13 Aralık 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

H. HÜSEYİN KEMAL

KEMALİZM intihar ediyor

Yeni Asya’nın sorularını cevaplandıran Doç. Dr. Gökhan Bacık: “Askerlerin İsrail ile farklı bir ilişkisi 1990’ların sonunda başladı. Onlar sivillerin dışında ‘Biz daha yakınız’ anlamında pozisyon aldılar. Ancak bu pozisyon artık buharlaştı. Anladığım kadarıyla Kemalizm intihar ediyor. Yani bir ideolojinin takipçileri yok olmak için bu kadar yanlış yaparlar mı?”

KEMALİZM İNTİHAR EDİYOR

Türkiye’nin dış politikası ile ilgili “Yeni Osmanlıcılık” tartışmaları bitmek bilmiyor. Ancak dış politikada neler olduğunu bilmek için, kurulu düzenin dış politika anlayışını da yakından tanımak gerekir. Biz de birçok uluslar arası yayında makaleleri bulunan, Zirve Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Gökhan Bacık’la Türkiye’nin dış politikasını konuştuk.

Türkiye bugüne kadar Batıyla olmak adına

komşularıyla sorunlu bir ülkeydi. Peki, Batı bize Doğu’yu öcü gibi gösterirken, kendisinin ticarî ve siyasî ilişkisi nasıldı?

Batı, hiçbir zaman Türkiye’de bazılarının yaptığı gibi, ideolojik nedenlere saplanıp Doğu ile ticarî, v.b. ilişkilerini azaltmadı. Hatta, ABD, İran ile ilgili türlü ambargo kararları alınca, Avusturyalılar, İtalyanlar ve de Fransızlar başta olmak üzere, pek çok Batılı ülke İran ile ileri ticarî ilişkilerin peşinde koştu. Dış dünyayı biraz iç politik tartışmalardan ayrı okumak lâzım. Eğer içerideki politik ve ideolojik tartışmalar üzerinden dış politikayı okursak somut olmayan şeyler bizi durdurur. İşte, İran’dan gaz alınca bir kesim ayağa kalkıyor gibi rasyonel olmayan durumlar var. Tabiî Batı deyince, illâ şu ülke akla gelmez. Ancak ortalama bir Batılı ülkesi şöyle düşünür: Ben mümkün olduğu kadar farklı ülkeyle iş yapayım ki, sadece birisine bağlanmayayım.

Türkiye’nin komşu ve İslâm ülkeleriyle

ilişkilerindeki resmî devlet politikasında tam mânâsıyla bir kırılma var diyebilir miyiz? Bu süreci kısaca açıklayabilir misiniz?

Tabiî ki var. İKÖ kurulduğunda, asker, Süleyman Demirel’in buraya gitmesini engellemek istedi. Bir süre, Türkiye, düşük düzeyde bu örgütte temsil edildi. Düşünün şimdi, İKÖ’nün genel sekreteri bir Türk. Buradaki değişimi pek çok nedene dayanarak açıklayabiliriz. Ancak bu salt hükümetin bir başarısı değil. Meselâ pek çok Anadolu iş adamı yeni pazarlar aradığı için hükümetin Afrika gibi yerlerde yeni yerler, piyasalar bulmasını istiyor. Yani, hükümet bir baskı altında… Bir bakıma İslâm dünyasına açılım somut ihtiyaçlarla da destekleniyor. Yani bu ideolojik bir şey değil salt.

Türkiye’nin Batı ekseninden kaydığı söylenip

duruyor. Sizce Batı’nın ekseni de Doğu’ya doğru kaymıyor mu?

Batı ekseni gibi lâfların tam ne olduğunu biz uluslar arası ilişkiler hocaları bile bilmiyoruz. Bunlar tartışmalı tuhaf lâflar. Yani bir master bir doktora sınıfında Batı ekseni nedir diye sorsanız, sınıfın yarısı başka, diğer yarısı başka bir şey yazar. Bu gibi korkular ve lâflar Türkiye içinde üretilen literatür. Şimdi Japonya, Hindistan, Çin nedir? Biz bunlara ilgi duysak Batı’dan vaz mı geçiyoruz yani? Türk aydının zihninde patolojik bir dünya okuması var. Burada daha ziyade Batı deyince Hıristiyan Batı akla geliyor. Yani Batılı Yunanistan’ın hali ortada meselâ… Sonuç olarak bu kavramlar sorunludur. Böyle günlük dilde kullanmak o kadar kolay değil. Meselâ CHP lideri bir grup toplantısında NATO’nun evvela İran’ı değil İsrail’i —füze kontrolü açısından—denetlemesini istedi. Baykal da eskiden bir konuşmasında ‘Gazzeyi vuran Yahudi pilotların iznini Erdoğan verdi’ demişti. Şimdi buradan nasıl çıkaracağız Batı-Doğu meselesini?

