(1)
          
        
        
          ôn
        
        
          Ñr
        
        
          cn
        
        
          G *Gn
        
        
          h @ *p
        
        
          G n
        
        
          ¬n
        
        
          dp
        
        
          G n
        
        
          B’n
        
        
          h @ !o
        
        
          ór
        
        
          ªn
        
        
          ?r
        
        
          Gn
        
        
          h @ $G n
        
        
          ¿Én
        
        
          ër
        
        
          Ño
        
        
          °S
        
        
          diyorlar.
        
        
          risale-i nur’un açtığı iman ve irfan ve kur’ân yolunu
        
        
          takip eden, işte böyle muazzam ve muhteşem bir mabe-
        
        
          de girer. Ve herkes de iman ve irfanı, feyiz ve ihlâsı nis-
        
        
          petinde feyizyâb olur.
        
        
          
            E
          
        
        
          
            DEBî
          
        
        
          
            C
          
        
        
          
            EPHEsİ
          
        
        
          eskiden beri, lâfız ve mana, üslûp ve muhteva bakı-
        
        
          mından, edipler ve şairler, mütefekkirler ve âlimler ikiye
        
        
          ayrılmışlardır. Bunlardan bazıları, sadece üslûp ve ifade-
        
        
          ye, vezin ve kafiyeye kıymet vererek, manayı ifadeye fe-
        
        
          da etmişlerdir. Ve bu hâl de kendini en çok şiirde göste-
        
        
          rir.
        
        
          diğer zümre ise, en çok mana ve muhtevaya ehemmi-
        
        
          yet vererek, özü söze kurban etmemişlerdir. Artık Bedi-
        
        
          üzzaman gibi büyük bir mütefekkirin edebî cephesi, bu
        
        
          küçük mukaddeme ile kolayca anlaşılır sanırım. zira
        
        
          üstad o kıymetli ve bereketli ömrünü, kulaklarda kalacak
        
        
          olan sözlerin tanzim ve tertibi ile değil, bilakis kalplerde,
        
        
          ruhlarda, vicdan ve fikirlerde kudsî bir ideal hâlinde in-
        
        
          sanlıkla beraber yaşayacak olan din hissinin, iman şuuru-
        
        
          nun, ahlâk ve fazilet mefhumunun asırlara, nesillere tel-
        
        
          kini ile meşgul olan bir dâhîdir. Artık bu kadar ulvî bir ga-
        
        
          yenin tahakkuku için candan ve cihandan geçen bir mü-
        
        
          cahit, pek tabiîdir ki, fânî şekillerle meşgul olamaz.
        
        
          
            AsA-yı MûsA | 441 |
          
        
        
          
            t
          
        
        
          
            aRiHçe
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            aYat
          
        
        
          
            ö
          
        
        
          
            n
          
        
        
          
            s
          
        
        
          
            özü
          
        
        
          
            ifade:
          
        
        
          anlatma, anlatım, anlatış.
        
        
          
            ihlâs:
          
        
        
          halis, içten, samimî, riyasız,
        
        
          karşılıksız sevgi ve bağlılık, gönül-
        
        
          den gelen dostluk.
        
        
          
            iman:
          
        
        
          inanma, inanç, itikat, tasdik.
        
        
          
            irfan:
          
        
        
          bilme, biliş, anlayış, vukuf.
        
        
          
            kafiye:
          
        
        
          şiirde mısra sonunda yer
        
        
          alan kelimelerin ses benzerliği, ses
        
        
          uyuşması, uyak.
        
        
          
            kıymet:
          
        
        
          değer.
        
        
          
            kudsî:
          
        
        
          mukaddes, kutlu, muazzez,
        
        
          aziz.
        
        
          
            lâfız:
          
        
        
          söz, kelime, ağızdan çıkan,
        
        
          manalı veya manasız söz.
        
        
          
            mabet:
          
        
        
          ibadet edilen yer; mescit,
        
        
          cami gibi ibadet yeri.
        
        
          
            mefhum:
          
        
        
          bir sözün ifade ettiği
        
        
          mana, sözden çıkarılan mana;
        
        
          konsept, kavram.
        
        
          
            meşgul:
          
        
        
          bir işle uğraşan, iş gör-
        
        
          mekte olan kimse.
        
        
          
            muazzam:
          
        
        
          ulu, muhteşem.
        
        
          
            muhteşem:
          
        
        
          ihtişamlı, haşmetli,
        
        
          görkemli, debdebeli, şanlı, ulu, yü-
        
        
          ce, büyük.
        
        
          
            muhteva:
          
        
        
          bir şeyin içinde olan,
        
        
          içinde bulunan, içteki şey, içerik.
        
        
          
            mukaddeme:
          
        
        
          başta ve asıl mak-
        
        
          sada girmeden önce söylenen ve-
        
        
          ya yazılan şey, ilk söz, önsöz, baş-
        
        
          langıç, giriş, dibace, medhal.
        
        
          
            mücahit:
          
        
        
          cihad eden, din uğruna
        
        
          din düşmanlarıyla, Allah rızası için
        
        
          ve Allah’ın adını yüceltmek gaye-
        
        
          siyle savaşan.
        
        
          
            mütefekkir:
          
        
        
          tefekkür eden, düşü-
        
        
          nen, her şeyi hikmetince, ibret al-
        
        
          mak ve kavramak üzere düşünen,
        
        
          düşünür.
        
        
          
            nesil:
          
        
        
          kuşak, soy.
        
        
          
            nispet:
          
        
        
          kıyaslama, kıyas, ölçü,
        
        
          oran.
        
        
          
            ömür:
          
        
        
          yaşama süresi, hayat müd-
        
        
          deti.
        
        
          
            ruh:
          
        
        
          his, duygu.
        
        
          
            şuur:
          
        
        
          bir şeyi anlama, tanıma ve
        
        
          kavrama gücü; anlayış, idrak.
        
        
          
            tabiî:
          
        
        
          katıksız, hilesiz, saf.
        
        
          
            tahakkuk:
          
        
        
          gerçekleşme, meyda-
        
        
          na gelme, olma.
        
        
          
            tanzim:
          
        
        
          manzum veya mensur
        
        
          olarak yazma.
        
        
          
            telkin:
          
        
        
          fikir aşılama, öğüt verme,
        
        
          zihinde yer ettirme, kulağına koy-
        
        
          ma.
        
        
          
            tertip:
          
        
        
          dizme, sıralama, düzene
        
        
          koyma.
        
        
          
            ulvî:
          
        
        
          yüksek, yüce.
        
        
          
            üslûp:
          
        
        
          ifade yolu, kendine has ifa-
        
        
          de veya yazı tarzı.
        
        
          
            vezin:
          
        
        
          ölçü.
        
        
          
            vicdan:
          
        
        
          iyiyi kötüden, hayrı şer-
        
        
          den ayırt etmeye yardımcı olan
        
        
          ahlâkî duygu.
        
        
          
            zümre:
          
        
        
          cemaat, topluluk
        
        
          
            âlim:
          
        
        
          ilim ile uğraşan, ilim ada-
        
        
          mı.
        
        
          
            asır:
          
        
        
          yüzyıl.
        
        
          
            bereket:
          
        
        
          bolluk, gürlük.
        
        
          
            bilakis:
          
        
        
          aksine, tersine, tam
        
        
          tersi, tersine olarak.
        
        
          
            cephe:
          
        
        
          yön, taraf.
        
        
          
            cihan:
          
        
        
          dünya, kâinat, âlem.
        
        
          
            dâhî:
          
        
        
          son derece zeki, anlayış-
        
        
          lı, uyanık, deha sahibi.
        
        
          
            edebî:
          
        
        
          edebiyatla ilgili, edebi-
        
        
          yata ait.
        
        
          
            ehemmiyet:
          
        
        
          önem.
        
        
          
            fânî:
          
        
        
          geçiçi, ölümlü.
        
        
          
            fazilet:
          
        
        
          kişiyi ahlâklı, iyi hare-
        
        
          ket etmeye yönelten manevî
        
        
          kuvvet, erdem.
        
        
          
            feda:
          
        
        
          gözden çıkarma, uğruna
        
        
          verme.
        
        
          
            feyiz:
          
        
        
          ilim, irfan.
        
        
          
            feyizyâb:
          
        
        
          feyiz bulan, feyiz
        
        
          bulucu.
        
        
          
            fikir:
          
        
        
          akıl, hafıza.
        
        
          
            gaye:
          
        
        
          maksat, meram, hedef.
        
        
          
            his:
          
        
        
          duygu.
        
        
          
            ifade:
          
        
        
          deyiş, söyleyiş, söyleyiş
        
        
          tarzı.
        
        
          
            1.
          
        
        
          Allah, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bütün kusur ve noksandan uzaktır. • Rahmet ve
        
        
          merhameti sonsuz olan Allah'a ezelden ebede kadar hamd olsun. • Allah'tan bsaşka hiç
        
        
          bir ilah yoktur. • Ve Allah en büyütür ve en yücedir.