21 Kasım 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Ankaralılaşma sürüyor

Dünya siyasetinin gözü Lizbon’daki NATO Zirvesi’nde... Dünya ekonomisinin gözü İrlanda ekonomisinin kurtuluş reçetesinde... Dünya biliminin gözü de İsviçre’de CERN’de üretilen anti-maddede iken.

Ben de “üçüncü göz” ile Türkiye’ye baktım...

Gittikçe artan bir devlet saltanatı ile siyasal keyfilik gördüm...

Kısaca “Ankaralılaşma” hızla devam etmekte...

«««

Önce keyfilikten başlayalım...

Eğer “Cumhuriyet tarihinin en büyük vergi affı” sonuç itibariyle, amansızca ceza verilen gazete patronuna ölçüsüz bir indirim getiriyor ise bunu ancak siyasal bir keyfilik olarak okumak gerekir...

“İsteyince döverim, isteyince severim” anlayışı akla gelir.

Böyle olunca da...

“Bu af halk için çıktı da Aydın Doğan da mı yararlandı yoksa bu af Aydın Doğan için çıktı da halk da mı yararlandı” sorusu da...

“Buralarda siyasetçi-medya ilişkisi değişiyor gibi gözükse de acaba özünde değişmiyor mu” kuşkusu da haklı olarak yayılır.

«««

“Devlet saltanatına” gelince...

AK Parti iktidara geldiğinde ilk icraatlarından biri “Ankaralılaşma” tehlikesine karşın milletvekilleri lojmanlarını satma kararıydı.

O tarihte, 4 Ocak 2003’te “iç sömürgecilikten demokratik emperyalizme” başlıkla yazımda bu kararı şöyle destekliyordum:

“Dünkü gazeteler, lojman tartışmalarıyla doluydu. Milletvekili lojmanlarının elden çıkarılmaya başlandığı bir ortamda bile ‘asker-sivil bürokratlara’ ait lojmanları gündeme getirmek tehlikeli bulunuyor. Nihayetinde hepsi halkın vergileriyle gerçekleşmiyor mu?

Halkın temsilcisi kendisi için vazgeçtiğini, bürokrasi için neden sorgulayamasın ki?”

Ama galiba köprülerin altından çok sular aktı...

Çünkü Şükrü Kızılot’un yazısından “kamuda lojman ve taşıt sayısının” nasıl sürekli arttığını rakam rakam gördüm...

AK Parti iktidarı döneminde de Türkiye, sosyal tesis ve taşıt sayısı bakımından ayrı bir dünya rekoruna sahip olmaya ve bunu büyüterek sürdürmeye devam ediyor...

Örneğin, 2010 yılı Haziran ayı itibariyle, lojman sayısı 2009 yılının aynı dönemine göre 6 bin 392 adet arttı.

Kamuya ait taşıt sayısı da keza... Türkiye’de kamuya ait tam 83 bin 383 taşıt var...

Bunun hangi oranda bir “devlet saltanatı” olduğunu görmek için Japonya’da kamuya ait taşıt sayısının 10, İngiltere’de 12, Almanya’da 11, Fransa’da ise 9 bin adet olduğunu bilmek yetiyor...

«««

Sadece lojmanda, sadece taşıtlarda değil, istihdamda da “devlet patronluğu” sınır tanımıyor...

Türkiye’de yılbaşından bu yana yapılan personel alımı nedeniyle kamuda istihdam edilenlerin sayısı yüzde 2 artarak yüzde 13’e ulaştı...

Türkiye’de toplam istihdam edilen kişi sayısı 23 milyon 195 bin kişi, kamuda istihdam edilenlerin sayısı ise 3 milyon. Kısacası toplam istihdamın yüzde 13’ü kamu tarafından yapılmakta...

“Devletçilik” dolayısıyla da “Ankaralılaşma” fena halde güçleniyor...

«««

Aşırı siyasal propaganda nedeniyle gözlerin körleştiği ve sağduyunun da uçup gittiği bir dönemdeyiz...