Sizce Türkiye’nin kuruluş yapısındaki resmî devlet algısında mı bir problem var? Bir zaman Batılı özentiliği ile suçlanıyoruz, bir zaman gerici Doğu toplumu olmakla. Türkiye sizce kendi gibi olmaya mı başlıyor?

Bir şey nasıl başlarsa öyle gider. Temel sorun kuruluş ile ilgili denilebilir. Şimdi Batılı olacağız demişsiniz, ancak bir zaman sonra bu Batıcılık sizin otoriter yapınızı sorgulayınca, yan çizmek istiyorsunuz. Meselâ Batı da hiç böyle Savunma Bakanlığı yok. Hatta Genelkurmay dahi yok. Bu bir yanlış tercüme… Hiçbir demokrasi bizimki gibi bir genelkurmay başkanı atamaz. Böyle bir güçlü adam atarsan, başın belâya girer çünkü. Eh o zaman Batıyı da eleştirmeyi başlıyorsun. Anladığım kadarıyla Türkiye’de elitler pragmatik bir Batıcılık yaptılar. Yani içeride bir kısım adamı ortadan süpürmek için. Yani İslâm, gelenek v.b. şeylerden kurtulmak için Batıcılık epey iş gördü. Bu içten bir Batıcılık değildi! Daha ziyade entstrümentaldi. O nedenle Türkiye’de esas modernleşmeye ait bütün şeyler merkez olmayan elitlerindir. Beğenin veya beğenmeyin, elimizdeki üniversiteleri Menderes, Demirel, Özal, Erdoğan çizgisi yapmıştır. Aynı durum sulama, ulaşım, havalimanı gibi şeylerde de geçerlidir. Merkez Kemalist elitler için Batıcılık bir tasfiye aracıdır. Ancak merkezden olmayan elitler çevreye reformu götürdüler.

Türkiye’nin Orta Doğu’yu Batılı kadar tanımadığı tezlerine ne dersiniz? Batı’da Doğu’yu anlamak üzerine kürsüler, enstitüler olduğu söylenir. Bir de bizim dışişlerinde ne kadar Arapça bilen olduğu ve okuduğumuz kaynakların Batılı tercüme kaynaklar olduğu…

Bu maalesef doğru… Türkiye’de, on tane Arapça bilen uluslar arası ilişkiler hocası var mıdır, ben bilmiyorum. Brezilya üzerine Türkçe yazılmış beş kitap var mıdır, onu da bilmiyorum. Türkiye daha ziyade İngilizce metin dünyasından dünyayı okuyor. Meselâ ne yapmak lâzım? Kars’tan Antep’e uzanan hilâl içinde en az yirmi beş tane araştırma merkezi açmak lâzım. Türkiye’nin Ortadoğu kapısı sayılan Antep’te uluslar arası ilişkiler eğitimi veren bölüm geçen yıl açılmıştır. Ama karamsar olmamak lâzım, bir oluşum süreci var, yani bu süreçler zaman alıyor. Halihazır gidişat bana kalırsa ümit verici.

Siz de dünya siyasetinde bir boşluk doğduğunu düşünüyor musunuz? Bu boşlukta Türkiye’nin kendi hareket alanını ve gücünü geliştirme noktasında ne kadar kuvveti var?

Türkiye’nin muhakkak bir gücü var. Ancak şu aşamada araç ve amaç, yani imkân ve arzu arasında bir denge gerektiğini düşünüyorum. Şimdi insanlar diplomaside yüzünüze söylemez, ancak Türkiye’nin yaptığı şeyler sürekli bir başka ülkelerin hesabında azalma doğuruyor. Bunu çok iyi dengeli götürmek lâzım... Topluma fazla heyecan da vermemek lâzım… İşte her gün bir zafer havası makul görünmüyor.

Amerika’nın kendini eskisi gibi güçlü sanması,

Türkiye’nin de kendini olduğundan güçlü kabul etmesi bir kriz oluşturur mu?

Şimdi biz ABD ile NATO nezdinde müttefikiz. Ancak bazen insan sanki iki ülkeyi düşman sanıyor, yani yapılan tartışmalara bakılınca... NATO Antlaşması 5. Maddesi gereği biz Amerika’ya bir şey olursa, onu ordumuzla savunmakla görevliyiz. Böyle bir bağ Türkiye ve hiçbir İslâm ülkesi arasında yok. Yani Türkiye bir şeye karar vermeli. Bu Amerika konusu ne olacak? Küresel düzeyde en güçlü savunma örgütü bünyesinde müttefik olduktan sonra, içeride böyle düşmanca tartışma yapmak anlamsız. Burada ikircikli bir durum var. Şu durumda ABD Türkiye arasında daha ileri boyutta kriz beklemek gerçekçi olmaz. Olursa da iki taraf için pek hasarlı olur.

