Basından Seçmeler |
Kutup yıldızı AB
KİMSENİN umursayacağını sanmıyorum ama bu haftanın sonunda Avrupa Birliği zirvesi var. Nüfusu öfkeli, siyaseti dağınık, ekonomisi yaralı, yaratıcı kapasitesi neredeyse sıfırlanmış bir birlikten söz ediyoruz. Böyle olunca da AB sürecinin nasıl gittiği de, AB içinde Türkiye'ye nasıl bakıldığı da, herhangi bir zirvede alınacak kararlar da kamuoyunun ilgisini uyandırmıyor. Halbuki en az iki nedenle AB'de ne olup bittiğini ve Türkiye-AB ilişkilerinde nerede durulduğunu izlemek gerekiyor. Bulgaristan'ın ve Avrupa'nın en önde gelen düşünürlerinden İvan Krastev'in bana çok yerinde gelen bir tespiti var. Krastev "AB sihrini kaybettiyse bile önemini yitirmedi" diye yazmış. AB'nin kaybolan sihri yalnızca sırada üyelik için bekleyenler açısından doğru değil. AB üyelerinin de birlikten sıkıntıları var. Özellikle Almanya bu yükü daha fazla taşımak istemediğine dair güçlü sinyaller veriyor. Ancak bu dürtüsüne uygun davranabilmesi de mümkün değil. Bir bakıma bu imkânsızlık AB'yi ve içindeki önemli üyeleri neredeyse kendilerine rağmen kriz sonrası daha iyi işleyen bir mekanizma şekillendirmeye zorluyor. AB'nin yaşadığı kriz aslında bir ekonomik kriz olduğu kadar derin bir kimlik krizine de tekabül ediyor. Kurumsal yapılar, birliğin harcındaki felsefi ve ideolojik yaklaşımlar sert bir şekilde sorgulanıyor. İslam fobisinin yol açabileceği sarsıntıların liberal değerleri yaşatmayı zorlaştırdığı ortada. Tüm bunlara rağmen kurumsal yapı çözülmüyor. Zaten AB'nin, özellikle ekonomik alanda çözülmesi tahayyülü bile zor bir felaket demektir tüm üyeler açısından. Neyin yapılamayacağı anlaşıldığında da bir şekilde yapılabilecek olanın şekillenmesi gerçekleşecektir. "Dağıldı mı, dağılacak mı?" diye tartışılırken koşulların zorlamasıyla AB'nin gevşek bir federal yapıya geçmesi hiç de yabana atılacak bir ihtimal değildir. Bu haftaki zirvede Türkiye'ye yönelik olarak ters bir karar çıkması beklenmiyor. Kıbrıslıların aksiliğinden gına getirmiş olan Britanya ve Almanya bu konuda ağırlıklarını koyuyor. Tabii gözden kaçırılamayacak bir gerçek bu dönem hiç bir faslın müzakereye açılmadığı ve kolay kolay da açılamayacağı. Kıbrıs ve Fransa tarafından bloke edilen fasılların açılması için bir formül bulunamadığı takdirde tüm sürecin kilitlenmesi ihtimali var. Gelen tüm işaretlerden anlaşılan o ki, önümüzdeki aylarda Kıbrıs Rumlarının kuzeyin doğrudan ticaret imkânını bloke etmesi ve Türkiye limanlarının Kıbrıs gemilerine açılmaması nedeniyle oluşan kilidi çözmek üzere bazı girişimlerde bulunulacak. Eğer yıllardır başarılamayan bu iş bu kez koşullar zorladığı için başarılabilirse Türkiye-AB ilişkileri de bir nebze normalleşecektir. "Peki neden hâlâ önem vermek gerekiyor bu ilişkiye?" derseniz. Yukarıda vurguladığım gibi sihri gitse, görüntüsü pesperişan olsa da en büyük pazarınız ve yatırım kaynağınız olan, daha uzun süre de böyle kalmaya devam edecek bir AB'yi boşlayamazsınız kolay kolay. Bunun ötesinde ve özellikle son dönemde yaşadığımız gerek toplumsal gerek siyasal gelişmeler ışığında daha önemli bir neden daha var. AB'nin etkisi ve ona paralel olarak, demokratikleşme sürecine getirdiği disiplin zayıfladıkça ülkenin toplumsal ve siyasal genetik yapısındaki otoriterlik palazlanıyor. Türkiye otoriter yaklaşım ve yöntemlerle sorunlarını çözebilecek hatta dondurabilecek bir ülke değil artık. Hukukun üstünlüğünü sağlayamamış, birey haklarını, temel hak ve özgürlükleri koruyamayan laiklik ve demokratikleşme alanlarında bugünkü çizgisinin gerisine düşecek bir Türkiye, şimdiden kestirilemeyecek sıkıntılar yaşayacaktır. AB, başka hiçbir nedenle değilse bile bir kutup yıldızı vazifesi görüp gemiyi rotasında tutacağı için hâlâ önemlidir.
Soli Özel, Habertürk, 15.12.2010
|
16.12.2010 |