Birçok insan gibi ben de bunun farkındayım ve çok da şikâyetçiyim...

Ama ne var ki siyasal körleşme başlayınca siyasal iktidar da tökezlemeye başlıyor.

Sonuç da kimse için iyi olmuyor...

Çünkü siyasal ikbal hesabı içinde olanların söylemediklerini sonunda hayatın gerçekleri söylüyor...

Mehmet Altan, Star, 20.11.2010

21.11.2010


Öldürdü, öldürdü,ama kendisi ölemiyor!

İskoç bilim adamları ölüm anında insanın neler hissettiklerini araştırmışlar. Ölüm, insanoğlunun en kişisel, en gizemli tecrübesi. Bu yüzden ölümle ilgili her şey insanı hem meraklandırıyor hem de korkutuyor. Bilim adamları ölüm türlerine göre bir sınıflama yapmış.

Mesela boğulmada kişi önce büyük bir panik yaşıyor, nefesini tutuyormuş. Ardından su ciğerlere dolunca bir yanma ve yırtılma hissi oluyormuş. Son olarak hissettiği şey ise sakinlik ve dinginlik oluyormuş. Çünkü beyne oksijen gitmediği için bilinç kapanıyormuş ve kişi ölüyormuş.

Liste uzun.

Yanarak ölenler, kafası koparak ölenler, elektrik çarpanlar, kan kaybedenler, kalp krizi geçirenler, asılarak ölenler...

Bu yaşıma kadar birkaç defa çeşitli şekillerde ölüm ile burun buruna gelmiş birisiyim.

Şükür hayattayım.

Belki araştırmalara bir katkısı olur diye yazıyorum: Yirmili yaşlarımda bir boğulma tecrübesi yaşadım. Beni son anda kurtardılar.

Hatırladığım şuydu: Hani derler ya bütün hayatım gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti, işte aynen öyle oldu.

O ana kadar ne varsa yaşadığım hepsini bir an içinde gördüm. Ama o görüntülerden hatırladıklarım bazı dönüm noktalarıydı, mesela üniversiteyi kazandığım gün gibi...

Ölen insanın ne hissettiği yine de tam olarak bilinemez.

Ya öldürenler ne hisseder?

Ya da binlerce insanın ölümüne yol açanlar?

Savaş suçluları?

Katliam yaptıkları halde ülkelerinde başbakan olabilenler? Yandaşları tarafından kahraman ilan edilenler?

Ya onlar? Onlar ne hissediyor acaba?

Ya binlerce masumun kanına girdikten sonra bir türlü ölemeyenler ne hissediyor?

Beyrut Kasabı olarak anıldığı halde yaptıklarından hiç pişmanlık duymayan Ariel Şaron ne hissediyor? 4 Ocak 2006’da beyin kanaması geçirdikten sonra hastaneye kaldırılmıştı Şaron.

Beyrut Kasabı tam 4 yıldır komada.

Doktorlar, beyninin çok yavaş çalışmasına rağmen Şaron’un yakınlarının seslerine tepki gösterdiğini söylüyorlar. Ölüm döşeğinde bitmeyen dört yıl...

Ölüm emrini verdiği binlerce masumun yüzleri geçiyor mudur acaba Şaron’un rüyalarından?

Gazeteler diyor ki: “İsrail halkı fikirlerinden hoşlanmasa da yine de Şaron’u özlüyor.”

Gazeteler Filistin halkının ne düşündüğünü sormamış. Çünkü cevabı bilinen sorular sorulmaz. 4 yıl, sağlıklı bir insan için kısa bir süre. Ama sürekli komadaki bir insan için çok ama çok uzun olmalı...

Şaron’un beyin ölümü gerçekleşmiş olabilir. Ama eminim vicdanı sapasağlam. O şimdi 81 yıllık hayatının ve günahlarının hesabını veriyor komada. Vicdanıyla hesaplaşıyor.

4 yıldır ölümle değil yaşamla pençeleşiyor Şaron.

Belki ölmek istiyor, ölemiyor.