Türkiye’nin İslâm ülkeleriyle ilişkileri sizce nasıl olmalı? AB’ye aday bir ülke olarak İslâm ülkelerinin lideri olması tezi biraz tezat değil mi, yoksa yeni dünya düzeni yeni yapılar mı doğuracak?

Türkiye İslâm ülkelerinin lideri değil. Böyle bir şeyi de pek telâffuz etmemek lâzım. Sokaktaki birkaç Arap buna sevinebilir, ancak elitler bundan dehşete kapılır. En azından “Türkiye bizim liderimiz olsun” diyen hatırı sayılır bir Arap elit yok etrafta. Türkiye’nin en önemli argümanı İslâm ve Batı arasında bir koridor olması. Bunu koruması lâzım… Bu çok kıymetli bir şey… Bugün dünyayı kabaca Batı ve İslâm diye ikiye ayırırsak, en azından bir kısmını, bu arada iki taraf adına konuşacak tek ülke Türkiye.

WikiLeaks belgeleri sizce ne kadar dikkate

alınmalı? İnsanlar ne olduğunu anlayamıyor. Sizin yorumunuz nedir?

Dünyanın şeklen de olsan en karmaşık ve büyük diplomasi makinesine sahip ABD, her ülkeden sürekli bilgi alıyor. Meselâ Türkiye’nin Madagaskar’da diplomatik bir misyonu yok. Hâlbuki ABD’nin devasa bir elçilik binası var. İnsan görünce şaşırıyor. Demek ki Türkiye Madagaskar’dan bilgi alamaz. ABD alır. İşte bunların toplandığı büyük bir bilgi havuzu patladı. Şimdi burada toplanan her bilgi doğrudur denilemez. Herkes bulunduğu ülkede elde ettiği kıymetli bilgiyi Washington’a yolluyor. Bu kadar büyük havuz olunca çelişkili bilgiler olabilir. İnsanların şaşırması doğal… Bu kadar büyük olmasa bile Ankara’nın da kendine göre bir böyle havuzu vardır.

Chomsky belgelerin ayıklanarak verildiğini iddia ediyor, bunun yanında WikiLeaks’e bazı istihbarat birimlerinin de sızdığı ifade ediliyor. Bunlar mümkün mü?

Teknik olarak mümkün… Amerika’nın yaptığı şeyler kusursuz olacak diye bir kaide yok. Daha yetenekli bir adam CIA’yi de zarara sokabilir. Belgeler ayıklanmış da olabilir. WikiLeaks’in bazı odaklardan çekindiğini varsayabiliriz. Yani WikiLeaks kusursuz bir Robin Hood değildir, muhtemelen onların da bir hesabı vardır.

WikiLeaks kapitalist düzene karşı bir alternatif düzen getirir mi, yoksa Ortadoğu’nun Batı’ya entegre olmasını mı kolaylaştırır? Dünya düzeninin çöktüğü söyleniyor. WikiLeaks’ın Doğu’yu Batı’yla birleştireceği söyleniyor…

Hâlihazır düzenin çok sorunu var. Bunu hepimiz biliyoruz. Ancak çöktü demek açıklanmaya muhtaç bir önerme. Tabiî ki çökebilir, ancak alternatifi nedir? Ben WikiLeaks’e böyle yüksek bir paye verilmesini de doğrusu adil bulmam. Şöyle düşünün bir de: Amerika bu belgeleri 3 milyon kişiyle paylaşıyormuş bir sır olarak… Yani Amerikan sistemi 3 milyon güvenilecek vatandaş olduğunu düşünüyor. Evet, şimdi bu sistem patladı, ama o kadar sene gitti. Ancak 3 milyon inanmış Amerikalının sır tutacak düzeyde kenetlenmesi, bence karşı karşıya olduğumuz sistemin öyle de çok zayıf olmadığını gösteriyor. Meselâ, Türkiye’de bir sırrı tutacak 3 milyon devlet görevlisi bulabilir miyiz?

Belgelerde İsrail isminin geçmiyor olması da

tartışma konusu, ancak açıklanacak belgelerde bazı bilgilerin olabileceği iddia ediliyor. Bunun yanında, Mavi Marmara meselesinde siz askerin ciddî bir tepki vermediğini söylüyorsunuz bir yazınızda. Askerle İsrail arasında farklı bir ilişki düzeyi mi var?

