlendi. Büyükşehir Belediyesi Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen sempozyum öncesinde cezaevinde ölenler anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. TBB Başkanı Coşar, insanların olduğu gibi devletlerin ülkelerin ve toplumların da zor zamanları olduğunu ifade ederek, 12 Eylül askeri rejimi sonrasındaki zamanların ülkenin yaşadığı zor zamanlar olduğunu belirtti. Türkiye’nin 1980’li yıllarda olduğu gibi günümüzde de zor zamanlar yaşadığını ifade eden Coşar, şiddetin durdurulması gerektiğini kaydederek, şöyle dedi:

‘’Kimi zor zamanlarda yaşananlar insanı, insanlığı, devleti, devletin kurumlarını utandırır. Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yaşananlar insan olarak bizim utancımızdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin utancıdır. Keşke bu topraklarda tarih başka bir türlü yazılsaydı da biz bugün böylesine utanmasaydık. Ama yaşananlar yaşanmış ve tarihteki yerini almış. Yaşananları yaşanmamış saymak, yaşananları yadsımak, yaşananların üzerini örtmek ise hiç ama hiç mümkün değildir. O halde bu utançtan kurtulmak biraz da olsa temizlenmek ve arınmak için önce bu utançla özür dilemek gerekir. Her halde özür dilemenin bir yolu da Diyarbakır Askeri Cezaevi’ni müze yapmaktır. Orayı müze yapmak suretiyle yaşatmak nefreti, kini, intikamı yaşatmaya ve gelecek kuşaklara bu negatif durumu aktarmaya değil, Marks’ın en büyük duygusal ödül olarak tanımladığı ‘utanma’ duygusunu yaşatmaya, vicdanları dimdik ayakta tutmaya hizmet edecektir. Bunun içinde hep beraber Gandi’nin söylediği gibi ‘şiddeti reddetmek inancımın ilk maddesi ve son maddesidir’ dememiz gerekir. Öğretimiz bu olmalıdır. Yöntemimiz zor değil, ikna olmalıdır, demokrasi olmalıdır, insan hakları olmalıdır. Onun için hep birlikte bunları yapalım ki tüm dünya bizim için ‘bir zamanlar büyük bir halk vardı Kürt ve Türk halkı. Onlar uygarlığın damarlarına yeni bir anlam ve haysiyet aşıladılar’ desinler.’’

26.09.2010


 

Yüksekovalılar, görüşmeden memnun

Hakkârİ’nİn Yüksekova ilçesinde vatandaşlar Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ile hükümet arasında yapılan görüşmelerden memnun olduklarını dile getirdi.

Şehirde yıllardır taksicilik yapan Mahmut Durgun isimli vatandaş, Hükümet ile BDP arasında yapılan görüşmeleri takip ettiğini ve çok sevindiğini söyledi. Durgun, görüşmelerin akan kanın durmasına, silâhların susmasına vesile olacağını ümit ettiğini dile getirdi. Taksilik yapan Osman Ablay isimli bir başka vatandaş ise barışı, “Biz Yüksekova halkı olarak her olumsuz şeylerle gündeme getiriliyoruz. Barışa destekte ön safta yer almak istiyoruz. Onun için bu görüşmeyi gönülden destekliyoruz.” diye konuştu. Yüksekova’da 50 yıldan beri babadan oğula geçmiş nalbur işletme mesleği icra eden Bayram Şatıroğlu ise görüşmenin umut verici olduğunu söyledi.

“HUZUR İSTİYORUZ”

HAZIR giyim işletmesi sahibi Mehmet Ayhan isimli vatandaş ise şunları söyledi: “Yüksekovalı biri olarak yapılan görüşmeden çok umutlandım, artık barışın gelmesini istiyoruz, kanın durmasını istiyoruz. Herkes üzerine düşen vazifeyi yaparsa herhangi bir problemin kalmayacağına eminim, bu tür görüşmelerin devamını bekliyoruz, yapılan en ufak bir görüşme bile burada olumlu yankı oluşturuyor.”

26.09.2010


 

Erdoğan: Medya acı gerçekleri gösteren bir ayna olmalı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ‘’demokratik açılım’’ çalışmaları kapsamında, dün medya yöneticileriyle kahvaltıda bir araya geldi. Genel Yayın Müdürümüz Kâzım Güleçyüz'ün de katıldığı toplantıda “'Medyanın bizim tarafımızı tutmasını istemiyoruz, ama siyasî taraf haline gelerek, birilerinin psikolojik harekâtının parçası olmasını da doğru bulmuyoruz'' diyen Erdoğan, “Medyanın, bize acı gerçekleri, çıplak gerçekleri gösteren, yapıcı eleştiride bulunan, yol gösteren bir ayna olmasını arzuladık ve arzuluyoruz” diye konuştu.