Ölemeyecek de...

Bekleyecek... Ölüm meleği canını alana kadar.

İşte o zaman anlayacak...

Filistin’in kaç bucak olduğunu...

Şaron ile ilgili yeni haber:

Artık hastane masrafları karşılanamadığı için hayat destek üniteleri kapatılacak...

Fişini çekecekler yani...

Demek ki neymiş, nasıl yaşarsan öyle ölürmüşsün.

Nuh Gönültaş, Bugün, 20.11.2010

21.11.2010


TSK’daki İsrail lobisi nasıl çalışır?

Washington’da İsrail lobisinin kalbi olarak kurulan Washington Institute’un Türkiye Direktörü Soner Çağaptay Füze Kalkanı Projesi tartışmaları sırasında yeniden devreye girdi. Etkili yayın organlarından The Wall Street Journal ve Foreign Affairs gibi yayın organlarında AKP hükümetinin Füze Kalkanı Projesi’ndeki pazarlıkçı tutumunu eleştiriyor. Çağaptay ve İsrail yanlısı lobiye göre AKP kendisini İslami medeniyetin koruyucusu olarak tanımlıyor ve bu nedenle de Suriye ve İran’a yakınlaşıyor. Bu noktada Türkiye’nin geleceğini belirleyecek en kritik sürecin 2011 seçimleri olduğu vurgulanıyor. Benzer iddiaları ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman da gündeme getirdi.

Kuşkusuz bu görüşlerin etkili yayın organlarında gündeme getirilmesinin değişik sonuçları oluyor. Ancak asıl etkili olan ülke içindeki kurumlardan gelen raporların sonuçları. Bu raporlar zaman zaman basına da yansıtılarak siyasi irade kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Bu noktada İsrail Lobisi 28 Şubat sürecinde kritik bir adım atarak değişik yöntemlerle TSK’yı etkisi altına almaya çalışmıştır. (...)

Türkiye’de tartışılmayan ve TSK’nın geleceğini etkileyecek bir mekanizma ise yine 28 Şubat döneminde atılmış Ankara- Washington- Tel Aviv arasında oluşturulan bir mekanizmadır. Buna göre İsrail’in lobisini yapmak üzere oluşturulan Washington Institute’ta oluşturulan “Military Fellow” (askerî uzman) projesi ile Türk, Amerikan ve İsrailli subaylar Washington Institute çatısı altında bir süreliğine ağırlanıyor. Bu ağırlanmanın ücretini ise TSK ödüyor. Washington Institute’ta “military fellow” olarak ağırlanan Türk subayların önü açılıyor ve yükseltiliyor. Bu subaylar stratejik zamanlarda devreye girerek İsrail lehine raporlar yazıyor. AKP hükümetinin ruhunun bile duymadığı bu program sayesinde AKP politikalarına muhalefet “TSK’nın resmî raporları” marifetiyle yapılıyor.

Bunlardan en son örneği Türkiye-Suriye Askerî İşbirliği Toplantısı öncesi Genelkurmay 2. Başkanı Aslan Güner’in, Şam ile anlaşmanın İsrail’i rahatsız edeceğini öne süren bir raporu basına yansıdı. İddiaya göre Türkiye ve Suriye’den 10’ar bakanın katıldığı toplantıda alınan ve İsrail’i son derece rahatsız eden Askerî İşbirliği Kararları, Genelkurmay Karargâhı’nda kriz çıkardı. Türk ve Suriyeli üst düzey askerî yetkililer arasında 21-25 kasımda yapılması planlanan toplantı öncesi Genelkurmay 2. Başkanı Aslan Güner’in bu zirveyi önlemek için Dış İlişkiler ve Uluslararası Güvenlik İşleri Daire Başkanı Tümgeneral Bertan Nogaydaroğlu’ya hazırlattığı bir raporu Genelkurmay’a sunduğu öğrenildi. Raporda; İsrail’in Suriye’yle yapılacak toplantıdan rahatsız olacağı belirtilerek İsrail’le sürdürülebilir iyi ilişkilerin devam ettirilmesi gerektiği üzerinde durulduğu öğrenildi. Rapor Güner tarafından Genelkurmay’a arz edilirken; siyasi konjonktürün bu toplantı için müsait olmadığı, yakın bir zamanda da böyle bir toplantının yapılmasının düşünülmemesi gerektiği tezinin işlendiği belirtildi.

