Mektubat - page 632

evet, velâyetin kerameti olduğu gibi, niyet-i halisenin
dahi kerameti vardır. samimiyetin dahi kerameti vardır.
Bahusus, lillâh için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeş-
lerin içinde, ciddî, samimî tesanüdün çok kerametleri
olabilir. Hatta şöyle bir cemaatin şahs-ı manevîsi bir ve-
lî-i kâmil hükmüne geçebilir; inayata mazhar olur.
‹şte, ey kardeşlerim ve ey hizmet-i kur’ân’da arkadaş-
larım! Bir kal’ayı fetheden bir bölüğün çavuşuna bütün
şerefi ve bütün ganimeti vermek nasıl zulümdür, bir ha-
tadır; öyle de, şahs-ı manevînizin kuvvetiyle ve kalemle-
riniz ile hâsıl olan fütuhattaki inayatı benim gibi bir bîça-
reye veremezsiniz. elbette, böyle mübarek bir cemaatte,
tevafukat-ı gaybiyeden daha ziyade kuvvetli bir işaret-i
gaybiye var ve ben görüyorum, fakat herkese ve umuma
gösteremiyorum.
Üçüncü ‹şaret
risale-i nur eczaları, bütün mühim hakaik-ı imaniye
ve kur’âniyeyi, hatta en muannide karşı dahi parlak bir
surette ispatı, çok kuvvetli bir işaret-i gaybiye ve bir ina-
yet-i ‹lâhiyedir. Çünkü hakaik-ı imaniye ve kur’âniye
içinde öyleleri var ki, en büyük bir dâhî telâkki edilen ‹b-
ni sina, fehminde aczini itiraf etmiş, “Akıl buna yol bu-
lamaz” demiş. onuncu söz risalesi, o zatın dehasıyla ye-
tişemediği hakaikı, avamlara da, çocuklara da bildiriyor.
Hem meselâ, sırr-ı kader ve cüz-i ihtiyarînin halli için,
koca sa’d-ı taftazanî gibi bir allâme, kırk elli sahifede,
acz:
zayıflık, güçsüzlük, yetersiz-
lik.
allâme:
büyük âlim.
avam:
halk tabakası, sıradan in-
sanlar.
bahusus:
özellikle, hele.
bîçare:
çaresiz.
bölük:
askeri birlik.
cemaat:
topluluk.
ciddî:
gerçek.
cüz-i ihtiyarî:
Cenab-ı Hak tara-
fından insana verilen arzu ser-
bestliği; dilediği gibi hareket ede-
bilme kuvveti; cüz’î irade.
çavuş:
onbaşıdan sonra gelen er-
baş rütbesi.
dâhî:
eşine ender rastlanır hari-
kulâde zeki, fetanet ve hikmet
sahibi.
deha:
olağanüstü akıl ve zekâ.
ecza:
bütünü oluşturan parçalar,
kısımlar.
elbette:
kesinlikle, mutlaka.
fehim:
anlama, anlayış.
fethetme:
açma, ele geçirme.
fütuhat:
zaferler, fetihler, galibi-
yetler.
ganimet:
savaşta düşmandan alı-
nan mallar.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
hakaik-ı imaniye ve kur’âniye:
iman ve Kur’ân hakikatleri.
hâsıl:
meydana gelen, ortaya çı-
kan.
hizmet-i kur’ân:
Kur’ân hizmeti.
hükmüne:
yerine.
inayat:
yardımlar.
inayet-i ‹lâhiye:
Allah’ın yardımı.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
işaret-i gaybiye:
görünmeyen bir
kaynaktan, Cenab-ı Haktan gelen
işaret.
itiraf:
gizlenen bir şeyi söyleme.
kal’a:
kale.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâl-
ler.
lillâh:
Allah için.
mazhar:
nail olma, kavuşma;
erişme.
meselâ:
örnek olarak.
muannit:
inatçı, direnen.
mübarek:
saygın, hayırlı,
mutlu.
mühim:
önemli.
niyet-i halise:
saf, temiz, sa-
mimî olan niyet.
risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap.
sahife:
sayfa.
samimî:
candan, gönülden,
içtenlikle.
samimiyet:
içten ve kalbden
olan sevgi ve bağlılık.
suret:
biçim, tarz, şekil.
sırr-ı kader:
kader sırrı, kade-
rin hikmeti.
şahs-ı manevî:
manevî kişi-
lik; belli bir kişi olmayıp bir
cemaatten meydana gelen
manevî şahıs.
şeref:
onur, haysiyet, iyi ün.
telâkki:
kabul etme.
tesanüt:
dayanışma.
tevafukat-ı gaybiye:
yapılan
hizmetlerde görülen tevafuk-
lar, kolaylıklar, yardımlar.
uhuvvet:
kardeşlik.
umum:
herkes, bütün insan-
lar.
velâyet:
velîlik, Allah dostlu-
ğunu kazanan kimse.
velî-i kâmil:
olgun, kemale
ermiş Allah dostu.
zat:
kişi, şahıs, fert.
ziyade:
çok, fazla.
zulüm:
haksızlık, adaletsizlik.
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
| 632 | Mektubat
1...,622,623,624,625,626,627,628,629,630,631 633,634,635,636,637,638,639,640,641,642,...1086
Powered by FlippingBook