Tabiî, bütün belgeleri görmedim. Belki daha sonra çıkar. Belki belge vardır, İsrail bir tedbir almıştır. WikiLeaks’in kendi de İsrail’den çekinmiş olabilir. Ama bunların hiçbiri de olmayabilir. İsrail olayını hemen bir komploya havale etmemek lâzım… Türkiye ile ilgili hiç belge çıkmasaydı, onu da bir türlü yorumlayanlar olurdu.

Askerlerin İsrail ile farklı bir ilişkisi 90’ların sonunda başladı. Onlar sivillerin dışında “biz daha yakınız” filan anlamında bir pozisyon aldılar. Ancak bu pozisyon artık buharlaştı. Anladığım kadarıyla Kemalizm intihar ediyor. Yani bir ideolojinin takipçileri yok olmak için bu kadar yanlış yaparlar mı? Bir parça ısrarla sahile kendini vuran yunuslar gibi Kemalistler bugün. Bu da ayrı bir hikâye tabiî. Ancak en başından İsrail şunu sanırım anladı: Artık askerlerle yakın olarak Türkiye’de operasyonel olmak mümkün değil.

Türkiye bütün bu tartışmalardan sonra dış

politikasında nelere dikkat etmeli?

Bu zor bir soru. Buna klasik bir cevap verilebilir: Ani virajlardan kaçınmak lâzım. Türkiye’ye uzaktan bakanlar, onu tahmin edilebilir bulmalı. Her gün yeni bir şeye kalkışmamak lâzım… Zaten Türkiye bunu amaçlıyor sanırım. WikiLeaks’in en güzel tarafı şu oldu: Hepimiz Türkiye’nin kapalı kapılar ardında söylediğiyle ortalıkta söylediğinin bir olduğunu anladı. Güç ve politika arasında dengeyi iyi kurmak lâzım… Fırsat bulunca herkesle arayı düzeltmek lâzım... Bir düşmanın nerelerde önünüzü kapatacağı belli olmaz.

Eğer, Türkiye kendi sorunlarını çözmezse,

Türkiye’ye direkt müdahaleler olacağı söyleniyor, bu ne kadar doğru? Buna örnek olarak Kürt meselesi gösteriliyor.

Zayıf kalırsanız her geçen size müdahale eder. Kendi sorunlarını çözemezseniz, enerjinizi bunlara harcamaktan başka bir iş yapmazsınız. İç meselelerinizin kangren halini alması demek, uluslar arası sisteme çıplak girmeniz demektir. Her şeyiniz ortalıkta olur. Buna izin vermemek lâzım. Kimsenin merak etmeyeceği kadar içeriyi tanzim etmek lâzım, Kürt sorunu da buna dahil…

GÖKHAN BACIK KİMDİR?

1974 yılında Bursa’da dünyaya gelen Bacık, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden 1998 yılında mezun oldu. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (Uluslararası İlişkiler) doktora eğitimini tamamladı. Luxembourg Institute, Central European University (Budapeşte) gibi yerlerde dersler verdi. Middle East Studies Association, European Consortium for Political Research Standing Group on Extremism and Democracy, Society for Applied European Thought, Forum for Central Asian Studies, Turkish İnternational Studies Association gibi uluslar arası bilimsel kurumların üyeliklerinde bulunan Bacık aynı zamanda merkezi Barcelona’da bulunan ve etnik sorunlar üzerinde çalışan Etnos’un onur kurulu üyeliğini sürdürmektedir. Middle East Policy, International Review of Sodology, Peace Review, Journal of International Affairs, Arab Studies Quarterly, Turkish Studies, Electoral Studies, Nationalism and Ethnic Politics, The Muslim World, The Review of International Affairs gibi uluslar arası akademik dergilerde makaleleri yayımlanmıştır.

H. HÜSEYİN KEMAL

13.12.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (07.12.2010) - Cemaatlere yapılan operasyon Ergenekon’un işi

  (06.12.2010) - Afrika’da pek çok insan gözlerimin önünde katledildi

  (29.11.2010) - NATO, 2030’lardaki Çin’e göre tertipleniyor

  (22.11.2010) - Cumhuriyet artık toplumla barışıyor

  (21.11.2010) - 28 Şubat yuva yıkan bir darbeydi

  (15.11.2010) - Sorunun kaynağı başörtüsü değil farklılıklara tahammülsüzlük

  (08.11.2010) - GİZLİ ANAYASA İLE ADALET OLMAZ

  (01.11.2010) - İslamın Güzelliklerini yaşayarak gösterelim

  (31.10.2010) - Binlerce ortak noktamız var

  (27.10.2010) - Risâle-i Nurları tanımam gazetemiz vasıtasıyla oldu


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.