verilmiş nişane-i tasdik olarak mu’cizeler bulunduğun-
        
        
          dan, her birinin ihbarıyla beşerden bir taife-i azîme ve bir
        
        
          ümmet tasdik edip imana geldiklerinden, o yüz bin ciddî
        
        
          ve doğru zatların icma ve ittifakla hüküm ve tasdik ettik-
        
        
          leri bir hakikat ne kadar kuvvetli ve kat’î olduğunu kıyas
        
        
          edebildi. Ve bu kuvvette, bu kadar muhbir-i sadıkların
        
        
          hadsiz mu’cizeleriyle imza ve ispat ettikleri bir hakikati
        
        
          inkâr eden ehl-i dalâlet ne derece hadsiz bir hata, bir ci-
        
        
          nayet ettiklerini ve ne kadar hadsiz bir azaba müstahak
        
        
          olduklarını anladı. Ve onları tasdik edip iman getirenler
        
        
          ne kadar haklı ve hakikatli olduklarını bildi; iman kudsi-
        
        
          yetinin büyük bir mertebesi daha ona göründü.
        
        
          evet, enbiyayı (aleyhimüsselâm) Cenab-ı Hak tarafın-
        
        
          dan fiilen tasdik hükmünde olan hadsiz mu’cizatlarından;
        
        
          ve hakkaniyetlerini gösteren, muarızlarına gelen semavî
        
        
          pek çok tokatlarından; ve hak olduklarına delâlet eden
        
        
          şahsî kemalâtlarından; ve hakikatli talimatlarından; ve
        
        
          doğru olduklarına şahadet eden kuvvet-i imanlarından;
        
        
          ve tam ciddiyetlerinden ve fedakârlıklarından; ve ellerin-
        
        
          de bulunan kudsî kitap ve suhuflarından; ve onların yol-
        
        
          ları doğru ve hak olduğuna şahadet eden ittibalarıyla ha-
        
        
          kikate, kemalâta, nura vâsıl olan hadsiz tilmizlerinden
        
        
          başka, onların ve o pek ciddî muhbirlerin müspet mese-
        
        
          lelerde icmaı ve ittifakı ve tevatürü ve ispatta tevafuku ve
        
        
          tesanüdü ve tetabuku öyle bir hüccettir ve öyle bir kuv-
        
        
          vettir ki, dünyada hiçbir kuvvet karşısına çıkamaz ve hiç-
        
        
          bir şüphe ve tereddüdü bırakmaz. Ve imanın erkânında
        
        
          umum enbiyayı (aleyhimüsselâm) tasdik dahi dâhil
        
        
          
            azap:
          
        
        
          günahlara karşı ahirette çe-
        
        
          kilecek ceza.
        
        
          
            ciddî:
          
        
        
          mühim, önemli.
        
        
          
            ciddiyet:
          
        
        
          ciddîlik.
        
        
          
            cinayet:
          
        
        
          cana kıyma, katl veya bu
        
        
          derecede ağır bir suç.
        
        
          
            dâhil:
          
        
        
          karışma, girme.
        
        
          
            delâlet:
          
        
        
          delil olma, gösterme.
        
        
          
            ehl-i dalâlet:
          
        
        
          dalâlet ehli; yoldan
        
        
          çıkanlar, azgın ve sapkın kimseler.
        
        
          
            erkân:
          
        
        
          rükünler, esaslar.
        
        
          
            fedakâr:
          
        
        
          kendini veya şahsî men-
        
        
          faatlerini hiçe sayan, feda eden.
        
        
          
            fiilen:
          
        
        
          fiille, davranış ve hareketle.
        
        
          
            hakikat:
          
        
        
          gerçek, esas.
        
        
          
            hakkaniyet:
          
        
        
          hak ve adâlete uy-
        
        
          gunluk.
        
        
          
            hüccet:
          
        
        
          delil.
        
        
          
            hükmetme:
          
        
        
          karar vermek, inanca
        
        
          varmak.
        
        
          
            hükmünde:
          
        
        
          değerinde, yerinde.
        
        
          
            icma:
          
        
        
          fikir birliği etme, görüş birli-
        
        
          ğine varma.
        
        
          
            ihbar:
          
        
        
          haber verme, bildirme, an-
        
        
          latma, duyurma.
        
        
          
            iman:
          
        
        
          inanma, itikat.
        
        
          
            inkâr:
          
        
        
          reddetme, inanmama, ka-
        
        
          bul ve tasdik etmeme.
        
        
          
            ispat:
          
        
        
          doğruyu delillerle gösterme.
        
        
          
            ittiba:
          
        
        
          tabi olma, uyma, itaat et-
        
        
          me.
        
        
          
            ittifak:
          
        
        
          birleşme, fikir birliği etme.
        
        
          
            kat’î:
          
        
        
          kesin, şüpheye ve tereddü-
        
        
          de mahal bırakmayan.
        
        
          
            kemalât:
          
        
        
          faziletler, kemaller, ol-
        
        
          gunluklar, mükemmellikler.
        
        
          
            kıyas:
          
        
        
          karşılaştırma, oranlama.
        
        
          
            kudsî:
          
        
        
          mukaddes, yüce.
        
        
          
            kudsiyet:
          
        
        
          kutsallık, mukaddeslik,
        
        
          azizlik.
        
        
          
            kuvvet:
          
        
        
          güç, kudret.
        
        
          
            kuvvet-i iman:
          
        
        
          iman kuvveti.
        
        
          
            mesele:
          
        
        
          önemli konu.
        
        
          
            muarız:
          
        
        
          muhalefet eden, karşı çı-
        
        
          kan, muhalif.
        
        
          
            mu’cize:
          
        
        
          benzerini yapmaktan in-
        
        
          sanların aciz kaldığı şey.
        
        
          
            muhbir:
          
        
        
          haber veren, haberci.
        
        
          
            muhbir-i sadık:
          
        
        
          doğru haberci; Al-
        
        
          lah ve ahiretle ilgili doğru haberler
        
        
          veren bütün peygamberler.
        
        
          
            müspet:
          
        
        
          delille doğruluğu anlaşıl-
        
        
          mış, ispatlanmış.
        
        
          
            müstahak:
          
        
        
          hak eden, hak etmiş.
        
        
          
            nişane-i tasdik:
          
        
        
          doğruluğunu, ka-
        
        
          bul edilirliğini gösteren alâ-
        
        
          met, belirti.
        
        
          
            nur:
          
        
        
          aydınlık, parıltı, ışık.
        
        
          
            semavî:
          
        
        
          Allah tarafından olan,
        
        
          İlâhî.
        
        
          
            suhuf:
          
        
        
          dört büyük kitap dışın-
        
        
          da sahifeler şeklinde, bazı
        
        
          peygamberlere vahiy ile gelen
        
        
          emirler.
        
        
          
            şahadet:
          
        
        
          şahit olma, şahitlik,
        
        
          tanıklık.
        
        
          
            şahsî:
          
        
        
          şahsa, kişiye ait, hususî.
        
        
          
            taife-i azîme:
          
        
        
          büyük bir taife,
        
        
          büyük bir grup.
        
        
          
            talimat:
          
        
        
          talimler, eğitimler; bir
        
        
          iş hakkında hareket tarzını bil-
        
        
          diren emirler.
        
        
          
            tasdik:
          
        
        
          bir şeyin veya kimse-
        
        
          nin doğruluğuna kesin olarak
        
        
          hükmetme.
        
        
          
            tereddüt:
          
        
        
          kararsızlık, şüphede
        
        
          kalma.
        
        
          
            tesanüt:
          
        
        
          dayanışma, birbirine
        
        
          dayanma, birbirinden destek
        
        
          alma, omuzdaşlık.
        
        
          
            tetabuk:
          
        
        
          birbirine uygun gel-
        
        
          me, uyma.
        
        
          
            tevafuk:
          
        
        
          uyma, uygunluk, bir-
        
        
          birine denk gelme.
        
        
          
            tevatür:
          
        
        
          içinde yalan ihtimali
        
        
          bulunmayan ve birbirlerine
        
        
          kuvvet veren haberlerden olu-
        
        
          şan büyük bir topluluğa ait ha-
        
        
          ber.
        
        
          
            tilmiz:
          
        
        
          öğrenci, talebe.
        
        
          
            ümmet:
          
        
        
          hak dine davet et-
        
        
          mek için Allah tarafından ken-
        
        
          dilerine peygamber gönderi-
        
        
          len ve bu peygambere inanıp
        
        
          bağlanan cemaat, topluluk.
        
        
          
            vasıl:
          
        
        
          ulaşan, erişen, kavuşan.
        
        
          
            zat:
          
        
        
          kişi, şahıs
        
        
          ayeTÜ’l-kÜBra / 7. Şua
        
        
          
            | 174 |
          
        
        
          
            B
          
        
        
          
            iRinci
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            üccet
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            ManiYe
          
        
        
          
            AsA-yı MûsA