Erdoğan: Değişiklikler, anayasa tartışmalarını sona erdirmedi BAŞBAKAN Recep Tayip Erdoğan, 26 maddeden oluşan bu değişikliğin 1982 Anayasası üzerindeki gölgeleri tam olarak ortadan kaldırmadığını, Anayasa üzerindeki tartışmaları sona erdirmediğini ama önemli bir adım olduğunu dile getirdi. Başbakan Erdoğan, ‘’demokratik açılım’’ çalışmaları kapsamında, medya yöneticileriyle Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’ndeki kahvaltıda bir araya geldi. Genel Yayın Müdürümüz Kâzım Güleçyüz’ün de katıldığı toplantıda konuşan Erdoğan, 12 Eylüldeki halk oylamasıyla yürürlüğe giren Anayasa değişikliğinin hazırlık aşamalarında bu değişikliğin Türkiye için bir milat olacağını, Türkiye’de yeni bir dönemin, yeni bir sürecin başlayacağını ifade ettiklerini söyledi.

Erdoğan, 26 maddeden oluşan bu değişikliğin 1982 Anayasası üzerindeki gölgeleri tam olarak ortadan kaldırmadığını, Anayasa üzerindeki tartışmaları sona erdirmediğini dile getirerek, ‘’Ancak sizler de takdir edersiniz ki bu 26 maddelik değişiklik, 1982’den bu yana yapılan değişikler içinde çok müstesna bir yere sahiptir. İlk kez Anayasa’nın ruhuna, özüne dokunuluyor. İlk kez darbe zihniyeti ve vesayetçi anlayış bu kapsamda bir değişikliğe maruz kalıyor. Başta Anayasa Mahkemesinin ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısının değişmesi, geçici 15. maddenin kaldırılması, yargıya ilişkin birtakım düzenlemeler olmak üzere bu 26 maddelik değişiklikle Türkiye çok farklı bir döneme adımlarını atıyor’’ diye konuştu.

Başbakan Erdoğan konuşmasında şunları söyledi: ‘’Biz 12 Eylülde ortaya çıkan sonucun Türkiye haritasını farklı renklere boyadığına, farklı kutuplara savurduğuna asla İnanmıyoruz. Tam tersine ortaya çıkan tablo, Türkiye’nin demokratikleşme yolunda çok önemli bir mesafe kaydettiğini, demokrasiyi içselleştirdiğini, her sorunu demokrasi içinde çözme kültürünü artık kazandığını gösteriyor. İleri demokrasilerden biri olan Amerika Birleşik Devletleri’nde başkanlık seçimlerinde Türkiye’dekine benzer bir tablo, benzer bir harita oluşmasına rağmen hiç kimse çıkıp da Amerika Birleşik Devletleri’nin bölündüğünü, karpuz gibi ikiye ayrıldığını, kutuplaştığını ifade etmiyor.

Çözemeyeceğimiz hiçbir sorun yok. Türkiye olarak buna bugün artık her zamankinden daha fazla inanıyoruz. Bugün, sorunları aşmak noktasında her zamankinden daha fazla umutluyuz. Ekonomide, dış politikada, demokratikleşmede Türkiye’ye yaşattığımız başarılara yenilerini ekleyebiliriz. Türkiye, 8 yıl öncesine göre çok farklı bir yerde, inanın bu ivmeyle devam ederek 8 yıl sonra, 10 yıl sonra 2023 yılında, dünyanın ilk on ülkesi arasında yer alan bir Türkiye’yi görmek bir hayal değildir.

Halk oylaması sürecinde, popülizmi, iftirayı, karalamayı, kutuplaştırmayı ve ne yazık ki kutsal değerleri, hassasiyetlerin istismarını bir propaganda aracı olarak kullanan muhalefetin 12 Eylülün hemen ardından bu alışkanlığını devam ettirmesini açıkçası bu yeni dönem adına bir talihsizlik olarak görüyoruz. Kanaatimce, bu halk oylamasının önemli bir neticesi, ileri demokrasi konusunda milletimizin büyük bir özlem içinde olduğudur. Dikkat edilirse demokrasi konusunda demiyorum, özellikle ileri demokrasiyi seçerek söylüyorum.

