netice-i muzırrayı gösterir. Hâlbuki sefahate öyle müşev-
        
        
          vikane bir tasviri yapar ki, ağız suyu akıtır, akıl hâkim
        
        
          kalamaz.
        
        
          İştihayı kabartır, hevesi tehyiç eder; his daha söz dinle-
        
        
          mez. kur’ân’daki edebse, hevayı karıştırmaz.
        
        
          Hakperestlik hissi, hüsn-i mücerret aşkı, cemalperestlik
        
        
          zevki, hakikatperestlik şevki verir. Hem de aldatmaz.
        
        
          kâinata tabiat cihetinde bakmıyor. Belki bir sanat-ı İlâhî,
        
        
          bir sıbga-i rahmanî noktasında bahseder; akılları şa-
        
        
          şırtmaz.
        
        
          Marifet-i sâniin nurunu telkin eder, her şeyde ayetini
        
        
          gösterir. Her ikisi rikkatli birer hüzün de veriyor; fakat
        
        
          birbirine benzemez.
        
        
          Avrupazade edebse, fakdü’l-ahbaptan, sahipsizlikten
        
        
          neş’et eden gamlı bir hüznü veriyor; ulvî hüznü vere-
        
        
          mez.
        
        
          zira sağır tabiat, hem de bir kör kuvvetten mülhemâne
        
        
          aldığı bir hiss-i hüzn-i gamdar. Âlemi bir vahşetzar
        
        
          tanır; başka çeşit göstermez.
        
        
          o surette gösterir, hem de mahzunu tutar, sahipsiz de
        
        
          olarak yabânîler içinde koyar, hiçbir ümit bırakmaz.
        
        
          kendine verdiği şu hiss-i heyecanla git gide ilhada kadar
        
        
          gider, ta’tîle kadar yol verir. dönmesi müşkül olur;
        
        
          belki daha dönemez.
        
        
          
            âlem:
          
        
        
          dünya, cihan; bütün yara-
        
        
          tılmışlar.
        
        
          
            aşk:
          
        
        
          şiddetli sevgi, sevda, gönül
        
        
          verme.
        
        
          
            avrupazade:
          
        
        
          Avrupa’dan doğan,
        
        
          Avrupa tesiri ile olan, Avrupalıyı
        
        
          taklit eden.
        
        
          
            ayet:
          
        
        
          Allah’ın varlığına delâlet
        
        
          eden şey.
        
        
          
            cemalperest:
          
        
        
          güzelliği seven, gü-
        
        
          zellik düşkünü.
        
        
          
            cihet:
          
        
        
          yön.
        
        
          
            edeb:
          
        
        
          edebiyat; terbiye, güzel ah-
        
        
          lâk.
        
        
          
            fakdülahbap:
          
        
        
          ahbapsızlık, dost-
        
        
          suzluk.
        
        
          
            gam:
          
        
        
          keder, üzüntü.
        
        
          
            hakikatperest:
          
        
        
          hakkı ve hakikati
        
        
          seven, hakikate inanan, gerçek
        
        
          tarafını tutan, hakikat taraftarı,
        
        
          hakikat âşığı; dürüst, doğru.
        
        
          
            hâkim:
          
        
        
          hükmeden.
        
        
          
            hakperest:
          
        
        
          doğruluk ve haktan
        
        
          taviz vermeyen ve ayrılmayan.
        
        
          
            heva:
          
        
        
          istek, arzu, nefse ait olan
        
        
          şeylere düşkünlük, nefsin zararlı
        
        
          ve günah olan arzuları.
        
        
          
            heves:
          
        
        
          nefsin hoşuna giden, gelip
        
        
          geçici istek.
        
        
          
            hiss-i heyecan:
          
        
        
          heyecan hissi,
        
        
          duygusu.
        
        
          
            hiss-i hüzn-i gamdar:
          
        
        
          keder ve
        
        
          üzütü veren duygu.
        
        
          
            hüsn-i mücerret:
          
        
        
          her hangi bir
        
        
          boyuta bağlı olmaksızın bizzat
        
        
          güzel olan şey, kendisi güzel olan
        
        
          şey.
        
        
          
            hüzün:
          
        
        
          keder, tasa, gam.
        
        
          
            ilhad:
          
        
        
          tanrı tanımazlık, dinsizlik.
        
        
          
            iştiha:
          
        
        
          fazla istek, arzu.
        
        
          
            kâinat:
          
        
        
          evren; yaratılmış olan
        
        
          şeylerin tamamı, bütün âlem-
        
        
          ler.
        
        
          
            mahzun:
          
        
        
          hüzünlü, kederli,
        
        
          üzüntülü.
        
        
          
            marifet-i sâni:
          
        
        
          eşyayı tam bir
        
        
          hüner ve sanatla vücuda geti-
        
        
          ren sanatkâr olan Allah’ın bi-
        
        
          linmesi.
        
        
          
            mülhemâne:
          
        
        
          ilham alarak.
        
        
          
            müşevvikâne:
          
        
        
          şevk vermek
        
        
          suretiyle, teşvik ederek.
        
        
          
            müşkül:
          
        
        
          güç, zor, çetin.
        
        
          
            neşet:
          
        
        
          meydana gelme, oluş-
        
        
          ma, çıkma.
        
        
          
            nur:
          
        
        
          aydınlık, parıltı, ışık.
        
        
          
            rikkatli:
          
        
        
          rikkat sahibi olan,
        
        
          yufkalık, incelik, merhamet
        
        
          sahibi.
        
        
          
            sanat-ı ilahî:
          
        
        
          Allah’ın sanatı.
        
        
          
            sıbga-i Rahmanî:
          
        
        
          Rahmanî
        
        
          boyalarla yapılmış İlâhî nakış-
        
        
          lar.
        
        
          
            suret:
          
        
        
          biçim, şekil, tarz.
        
        
          
            şevk:
          
        
        
          şiddetli arzu, aşırı istek
        
        
          ve heves.
        
        
          
            tabiat:
          
        
        
          maddî âlem, görünen-
        
        
          ler.
        
        
          
            tasvir:
          
        
        
          bir şeyi yazıyla veya
        
        
          başka ifade tarzlarıyla anlat-
        
        
          ma.
        
        
          
            ta’tîl:
          
        
        
          Allah’ın sıfatlarını devre
        
        
          dışı bırakma; yaratıcısızlık
        
        
          inancı; kâinatı yaratıcısız ol-
        
        
          duğu düşüncesi.
        
        
          
            tehyiç:
          
        
        
          heyecanlandırma, he-
        
        
          yecana getirme.
        
        
          
            telkin:
          
        
        
          fikir aşılama, zihinde
        
        
          yer ettirme.
        
        
          
            ulvî:
          
        
        
          yüksek, yüce.
        
        
          
            vahşetzar:
          
        
        
          yabanî, ıssız yer.
        
        
          
            yabanî:
          
        
        
          ilkel durumda yaşa-
        
        
          yan, vahşî.
        
        
          
            | 248 | K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası