Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîyi
        
        
          temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı manevîsi “Ferid” ma-
        
        
          kamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleke-
        
        
          tin kutbu, belki ekseriyet-i mutlaka ile Hicaz’da bulunan
        
        
          kutb-i azamın tasarrufundan hariç olduğunu ve onun
        
        
          hükmü altına girmeye mecbur değil
        
        
          . Her zamanda bulu-
        
        
          nan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor. Ben,
        
        
          eskide,
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          ’un şahs-ı manevîsini, o imamlardan
        
        
          birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki, gavs-ı
        
        
          Azam’da kutbiyet ve gavsiyetle beraber “ferdiyet” dahi
        
        
          bulunduğundan, ahirzamanda, şakirtlerinin bağlandığı
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          , o ferdiyet makamının mazharıdır. Bu giz-
        
        
          lenmeye lâyık olan bu sırr-ı azîme binaen,
        
        
          Mekke-i Mü-
        
        
          kerreme’de dahi, farz-ı muhal olarak, Risale-i Nur’un
        
        
          aleyhinde bir itiraz, kutb-i azamdan dahi gelse, Risale-i
        
        
          Nur Şakirtleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-i azamın iti-
        
        
          razını iltifat ve selâm suretinde telâkki edip, teveccühünü
        
        
          de kazanmak için, medar-ı itiraz noktaları o büyük üstad-
        
        
          larına karşı izah etmek, ellerini öpmektir.
        
        
          evet kardeşlerim, bu zamanda öyle dehşetli cereyan-
        
        
          lar ve hayatı ve cihanı sarsacak hâdiseler içinde hadsiz
        
        
          bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık ta-
        
        
          şımak gerektir.
        
        
          
            (1)
          
        
        
          p
        
        
          I n
        
        
          ôp
        
        
          N'
        
        
          ’r
        
        
          G n
        
        
          ¤n
        
        
          Y Én
        
        
          «`r
        
        
          ft
        
        
          ódG n
        
        
          Iƒ'
        
        
          «n
        
        
          ër
        
        
          dG n
        
        
          ¿
        
        
          ƒt
        
        
          Ñ p
        
        
          ë n
        
        
          à°r
        
        
          ùn
        
        
          j
        
        
          ayeti-
        
        
          nin sırr-ı işarîsiyle, ahireti bildikleri ve iman ettikleri hâl-
        
        
          de dünyayı ahirete severek tercih etmek ve kırılacak şi-
        
        
          şeyi bâkî bir elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek
        
        
          ve akıbeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle hazır bir
        
        
          
            ahirzaman:
          
        
        
          dünyanın son zama-
        
        
          nı ve son devresi, dünya hayatı-
        
        
          nın kıyamete yakın son devresi.
        
        
          
            ahiret:
          
        
        
          dünya hayatından sonra
        
        
          başlayıp ebediyen devam edecek
        
        
          olan ikinci hayat.
        
        
          
            akıbet:
          
        
        
          nihayet, sonuç.
        
        
          
            aleyh:
          
        
        
          ona karşı, onun üzerine.
        
        
          
            ayet:
          
        
        
          Kur’an’ın her bir cümlesi.
        
        
          
            bâkî:
          
        
        
          ebedî, daimî, sürekli ve ka-
        
        
          lıcı olan.
        
        
          
            binaen:
          
        
        
          -den dolayı, bu sebep-
        
        
          ten.
        
        
          
            cereyan:
          
        
        
          akım, fikir, sanat veya
        
        
          siyaset hareketi.
        
        
          
            dehşetli:
          
        
        
          ürkütücü, korkunç.
        
        
          
            ekseriyet-i mutlaka:
          
        
        
          mutlak ço-
        
        
          ğunluk.
        
        
          
            elmas:
          
        
        
          çok kıymetli bir mücev-
        
        
          her.
        
        
          
            farz-ı muhal:
          
        
        
          imkânsızı farz et-
        
        
          me, olmayacak bir şeyi olacak-
        
        
          mış gibi düşünme.
        
        
          
            fedakâr:
          
        
        
          kendini veya şahsî men-
        
        
          faatlerini hiçe sayan, feda eden.
        
        
          
            ferdiyet:
          
        
        
          teklik, birlik, fertlik.
        
        
          
            ferit:
          
        
        
          yüksek, eşsiz bir makama
        
        
          çıkmak.
        
        
          
            Gavs-ı azam:
          
        
        
          en büyük gavs, Ab-
        
        
          dülkadir-i Geylânî Hazretlerinin
        
        
          namı.
        
