Mektubat - page 859

Mektubat | 859 |
f
iHriSTe
-
i
m
ekTuBaT
belki kâinat sarayında mevcudata karşı umum mah-
lûkat namına bir ilân-ı tevhit olduğunu beyan eder.
İkinci Risale olan İkinci Kısım
. . . . . . . . . . . . . . . . .
675-686
n
øp
e m
äÉn
æ`u
«`n
Hn
h ¢p
SÉ s
æ?p
d …k
óo
g o
¿'
Gr
ôo
? r
dG p
¬«/
a n
?p
õr
fo
G …/
ò s
dG n
¿É°n
†n
en
Q o
ôr
¡n
°T
(1)
p
¿Én
br
ôo
Ø r
dGn
h …'
óo
¡r
dG
ayetinin bir sırrını, sıyam-ı rama-
zanın yetmiş hikmetlerinden dokuz hikmetinin beya-
nıyla, o sırr-ı azîmi tefsir ediyor. o dokuz hikmet, o
kadar hakikî ve kuvvetli ve cazibedardırlar ki; Müs-
lüman olmayan da onları görse, oruç tutmak için bü-
yük bir iştiyak ve bir hevese gelir. kendine Müslü-
man deyip oruç tutmayanların, bu hikmetlere karşı,
hacalet ve hatalarından ezilmeleri lâzım gelir.
Üçüncü Risale olan Üçüncü Kısım
. . . . . . . . . . .
687-689
kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın enva-ı i’cazından göz
ile görünecek kısmının beş altı vechinden bir vechi-
ni, yeni bir kur’ân’ı yazmakla göstermeye dairdir.
lillâhilhamd, öyle bir kur’ân yazıldı. ümmetçe Ha-
fız osman hattıyla makbul kur’ân’ın aynı sahifeleri-
ni ve satırlarını muhafaza etmekle beraber; lâfzul-
lah, mecmu kur’ân’da iki bin sekiz yüz altı defa te-
kerrür ettiği hâlde, nadir ve nükteli müstesnalar ha-
riç kalıp, mütebakisi tevafuk ettiğini anladık, sahife
ve satırlarını tağyir etmedik. Yalnız biz tanzim ettik.
o tanzimden harika bir tevafuk tezahür etti. Yazdı-
ğımız kur’ân’ın parçalarını bir kısım ehl-i kalb gör-
müş, levh-i Mahfuz hattına yakın olduğunu kabul
etmişler. Bu risale ise; tevafukat-ı kur’âniyeye dair
cak şeylerin yazılı olduğu levha.
lillâhilhamd:
Allah’a hamd olsun
ki.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar.
makbul:
kabul edilmiş olan, alı-
nan, reddedilmeyen.
mecmu:
toplam, tüm.
mevcudat:
var olan her şey,
mahlûklar.
muhafaza:
koruma, saklama.
müstesna:
başkasına benzeme-
yen, benzeri olmayan.
mütebaki:
bâkî kalan, geri kalan.
nadir:
az, ender bulunan.
nükte:
herkesin anlayamadığı in-
ce mana.
risale:
mektup.
sahife:
sayfa.
sır:
gizli iş veya söz, yetenek ve
tecrübe ile anlaşılabilen en zor ve
ince yanı, insanın aklının erişe-
mediği İlâhî hikmet.
sırr-ı azîm:
büyük sır.
sıyam-ı ramazan:
ramazan oru-
cu.
tağyir:
değiştirme, başkalaştırma.
tanzim:
düzenleme, tertipleme.
tefsir:
açıklama.
tekerrür:
tekrarlanma.
tevafuk:
uygunluk.
tevafukat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın
uygunlukları.
tezahür:
ortaya çıkma, meydana
çıkma, görünme.
umum:
bütün, cümle, herkes.
ümmet:
Allah tarafından kendile-
rine peygamber gönderilen ve bu
peygambere inanıp bağlanan ce-
maat, topluluk.
vecih:
tarz, üslûp, yön.
1.
O ramazan ayı ki, insanlara doğru yolu gösteren, apaçık delilleri taşıyan ve hak ile batılın
arasını ayıran Kur’ân o ayda indirilmiştir. (Bakara Suresi: 185.)
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
batıl:
doğru ve haklı olma-
yan.
beyan:
açıklama, izah etme.
cazibedar:
cazibeli, dikkat çe-
kici.
dair:
ilgili.
delil:
yol gösteren.
ehl-i kalb:
kalbiyle manevî
terakkide bulunanlar.
enva-ı i’caz:
mu’cizelik türle-
ri.
hacalet:
utanma, utanç.
hak:
doğru.
hakikî:
gerçek.
hat:
yazı.
heves:
istek, arzu.
hikmet:
İlâhî gaye, fayda,
maslahat.
ilân-ı tevhit:
Allah’ın birliğini
ilân.
iştiyak:
istek, çok fazla arzu
etme.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı.
kur’ân-ı
Mu’cizülbeyan:
açıklamalarıyla akılları benze-
rini yapmaktan âciz bırakan
Kur’ân-ı Kerîm.
lâfzullah:
Allah lâfzı.
Levh-i Mahfuz:
Allah’ın ezelî
ilmiyle kâinatta olmuş ve ola-
1...,849,850,851,852,853,854,855,856,857,858 860,861,862,863,864,865,866,867,868,869,...1086
Powered by FlippingBook