Amma, kader-i İlâhînin vech-i adaleti şudur ki:
        
        
          Risale-i
        
        
          Nur
        
        
          ’un hakikatiyle ve şakirtlerinin şahs-ı manevîsiyle teza-
        
        
          hür eden fevkalâde imanî hizmetlerin ehemmiyetli bir kıs-
        
        
          mını bîçare tercümanına vermek ve ehl-i dünya ve ehl-i si-
        
        
          yaset ve avamın nazarında birinci derece ve hakikat na-
        
        
          zarında, imana nispeten ancak onuncu derecede bulunan
        
        
          siyaset-i İslâmiye ve hayat-ı içtimaiye-i ümmete dair hiz-
        
        
          meti, kâinatta en büyük mesele ve vazife ve hizmet olan
        
        
          hakaik-ı imaniyenin çalışmasına racih gördüklerinden, o
        
        
          tercümana karşı arkadaşlarının pek ziyade hüsnüzanları
        
        
          ehl-i siyasete, inkılâpçı bir siyaset-i İslâmiye fikrini vermek
        
        
          cihetinde,
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          ’a karşı hayat-ı içtimaiye noktasın-
        
        
          da cephe almak ve fütuhatına mâni olmak pek kuvvetli ih-
        
        
          timali vardı. Bunda hem hata, hem zarar büyüktür.
        
        
          kader-i İlâhî, bu yanlışı tashih etmek ve o ihtimali iza-
        
        
          le etmek ve öyle ümit besleyenlerin ümitlerini tadil et-
        
        
          mek için, en ziyade öyle cihetlerde yardım ve iltihaka ko-
        
        
          şacak olan ulemadan ve sâdattan ve meşayihten ve ah-
        
        
          baptan ve hemşehriden birisini muarız çıkardı; o ifratı ta-
        
        
          dil edip adalet etti. “size, kâinatın en büyük meselesi
        
        
          olan iman hizmeti yeter” diye bizi merhametkârâne o
        
        
          hâdiseye mahkûm eyledi. sonra, lillâhilhamd, o muarızı
        
        
          susturdu, o ateşi söndürdü. Fakat münafıklar söndürme-
        
        
          mek için çalışıyorlar.
        
        
          İkinci Nokta:
        
        
          Bu dehşetli ihtikârdan çıkan kaht ve ga-
        
        
          lâ ve açlık ve zaruret, yaşamak damarını şiddetle yaralan-
        
        
          dırıyor. Bu yara, hissiyat-ı ulviye-i diniyeyi bir derece sus-
        
        
          turmaya vesile olup, ehl-i dalâlete yardım ediyor.
        
        
          
            K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası
          
        
        
          
            | 273 |
          
        
        
          zarurî olan ihtiyaç maddelerini
        
        
          satın alıp fiyatı artsın diye kırk
        
        
          gün veya daha fazla bir süre sak-
        
        
          lama.
        
        
          
            ihtimal:
          
        
        
          olabilirlik.
        
        
          
            iltihak:
          
        
        
          karışma, katılma.
        
        
          
            iman:
          
        
        
          inanç, itikat.
        
        
          
            imanî:
          
        
        
          imana dair olan, imanla il-
        
        
          gili.
        
        
          
            inkılâp:
          
        
        
          değişme, dönüşüm, kök-
        
        
          lü değişme.
        
        
          
            izale:
          
        
        
          giderme, ortadan kaldırma.
        
        
          
            kader-i ilâhî:
          
        
        
          İlâhî kader, Allah’ın
        
        
          kader kanunu.
        
        
          
            kaht:
          
        
        
          kıtlık sebebiyle meydana
        
        
          gelen açlık.
        
        
          
            kâinat:
          
        
        
          evren; yaratılmış olan
        
        
          şeylerin tamamı, bütün âlemler.
        
        
          
            lillâhilhamd:
          
        
        
          Allah’a hamdolsun
        
        
          ki!.
        
        
          
            mahkûm:
          
        
        
          bir mahkemece hü-
        
        
          küm giymiş, hükümlü.
        
        
          
            mâni:
          
        
        
          engel.
        
        
          
            merhametkârâne:
          
        
        
          acıyarak,
        
        
          merhamet göstererek.
        
        
          
            mesele:
          
        
        
          konu.
        
        
          
            meşayih:
          
        
        
          şeyhler, pirler.
        
        
          
            muarız:
          
        
        
          muhalefet eden, karşı çı-
        
        
          kan, muhalif.
        
        
          
            münafık:
          
        
        
          nifak sokan, arabozucu;
        
        
          kalbinde küfrü gizlediği halde
        
        
          Müslüman görünen.
        
        
          
            nazar:
          
        
        
          bakış; düşünce, fikir.
        
        
          
            nispeten:
          
        
        
          nispetle, kıyaslayarak.
        
        
          
            nokta:
          
        
        
          konu ile ilgili bölüm.
        
        
          
            racih:
          
        
        
          daha daha üstün, önce, di-
        
        
          ğerinden üstün.
        
        
          
            Risale-i nur:
          
        
        
          Nur Risalesi, Bediüz-
        
        
          zaman Said Nursî’nin eserlerinin
        
        
          adı.
        
        
          
            sâdât:
          
        
        
          seyyidler, Hz. Muham-
        
        
          med’in neslinden gelenler.
        
        
          
            siyaset-i islâmiye:
          
        
        
          İslâma ait
        
        
          olan, İslâmî siyaset.
        
        
          
            şahs-ı manevî:
          
        
        
          manevî şahıs,
        
        
          belli bir kişi olmayıp bir cemaat-
        
        
          teb meydana gelen manevî şahıs.
        
        
          
            şakirt:
          
        
        
          talebe, öğrenci.
        
        
          
            tadil:
          
        
        
          doğrultma, düzeltme,
        
        
          denkleştirme.
        
        
          
            tashih:
          
        
        
          düzeltme, yanlışını gider-
        
        
          me.
        
        
          
            tercüman:
          
        
        
          çeşitli hal, durum,
        
        
          maksat veya duyguları ifade et-
        
        
          me vasıtası.
        
        
          
            tezahür:
          
        
        
          görünme, belirme, orta-
        
        
          ya çıkma.
        
        
          
            ulema:
          
        
        
          âlimler, bilginler, ilim sa-
        
        
          hipleri.
        
        
          
            vazife:
          
        
        
          görev.
        
        
          
            vech-i adalet:
          
        
        
          adalet yönü.
        
        
          
            vesile:
          
        
        
          aracı, vasıta.
        
        
          
            zaruret:
          
        
        
          muhtaçlık, şiddetli ihti-
        
        
          yaç içinde olma.
        
        
          
            ziyade:
          
        
        
          fazla, fazlasıyla.
        
        
          
            adalet:
          
        
        
          her hak sahibine hak-
        
        
          kının tam ve eksiksiz verilme-
        
        
          si, düzenli ve dengeli oluş.
        
        
          
            ahbap:
          
        
        
          dostlar.
        
        
          
            amma:
          
        
        
          ama, lakin, ancak.
        
        
          
            avam:
          
        
        
          kültürlü, yüksek taba-
        
        
          kadan olmayan; cahil halk ta-
        
        
          bakası.
        
        
          
            bîçare:
          
        
        
          çaresiz, zavallı.
        
        
          
            cihet:
          
        
        
          yön.
        
        
          
            dair:
          
        
        
          alakalı, ilgili.
        
        
          
            dehşetli:
          
        
        
          ürkütücü, korkunç.
        
        
          
            ehemmiyetli:
          
        
        
          önemli.
        
        
          
            ehl-i dalâlet:
          
        
        
          dalâlet ehli; yol-
        
        
          dan çıkanlar, azgın ve sapkın
        
        
          kimseler.
        
        
          
            ehl-i dünya:
          
        
        
          dünyaya bağlı,
        
        
          dünya adamı, ahireti düşün-
        
        
          meyen.
        
        
          
            ehl-i siyaset:
          
        
        
          ülkenin idare-
        
        
          siyle meşgul olanlar, siyaset
        
        
          adamları, politikacılar.
        
        
          
            fevkalâde:
          
        
        
          olağanüstü.
        
        
          
            fütuhat:
          
        
        
          zaferler, fetihler, ga-
        
        
          libiyetler.
        
        
          
            gala:
          
        
        
          aşırı fiyat, pahalılık.
        
        
          
            hâdise:
          
        
        
          olay.
        
        
          
            hakaik-ı imaniye:
          
        
        
          imana ait
        
        
          hakikatler, imanî gerçekler.
        
        
          
            hakikat:
          
        
        
          gerçek, esas.
        
        
          
            hayat-ı içtimaiye:
          
        
        
          sosyal ha-
        
        
          yat, toplum hayatı.
        
        
          
            hayat-ı içtimaiye-i ümmet:
          
        
        
          Müslümanların sosyal hayatı.
        
        
          
            hemşehri:
          
        
        
          aynı şehirli, aynı
        
        
          memleketli.
        
        
          
            hissiyat-ı ulviye-i diniye:
          
        
        
          dinle ilgili yüce hisler.
        
        
          
            hüsnüzan:
          
        
        
          bir kimsenin veya
        
        
          bir hadisenin iyiliği hakkında-
        
        
          ki vicdanî ve iyi kanaat.
        
        
          
            ifrat:
          
        
        
          aşırılık, pek ileri gitme,
        
        
          haddini aşma.
        
        
          
            ihtikâr:
          
        
        
          fazladan kazanç sağ-
        
        
          lamak amacıyla, hayat için