        
          
            gavsiyet:
          
        
        
          evliyaullahın başı ol-
        
        
          maklık, kutupluk; velâyet merte-
        
        
          belerinde yüksek bir makam sa-
        
        
          hibi olma.
        
        
          
            hâdise:
          
        
        
          olay.
        
        
          
            hadsiz:
          
        
        
          sınırsız, sonsuz.
        
        
          
            hariç:
          
        
        
          bir şeyin dışında kalma.
        
        
          
            hissiyat:
          
        
        
          hisler, duygular.
        
        
          
            hususî:
          
        
        
          özel.
        
        
          
            hüküm:
          
        
        
          hakimiyet, nüfuz, ku-
        
        
          manda.
        
        
          
            hüküm:
          
        
        
          karar, emir, hakimiyet.
        
        
          
            iltifat:
          
        
        
          ilgi gösterme, yüzünü çe-
        
        
          virip bakma.
        
        
          
            imam:
          
        
        
          önder, rehber.
        
        
          
            iman:
          
        
        
          inanma, itikat.
        
        
          
            itidal-i dem:
          
        
        
          soğukkanlılık.
        
        
          
            itiraz:
          
        
        
          kabul etmediğini belirtip
        
        
          karşı çıkma.
        
        
          
            izah:
          
        
        
          açıklama, ayrıntıları ile an-
        
        
          latma.
        
        
          
            kutb-ı azam:
          
        
        
          en büyük kutup, di-
        
        
          nî bir meslek veya grubun başı,
        
        
          birçok Müslümanın kendisine
        
        
          bağlandıkları büyük evliyadan
        
        
          zamanın en büyük mürşidi.
        
        
          
            kutbiyet:
          
        
        
          evliyalar arasında za-
        
        
          manın en büyük mürşidi olmak.
        
        
          
            kutup:
          
        
        
          evliyalar içerisinde zama-
        
        
          nın en büyük mürşidi olan.
        
        
          
            makam:
          
        
        
          manevî mevki.
        
        
          
            mazhar:
          
        
        
          bir şeyin çıktığı görün-
        
        
          düğü yer; nail olma, şereflenme.
        
        
          
            medar-ı itiraz:
          
        
        
          itiraz sebebi,
        
        
          kabul etmeme sebebi.
        
        
          
            mekke-i mükerreme:
          
        
        
          ke-
        
        
          remli, aziz, mukaddes Mekke
        
        
          şehri.
        
        
          
            metanet:
          
        
        
          metin olma, daya-
        
        
          nıklılık, sağlamlık.
        
        
          
            mübarek:
          
        
        
          feyizli, bereketli,
        
        
          kutlu.
        
        
          
            nihayetsiz:
          
        
        
          sonsuz, sınırsız.
        
        
          
            rıza:
          
        
        
          razı olma, hoşnutluk.
        
        
          
            Risale-i nur:
          
        
        
          Nur Risalesi, Be-
        
        
          diüzzaman Said Nursî’nin
        
        
          eserlerinin adı.
        
        
          
            selâm:
          
        
        
          barış, rahatlık, sela-
        
        
          met ve esenlik dileme.
        
        
          
            sırr-ı azîm:
          
        
        
          büyük sır.
        
        
          
            sırr-ı işarî:
          
        
        
          işarî olan sır.
        
        
          
            suret:
          
        
        
          biçim, şekil, tarz.
        
        
          
            şahs-ı manevî:
          
        
        
          manevî şahıs,
        
        
          belli bir kişi olmayıp bir ce-
        
        
          maatteb meydana gelen ma-
        
        
          nevî şahıs.
        
        
          
            şakirt:
          
        
        
          talebe, öğrenci.
        
        
          
            tasarruf:
          
        
        
          velîlerin Allah’ın izni
        
        
          dairesinde eşya ve varlıklar
        
        
          üzerindeki manevî tesirleri,
        
        
          keramet.
        
        
          
            telâkki:
          
        
        
          kabul etme, bir gö-
        
        
          rüşle bakma.
        
        
          
            temsil:
          
        
        
          birinin, bir topluluğun
        
        
          veya bir kuruluşun adına ha-
        
        
          reket etme.
        
        
          
            teveccüh:
          
        
        
          yönelme, sevgi, il-
        
        
          gi.
        
        
          
            üstad:
          
        
        
          öğretici, öğretmen.
        
        
          
            1.
          
        
        
          Onlar dünya hayatını seve seve âhirete tercih edenler... (İbrahim Suresi: 3.)
        
        
          
            | 278 | K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası