Mektubat - page 626

Madem ben öyle biliyorum ve madem ben fânîyim, gi-
deceğim; elbette bâkî olacak bir şey ve bir eser, benim-
le bağlanmamak gerektir ve bağlanmamalı. Ve madem
ehl-i dalâlet ve tuğyan, işlerine gelmeyen bir eseri, eser
sahibini çürütmekle eseri çürütmek âdetleridir; elbette,
sema-i kur’ân’ın yıldızlarıyla bağlanan risaleler, benim
gibi çok itirazata ve tenkidata medar olabilen ve sukut
edebilen çürük bir direk ile bağlanmamalı.
Hem madem örf-i nasta, bir eserdeki mezâyâ, o ese-
rin mastarı ve menbaı zannettikleri müellifinin etvarında
aranılıyor. Ve bu örfe göre, o hakaik-ı âliyeyi ve o ceva-
hir-i galiyeyi kendim gibi bir müflise ve onların binde biri-
ni kendinde gösteremeyen şahsiyetime maletmek, haki-
kate karşı büyük bir haksızlık olduğu için, risaleler kendi
malım değil, kur’ân’ın malı olarak, kur’ân’ın reşahat-ı
meziyyatına mazhar olduklarını izhar etmeye mecbu-
rum.
evet, lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru çu-
buğunda aranılmaz. ‹şte ben de öyle bir kuru çubuk hük-
mündeyim.
DÖRDÜNCÜ SebeP:
Bazen tevazu, küfran-ı nimeti
istilzam ediyor; belki küfran-ı nimet olur. Bazen de tah-
dis-i nimet, iftihar olur. ‹kisi de zarardır. Bunun çare-i ye-
gânesi –ki ne küfran-ı nimet çıksın, ne de iftihar olsun–
meziyet ve kemalâtları ikrar edip, fakat temellük etme-
yerek, Mün’im-i Hakikî’nin eser-i in’amı olarak göster-
mektir.
âdet:
usul, alışkanlık.
bâkî:
sürekli ve kalıcı olan.
cevahir-i galiye:
kıymetli cevher-
ler.
çare-i yegâne:
tek çare, tek çıkar
yol.
ehl-i dalâlet ve tuğyan:
doğru
yoldan sapmış olanlar ve azgın-
lıkta ileri gidenler.
elbette:
kesinlikle, mutlaka.
eser-i in’am:
Allah’ın nimetlen-
dirmesinin eseri, sonucu.
etvar:
hâl ve hareketler, tavırlar.
fânî:
ölümlü.
hakaik-ı âliye:
yüce gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
hasiyet:
özellik.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
iftihar:
övünme, gururlanma.
ikrar etmek:
kabul etmek,
doğrulamak.
istilzam etmek:
gerektirmek.
itirazat:
itirazlar.
izhar etmek:
açığa vurmak,
göstermek, belirtmek.
kemalât:
kusursuzlar.
küfran-ı nimet:
nimete karşı
nankörlük.
mastar:
kaynak, temel.
mazhar:
nail olmuş, erişmiş,
kavuşmuş.
medar:
dayanak noktası, se-
bep, vesile.
menba:
kaynak.
mezâyâ:
meziyetler, üstün
özellikler.
meziyet:
üstün özellik.
müellif:
telif eden, yazar.
müflis:
iflâs etmiş, her şeyini
kaybetmiş.
Mün’im-i Hakikî:
gerçek ni-
met verici olan Allah.
örf:
âdet, gelenek.
örf-i nâs:
insanların örfü; in-
sanlar arasında kabul gör-
müş, alışkanlık hâline gelmiş
hâller, gelenekler, an’aneler.
reşahat-ı meziyyat:
mezi-
yetlerin, güzel özelliklerin dı-
şa yansıması.
risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap.
sema-i kur’ân:
Kur’ân sema-
sı.
sukut:
düşme, alçalma.
şahsiyet:
kişilik.
tahdis-i nimet:
‹lâhî nimeti
şükrederek anlatma,.
temellük etmek:
sahiplen-
mek, kendine mal etmek.
tenkidat:
tenkitler, eleştiriler.
tevazu:
alçak gönüllülük.
zannetme:
sanma.
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
| 626 | Mektubat
1...,616,617,618,619,620,621,622,623,624,625 627,628,629,630,631,632,633,634,635,636,...1086
Powered by FlippingBook