Milletimiz artık körü körüne değil, son derece bilinçli bir şekilde oy kullanıyor.

Medyanın bizim tarafımızı tutmasını istemiyoruz ama siyasî taraf haline gelerek, birilerinin psikolojik harekâtının parçası olmasını da doğru bulmuyoruz . Medyanın, bize acı gerçekleri, çıplak gerçekleri gösteren, yapıcı eleştiride bulanan, bir yol gösteren ayna olmasını arzuladık ve arzuluyoruz.

Tophane’deki olayları da benzeri olayları da bu olayların ardından oluşan kaygıları da hassasiyetle izliyoruz ve tekrar yaşanmaması için gerekli her türlü tedbiri alacağız. Özellikle son dönemde, gerek milli birlik ve kardeşlik sürecinin desteklenmesi, gerek terör olaylarının yansıtılması konusunda medyanın takınmış olduğu sorumlu ve sağduyulu tavırdan dolayı hepinize teşekkür ediyorum. Kasıtlı olmadığını biliyorum ama terör olayları sonrasında yapılan yayınlar, özellikle bazı tiplerin ısrarla televizyonlara çıkartılması ve bu tiplerin terörün sona erdirilmesi noktasında değil, adeta terörün yanmakta olan fitilinin ömrünü uzatmak için ellerinden gelen gayreti gösterdiğini görüyoruz. Biz, yeni bir sayfa açmak istiyoruz. Türkiye için yeni bir başlangıç yapmak istiyoruz. Demokrasi standartları yükselmiş, demokratik olgunluğa ulaşmış bir ülkenin hükümeti olarak, her zaman yaptığımız gibi kucaklayıcı ve hoşgörülü bir tavırla geleceğe yürümek istiyoruz.”

26.09.2010


 

Başörtüsü hâlâ yasak

Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu, istisnalar dışında bir çok alanda başörtüsü yasağının devam ettiğini, bunun büyük bir zulüm olduğunu bildirdi. Platform üyesi bir grup Adapazarı Kültür Merkezi önünde 263. eylemini gerçekleştirdi.

SAKARYA Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu, istisnalar dışında bir çok alanda başörtüsü yasağının devam ettiğini, bunun büyük bir zulüm olduğunu bildirdi. Platform üyesi bir gurup Adapazarı Kültür Merkezi (AKM) önünde 263. eylemini gerçekleştirdi. Platform adına basın bildirisini okuyan Nihat Bülbül, istisnalar dışında birçok alanda başörtüsü yasağının devam ettiğine dikkat çekti. “Bir kadını dinî vecibesini yerine getirmekten alıkoymak büyük bir zulümdür” ifadesini kullanan Bülbül, bazı siyasileri de açıklamalarından dolayı eleştirdi. Bülbül, şunları kaydetti: “Benimle uzlaş, benim onayımı al, ya da benim istediğim şekilde örtün’ deme cesaretini nereden alıyorlar? Kim bir başkasının eğitim hakkını gasp edebilir? Kim birini, eğitimini aldığı bir mesleği yerine getirmekten mahrum edebilir? Kim bir kadını, inancına aykırı kıyafet giymeye zorlayabilir, onun ruhunun zedelenmesine sebebiyet verir? Bu yasağı koyanlar, başörtüsünü ve çarşafı ayaklarının altına alıp gösteri yapanlar kendilerinde bu hakkı nasıl görüyorlar? Zulme uğrattıkları insanlar da kendileri gibi bu ülkenin ‘eşit vatandaşları’ değil mi?”

26.09.2010


 

TÜSİAD: Huzurlu ortamda ekonomi de yeşeriyor

TÜRK Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, Türkiye’nin barış, huzur ortamına kavuşmasının çok önemli olduğunu belirterek, ‘’Huzurlu ortamda ekonomi de yeşeriyor.