Türk basınında nedense çok önem verilmeyen bu rapora imza atan Tümgeneral Bertan Nogaydaroğlu yukarıda sözünü ettiğim mekanizma çerçevesinde Washington Institute’ta “Military Fellow” olarak görevlendirilmiş “şanslı” subaylardan biri. Daha sonra Washington’da askerî ateşe olarak göreve gönderilen Nogaydaroğlu’nun adı meşhur Hudson toplantısında da geçiyordu. 2007 yılında ABD’de Yahudi lobisinin etkili kuruluşlarından Hudson Enstitüsü’nde yapılan bir toplantı gündeme bomba gibi düşmüştü. Toplantıda Anayasa Mahkemesi’nin emekliye ayrılan başkanı Tülay Tuğcu’ya suikast, PKK’nın Beyoğlu’nda 50 kişiyi öldürmesi, ardından da Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesini de içeren ülkemize yönelik dehşet verici senaryolar tartışılmış, Talabani’nin oğlu Kubat’ın da bulunduğu ortamda “PKK liderleri teslim edilse nasıl olur” sorusuna “iktidara destek olur, yapmayın” cevabının verildiği ortaya çıkmış, toplantıya katılan bazı ABD’liler bu iddiaları doğrulamıştı. 2008 YAŞ toplantısında terfi ettirilmedi ancak daha sonra terfi alarak tuğgeneral oldu ve TSK Karargâhı’nın en kritik noktalarından biri olan Uluslararası Güvenlik İşleri Daire Başkanı oldu. Konumu gereği hazırladığı raporda siyasi iradenin aldığı karara rağmen Türkiye-Suriye yakınlaşmasının İsrail’i rahatsız edeceğine vurgu yaparak İsrail lehine tutum sergilemiş oldu.

Şimdi soru şu: General Nogaydaroğlu o raporu hazırlarken İsrail Lobisi için kurulmuş Washington Institute’ta kurduğu ilişkiler ne kadar etkili oldu? Daha da önemlisi 1996 yılından bu yanda devam eden ve parasını ödediğimiz vergilerden karşıladığımız İsrail lobisine çalışan “Military Fellow” sisteminden kaç Türk subayı geçti/geçiyor. Bunların bir kısmını elbette biliyorum. İsimleri bende mevcut. Bu subayların karar alırken Türkiye-İsrail ilişkilerinde tercihlerini nasıl kullandıkları da merak konusu. General Nogaydaroğlu raporu gibi, İsrail sözkonusu olduğunda siyasi iradenin hilafına, TSK içinde kaç rapor hazırlanmıştır ve bu raporları hazırlayan o komutanların kaçı Washington Institute’un “Military Fellow” programında bulunmuştur? Hükümetin acilen cevap vermesi gereken soru halen devam eden bu programın kimin lehine çalıştığını tesbit etmektir. Siyasi irade İsrail’e karşı tutum alırken askerî iradenin halen orasıyla iş tutması, o kurumlarda çalışan Türk uzmanların demokratik yöntemle seçilmiş iktidarı hedef göstermesi, bunun için “içerden” bilgiler alması ne yaman çelişkidir... Kısaca Türkiye’de İsrail lobisi kendi vergilerimizden kesilen paralarla finanse edilir ve İsrail lehine çalışır.

Bu arada Türkiye’nin İsrail ile iyi ilişkileri yeniden kurması bana göre çok önemlidir ama bunu yaparken kendi menfaatini düşünmesi gerekiyor. Ben o raporların Türkiye’nin menfaatine olup olmadığından emin değilim...

Emre Uslu, Taraf, 20.11.2010

21.11.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.