O nedenle de olumlu gelişmeleri çok mutlulukla karşılıyorum’’ dedi. Boyner, Gaziantep’te katıldığı mağaza açılışı töreninde Hükümet ile BDP’li yöneticilerin görüştmesinin hatırlatılması üzerine şunları söyledi: ‘’Türkiye’nin barış, huzur ortamına kavuşması çok önemli. Gaziantep çok örnek bir yer, huzurlu bir ortam. Huzurlu ortamda gördüğünüz gibi ortamda ekonomi de yeşeriyor, insanlar daha mutlu oluyor, istihdam da artıyor. Onun için Türkiye geneli için de bunu çok önemsiyorum. O nedenle de olumlu gelişmeleri çok mutlulukla karşılıyorum’’

26.09.2010


 

‘’Mavi Marmara’’, baskını film oluyor

İsrail’in, Gazze’ye yardım götürürken düzenlediği baskından sonra el koyduğu ve serbest bıraktıktan sonra İskenderun Limanı’na çekilen üç Türk gemisinden ‘’Gazze’’, Pakistan’a yardım malzemesi götürmek için, ‘’Mavi Marmara’’ ise ‘’Kurtlar Vadisi Filistin’’ filmi için hazırlanıyor.

İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığı ve BM heyetinin incelemelerinin ardından gemilerde teknik bakım, onarım ve temizlik çalışmalarına başlandı. İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsanî Yardım Vakfının gemilerdeki görevlisi Murat Bayraktar, yaptığı açıklamada, çalışmaların ‘’Mavi Marmara’’ ve ‘’Gazze’’ gemilerinde yoğunlaştırıldığını bildirdi. Bayraktar, Mavi Marmara’nın büyük bölümünün tahrip edildiğini belirterek, ‘’Makine dairesi ve teknik aksamının tamir ve bakımı yapılıyor. Elektrik aksamı sökülmüş, yenilenmesi gerekecek. Geminin hazırlanması 1,5-2 ay sürebilir’’ dedi.

Sel felâketi yaşayan Pakistan’a önümüzdeki günlerde gönderilecek insanî yardım malzemelerinin ‘’Gazze’’ ile taşınmasının planlandığını, bu nedenle çalışmaların bu gemide yoğunlaştırıldığını anlatan Bayraktar, ‘’Gazze’nin bakımı da 10 güne kadar tamamlanabilir ancak Defne-Y ve Mavi Marmara’nın hazır hale gelmesi iki ay sürebilir’’ diye konuştu.

Öte yandan, Mavi Marmara’da, ‘’Kurtlar Vadisi Filistin’’ filmi için çekim yapacağı belirtilen Pana Filmden görevliler de çalışma yapıyor. Şirketin sanat ekibinden 6 kişi, geminin kaptan köşkü ve güvertesi ile baskının yaşandığı güverteyi, baskından önceki haline getirmeye çalışıyor. Baskın sırasında kaptan köşkünün kırılan camlarının yerine yenileri takılıyor, zarar gören elektrik tesisatı tamir ediliyor. Filmin çekimlerine gelecek ayın ilk haftasında başlanması planlanıyor.

26.09.2010


 

Yıldırım:İsrail’in gerçek yüzü ortaya çıktı

İHH İnsanî Yardım Vakfı Genel Başkanı Bülent Yıldırım düzenlediği basın toplantısı ile Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Tesbit Komisyonunun hazırladığı Mavi Marmara raporunu değerlendirdi. Yıldırım, raporun İsrail’in gerçek yüzünü ortaya koyduğunu belirtti.

Bülent Yıldırım: İsrail’in gerçek yüzü ortaya çıktı İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım, Birleşmiş Milletler’in (BM), İsrail’in Mavi Marmara gemisine yaptığı saldırı ile ilgili raporu konusunda, ‘’Bu rapor gerçektir ve bizim için de önemli olan budur. Bu raporla İsrail’in gerçek yüzü ortaya çıkmıştır’’ dedi. İsrail’in saldırı düzenlediği Mavi Marmara gemisi mağdurları, İHH Genel Merkezi’nde, BM ve Uluslararası Tespit Komisyonunun sonuç raporuyla ilgili bir basın toplantısı düzenledi. İHH İnsanî Yardım Vakfı Başkanı Yıldırım, BM ve Uluslararası Tespit Komisyonunun raporunda, gerçek sonuçların ortaya konduğunu, Gazze’nin yardıma giden gemilere uyguladığı abluka ve saldırıda suçlu olduğunu belirtti. Komisyon raporu ve Mavi Marmara gemisi mağdurlarına uygulanacak hukukî süreç ile ilgili olumlu sonuçların alınması için çalıştıklarını ifade eden Bülent Yıldırım, şunları söyledi:

‘’Mavi Marmara olayıyla birlikte ülkemizdeki medya kuruluşlarının desteğini görmüş olduk. Süreç içerisinde birtakım kesimler Mavi Marmara hadisesinde negatif propaganda yaptılar ve orada yaşanan hadiseleri algılamakta zorlandılar. Bu tip insanlara kötü niyetli demek istemiyorum. Biz BM Komisyonu’nu önemsedik. İnsanoğlu bazı şeylerin delillendirilmesini ve ispatlanmasını istiyor. Bu rapor gerçektir ve bizim için önemli olanı da budur. BM iki tane komisyon oluşturdu. Bu komisyonlar insan haklarına çalışan bağımsız bir kuruluştur. Bu rapor Boston Raporu gibidir yaptırımları vardır. Ayrıca Bostan Raporu’ndan daha gerçekçidir. Raporla birlikte İsrail’in geçek yüzü ortaya çıkmıştır. Bundan sonraki raporun da bu doğrultuda olmasını bekliyoruz. Raporun sonuçları, vicdanî sağduyuyu ortaya koyan yaptırımlar içeriyor. BM’nin açıklamış olduğu rapordan sonra İsrail’in iki yüzlü katil olduğu kabul edildi.’’

Tesbit raporu sonucu olarak üç önemli konunun ortaya çıktığını belirten Yıldırım, İsrail’in deniz ablukası yaparak insan haklarına aykırı davrandığı için suçlu bulunduğu ve suçluların isim isim ortaya çıkartıldığı, hukukî sürecin uluslar arası bazda devam ettiğinin tescillendiğini söyledi.

26.09.2010


 

Gazze Filistin toprağıdır

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yeni yayınlanan BM İnsan Hakları Konseyi raporunun, İsrail komandolarının Gazze’ye yardım taşıyan Mavi Marmara gemisine yaptığı saldırıyla ilgili olarak “sağlam ve yasal bir çerçeve oluşturduğunu” belirtti. Öte yandan Gül, dünyanın en iyi üniversitelerinden olan Columbia Üniversitesinde bir öğrencinin sorusu üzerine, “İsrail’in işgal ettiği Gazze, Filistin toprağıdır” dedi.

Rapor sağlam çerçeve çizdi Cumhurbaşkani Abdullah Gül, yeni yayımlanan BM İnsan Hakları Konseyi raporunun, İsrail komandolarının Gazze’ye yardım taşıyan Mavi Marmara gemisine yaptığı saldırıyla ilgili olarak “sağlam ve yasal bir çerçeve oluşturduğunu” belirtti. Gül, bu kapsamda BM Soruşturma Komisyonu’nun da çalışmalarını başarıyla tamamlamalarını beklediklerini söyledi.

Gül, New York’ta Dış İlişkiler Konseyi (Council on Foreign Relations) adlı düşünce kuruluşunda Türkiye-ABD ilişkileri kapsamında bir konuşma yaptı. Cumhurbaşkanı Gül, Ortadoğu, Irak ve Afganistan’daki sorunların çözümünde Türkiye ile ABD’nin işbirliğinin önemli olduğunu belirtti. Ortadoğu’da kalıcı barışın sağlanamamasının dünyanın başka bölgelerinde olumsuz sonuçlar doğurduğuna işaret eden Gül, Türkiye’nin bölgede kalıcı barışın sağlanmasını istediğini, bu kapsamda ABD Başkanı Barack Obama’nın çabalarını ve Filistin ile İsrail arasında başlayan doğrudan görüşmeleri memnuniyetle karşıladıklarını ifade etti. Cumhurbaşkanı Gül, İsrail’in Gazze’ye yardım taşıyan Mavi Marmara gemisine uluslar arası sularda yaptığı ve 9 kişinin öldüğü saldırıyla ilgili olarak, Türkiye’nin istenmeyen bir hareketin olmasını önlemek için uğraştığını ve o dönemde İsrail ile temasta olduğunu belirtti. Gül, uluslar arası hukukun açıkça ihlali olan İsrail saldırısının kabul edilemez vurguladı. ‘’Türkiye olarak biz BM İnsan Hakları Konseyi’nin ve BM Soruşturma Komisyonu’nun çalışmasına büyük önem veriyoruz’’ diyen Gül, yeni yayımlanan BM İnsan Hakları Konseyi raporunun, olayla ilgili “sağlam ve yasal bir çerçeve oluşturduğunu” belirtti. Gül, bu kapsamda BM Soruşturma Komisyonu’nun da çalışmalarını başarıyla tamamlamalarını beklediklerini söyledi.

Türkiye ve İsrail’in dost olduklarını belirten Gül, iki toplumun arasında eskiye dayanan dostluğun bulunduğunu dile getirerek, ‘’Ancak geçen mayıs ayında hiçbir şey olmamış gibi davranamayız, İsrail’in gerekli adımları atmasını bekliyoruz’’ dedi.

Cumhurbaşkanı Gül, İran’ın nükleer programına ilişkin olarak da “Nükleer meseleyi biz hafife alan bir ülke değiliz ve kesinlikle bölgemizde nükleer silaha tahammülümüz yoktur, buna kesinlikle karşıyız, bunun öncelikle bilinmesini isterim” dedi.

"GAZZE, İSRAİL'İN İŞGAL

ETTİĞİ TOPRAKLAR"

Cumhurbaşkani Abdullah Gül, Columbia Üniversitesindeyaptığı konuşmada, ‘’Böyle bir yardım filosu (Mavi Marmara (Türkiye’deki) ayrılıkçı Kürtler’e doğru gitmeye çalışmış olsaydı Türkiye o zaman ne yapardı’’ sorusuna da şöyle cevap verdi: ‘’Burada doğru olmayan bir konu var, Kürtler bizim kendi vatandaşlarımız, bin yıldır beraberiz. Benim heyetimde kim Türk kim Kürt bilmiyorum. Bakanlar Kurulunda kim Türk, kim Kürt, ancak sorarsanız bilinir, hepimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit vatandaşlarıyız.’’Demokratik standartların noksanlığı yüzünden farklı şikâyetler olabileceğini belirten Gül, 1980’de askerî iktidar sırasında Kürtçe konuşmanın bile yasaklandığını, o dönemde demokratik standartların noksanlığından Kürt vatandaşlarla ilgili de sorunların yaşandığını belirtti. Gül, ‘’Ama İsrailliler ve Filistinliler aynı millet değil, aynı milletin parçaları değil. Gazze, İsrail’in işgal ettiği topraklar. Gazze, İsrail’in değil, Filistin toprakları İsrail’e ait değil’’ deyince bir anda salonda büyük bir alkış koptu. Gül, şöyle devam etti: ‘’Oradaki mücadeleyle buradaki mücadele birbirinin aynısı değil’’ dedi.

26.09.2010


 

12 İlâç toplatılacak

Sağlik Bakanlığı, ‘’rosiglitazon’’ etkin maddesini içeren 5 firmaya ait 6 ticarî marka adı ile pazarlanan 12 ürün hakkında geri çekme işlemi başlatıldığını bildirdi.

Sağlık Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliğinden yapılan yazılı açıklamada, Avrupa Birliği İlâç Ajansı (EMA) Beşeri Tıbbî Ürünler Komitesinin (CHMP), 23 Eylül 2010 tarihinde ‘’Kardiovasküler risk açısından değerlendirilen rosiglitazon etkin maddesi ihtiva eden ilâçların yasal olarak bağlayıcı bir karar alınmak üzere Avrupa Komisyonuna iletilme’’ kararı aldığını, Amerika Birleşik Devletleri İlâç ve Gıda Ajansı’nın (FDA) da ürünle ilgili çeşitli kısıtlamalara gittiğini hatırlattı. Bu gelişmeleri değerlendiren Sağlık Bakanlığı, ‘’rosiglitazon’’ etkin maddesini içeren 5 firmaya ait 6 ticari marka adı ile pazarlanan 12 ürün hakkında geri çekme işlemi başlattı. Bakanlığın geri çekme işlemine dair kararı şöyle: ‘’Rosiglitazon etkin maddesi ihtiva eden Rosette Film Kaplı Tablet 4mg, Rosette Film Kaplı Tablet 8 mg, Rosvel Film Tablet 4 mg, Rosvel Film Tablet 8 mg, Rosenda Film Tablet 4 mg, Rosenda Film Tablet 8 mg, Rositaz Film Tablet 4 mg, Rositaz Film Tablet 8 mg, Avandia Film Tablet, Avandamet Film Tablet 2 mg/500 mg, Avandamet Film Tablet 2 mg/1000 mg ve Avandamet Film Tablet 4 mg/1000 mg adlı müstahzarların piyasa da bulunan bütün serilerine ‘Farmassötik ve Tıbbî Müstahzar, Madde, Malzeme ve Terkipleri ile Bitkisel Preparatların Geri Çekilmesi ve Toplatılması Hakkında Yönetmelik’e göre 2 sınıf B seviyesinde (eczane, ecza deposu, hastane vb) geri çekilmesi, ithalatının, üretiminin ve satışının durdurulması işlemi uygulanmıştır. Karar gereği bu ürünlerin kare kod deaktivasyon işlemi başlatılmıştır.’’

26.09.2010


 

Pakistan için 186 milyon 240 bin TL toplandı

Pakistan’a yardım kampanyası hesaplarında toplanan para 186 milyon 240 bin TL’ye ulaştı.

Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığından yapılan açıklamaya göre, Pakistan’a yardım kampanyası çerçevesinde Diyanet İşleri Başkanlığı hesabında 102 milyon 350 bin TL, Başbakanlık hesabında 81 milyon 453 bin 481 TL ve TRT Genel Müdürlüğü hesabında 2 milyon 437 bin TL toplandı. Başbakanlık hesabındaki paranın 49 milyon 497 bin 917 TL’si Ziraat Bankası, 21 milyon 379 bin 147 TL’si Halk Bankası ve 10 milyon 576 bin 417 TL’si Vakıflar Bankasında bulunuyor. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı koordinasyonunda, 2 Ağustostan itibaren 12 uçak, 5 tren (108 vagon), 187 TIR ile muhtelif gıda, çadır, battaniye, ilâç ve tıbbî malzemeden oluşan 5 bin 537 ton ağırlığında 25 milyon 379 bin TL tutarında aynî yardım gönderildiği bildirildi. Daha önce de 10 milyon ABD dolar nakdî yardım gönderildiği, Başkanlığın organizasyonu ile 2 mobil hastane, 1 ambulans ve 2 UMKE aracı ile Kızılay ve Sağlık Bakanlığından oluşan 83 kişilik ekibin halen bölgede görev yaptığı kaydedildi.

26.09.2010


 

Kurtulmuş, Fatih Erbakan’a cevap verdi

Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, Fatih Erbakan’ın, ‘’Kurtulmuş’un tabanda ve teşkilâtta karşılığı yoktur’’ açıklaması üzerine, ‘’Herkes konuştuğu lâfa dikkat etsin’’ dedi.

Kurtulmuş, Parti Genel Merkezinde il başkanlarıyla istişare toplantısına gelişinde gazetecilerin sorularını cevapladı. Bir gazetecinin Fatih Erbakan’ın, ‘’Numan Kurtulmuş’un tabanda ve teşkilâtta karşılığı yoktur’’ açıklamasını hatırlatması üzerine Kurtulmuş, ‘’Bütün bunlara gerekli açıklamayı toplantılardan sonra yapacağım. Herkes konuştuğu lâfa dikkat etsin’’ diye konuştu. Kurtulmuş, Saadet Partisi ile ilgili Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin verdiği karar sonrasında Genel İdare Kurulu üyeleri, il başkanları ve bazı sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya geldi.

26.09.2010


 

Türkiye, helâl ürünler sektöründe lider olsun

Dünya Helâl Konseyi Türkiye Temsilciliği, ‘’Müslüman ülkelerin, helâl ve sağlıklı ürünler sektöründe Türkiye’nin lider ülke olmasını istediğini’’ bildirdi.

Yapılan yazılı açıklamada, dünya genelinde 2 trilyon dolar büyüklüğe ulaşan helâl ve sağlıklı ürünler sektörünün Brezilya ve Çin gibi ülkelerin iştahını arttırarak, rekabeti tetiklediği ifade edildi. Hızla büyüyen pazarda Brezilya’nın helâl kırmızı ve beyaz et üretiminde başı çektiği, Çin’in de bu konuda önemli oyuncu olmak için çeşitli yatırımlar yaptığı ve ülkede yatırım yapacaklara büyük kolaylıklar sağladığı belirtilen açıklamada, Dünya Helâl Konseyi (WHC) üyesi Müslüman ülkelerin, bu alanda lider ülke olarak Türkiye’yi görmek istedikleri vurgulandı. Açıklamada, Endonezya, Malezya ve Filipinler’in, bu konuda büyük çaba gösterdiği ve geçen yıl Çin’de yapılan WHC toplantısında Çinli yetkililerin, ‘’Helâl ve sağlıklı ürünleri burada üretin, fabrikalarınızı burada kurun, destek sağlayalım’’ çağrısına taraftar olmadıkları anlatıldı. Müslüman ülkelerin Türkiye’den yana olmasında, Türkiye’nin coğrafi konumu, Müslüman ülkeler arasındaki saygınlığı, lojistik üs oluşu, gelişmesi ve modern kimliğinin etkili olduğu aktarıldı. Açıklamada, helâl gıda sertifikalı ürünlerin hızla yaygınlaştığı ve sektörde rekabetin arttığı belirtilerek, Helâl ve Sağlıklı Ürünler Fuarı’nın bu yıl 30 Eylül-3 Ekimde Türkiye’de düzenleneceği ve fuarın, yaklaşık 2 milyar tüketicisi bulunan sektörün temsilcilerini CNR Expo Fuar Merkezi’nde bir araya getireceği bildirildi. WHC 2010 yılı fuarının Türkiye’de yapılması kararının ardından WHC kongresinin de Türkiye’de aynı tarihlerde toplanacak olmasının, Türkiye açısından önemli bir fırsat olduğu vurgulandı

26.09.2010


 

‘’Devrimci Karargâh"ta 13 tutuklama

İstanbul’un da aralarında bulunduğu bazı illerde ‘’Devrimci Karargâh Örgütü’’ne yönelik operasyonlarda gözaltına alınarak tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilen 15 kişiden 13’ü tutuklandı.

Tutuklanma talebiyle Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesine çıkarılan 15 kişi, mahkeme hakimi tarafından sorgulandı. Mahkeme hakimi, sorgulanan 15 kişiden Sultan Seçik ile Özgür Aytekin’in serbest bırakılmasına karar verirken, 13 kişinin tutuklanmasına karar verdi.

26.09.2010


 

Havai fişek dükkânında patlama korkuttu

Fatıh’te havai fişek ve oyuncak satan bir dükkânda meydana gelen patlamada, iş yeri kullanılamaz hale geldi. Patlama sonrası çıkan yangına, Fatih ve Eminönü itfaiyeleri müdahale etti.

Eminönü Tahtakale Mahallesi, Uzun Çarşı Caddesinde bulunan havai fişek ve oyuncak satan iş yerinde dün saat 05.00 sularında patlama meydana geldi. Patlama sonrası çıkan yangına, Fatih ve Eminönü itfaiyeleri müdahale etti. Can kaybı ve yaralanmanın yaşanmadığı olayda iş yeri kullanılamaz hale geldi. İş yerinin yanındaki handa kardeşi Yaşar (55) Karakollu ile kaldığını anlatan Mehmet Karakollu (63), olay sırasında uyuduklarını belirterek ‘’Ne olduğunu anlamadık, ilk önce gök gürültüsü zannettik sonra çıkan dumandan patlama olduğunu anladık, canımızı zor kurtardık’’ dedi.

26.09.2010


 

Yıldırımlar, 5 ayrı noktada orman yangını çıkardı

Osmanıye’de, 5 ayrı noktaya yıldırım düşmesi sonucu çıkan orman yangınları ekipler tarafından kontrol altına alındı.

Alınan bilgiye göre, merkez ilçeye bağlı Olukbaşı Yaylası Allah Allah Deresi, Karaçay Vadisi Yemişen Yaylası, Kanlıgeçin bölgesi Fenk Yaylası, Yarpuz Köyü Kocayazı mevkii ile ve Kaypak Köyündeki ormanlık alanlara 5 ayrı yıldırım düştü. Yangınlara Adana Orman Bölge Müdürlüğü’ne ait bir helikopter, 10 arazöz ve 80 orman işçisi müdahale etti. Erken müdahale ve yağmurun da etkili olması sonucu yangınlar, kısa sürede kontrol altına alındı. Yangınlarda yaklaşık 3 dekar örtü ormanının zarar gördüğü bildirildi.

26.09.2010


 

TİM, ihracat rakamlarını Muş'ta açıklayacak

“Türkıye İhracatçılar Meclisi (TİM), Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın da katılımıyla Eylül ayı ihracat rakamlarını Muş’ta açıklayacak.

TİM’den yapılan açıklamada, TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi’nin Eylül ayı ihracat rakamlarını, 1 Ekim’de, doğunun en önemli tarım şehirlerinden Muş’ta Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın katılımıyla açıklayacağı kaydedildi.

26.09.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Bütün haberler

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.