Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Evimizin bereketi

Merdivenlerden çıkıp usûlca odasına girdim. Etrafı seyre daldım. Gözlerim dolmuş bir şekilde. Onun olmadığı bu oda şimdi ne kadar sessiz. Onsuz ilk defa bu odaya girdim. Hep oturup tespih çektiği yer, gözümün önüne geldi. O yere oturdum. Hatıraları gözümde canlanmaya başladı. Yanına oturtturur, bin bir nasihatler verirdi. O zamanlar pek dikkate almazdım. Ne de olsa ihtiyar bir insanın beni pek anlayacağını tahmin edemezdim. Ayrı telden çalıyorduk. Aramızda kaç kuşak vardı. Şimdi gidince değeri ve bizim eve verdiği bereketin kıymeti daha çok ortaya çıktı. Bu evin canıymış; biz geç anladık. Giden hep kıymetliymiş; neden yokluğunda anlaşılır?

Genç delikanlı babaannesinin vefatından sonra ilk kez onun odasına girme cesareti bulmuş ve onsuzluğun ıztırabını daha yeni yeni hissetmeye başlamıştı. Geçen her zamanda da hissetmeye devam edecekti. Bu ne acı bir şeydi. Yüreğinin en derin yerinden yakaladı.

Gençliğin verdiği deli rüzgâra kapılan gençler gibiydi. Evde yaşlı bir insanın bulunmasını pek de önemsemez; kendi dünyasını yaşamaya çalışırdı. Onunla pek konuşmaz, ya dışarıda ya da kendi odasında geçirirdi günlerini. Bazen babaannesine yakalanırsa gönlünü kırmamak için birkaç dakika ayırmaya çalışır ama çoğu zaman ondan kaçardı. Babaannesini ne zaman görse ya duâ ediyordur, ya da namaza durmuştur. Onun duâlarının bu eve gelecek olan musibetleri engellediğini onun ölümünden sonra anlamıştı. Evden her çıktığında babaannesinin arkasından yaptığı duâların aslında onu bir çok kötülükten koruduğunu ve belki de o gün başına gelecek belâları engellediğini çok geç fark etmişti. Ve duâyla bir koruma altındaydı. İçinin huzurlu olması da o duânın esrarında yatıyordu. Artık evden çıktığında arkasından duâ eden kimse yoktu. Onun duâsı bütün hayatıymış.

Onunla sofra nasıl bereketli olurdu. O zamanlar yaşlı bir insanın sebep olduğunu anlayamazdı. Ancak o gidince anlaşıldı. Şimdi ise o bereketten nasipsiz kalınmış gibiydi; çünkü o berekete sebep olacak beli bükülmüş bir ihtiyar yok evlerinde. Onun duâsı yok. O yok artık. Duâları, nasihatleri evin duvarlarında geziyor. Sanki sesi yankılanıyor ve bunu hissediyor gibiydi. O çınar ağacının ağzından çıkacak her kelimeyi şimdi mumla arayacağını aklının ucuna bile getirmezdi. Eve her geldiğinde “Gel otur yanıma evlâdım, biraz konuşalım” dediğinde “Sonra konuşuruz babaanne, şimdi işim var” sözlerini hatırlayınca gözlerinden gayrı ihtiyarî yaşlar boşaldı. O işler çok önemli miydi ki, babaannesinin sohbetlerinden mahrum bırakmıştı kendini. İşte şimdi onunla konuşmak istese de, artık o yok ki, onunla konuşsun. Şimdi o kadar pişmandı ki, kendisini anlayacak bir insanı bile bulamıyordu. Kendisini anlayacak tek o önemli varlık, toprağı mesken eğlemişti. Onu çok özlüyor ve arıyordu. Bundan sonraki hayat yolunda ondan istifade ederek gitmeyi çok isterdi. Onun duâlarıyla evden çıkıp selâmetle eve dönmek... “Ah babaanne,” dedi “Senin kıymetini anlamam için yokluğunu mu yaşamam gerekiyordu? Demek ki, böyle bir şey başıma gelecekti” Şimdi odasındaydı ama o yoktu. Artık bu ömür onsuz geçecek. Ne o, ne de duâları ve eve getirdiği bereket olmayacak.

Fadime KAYA

10.10.2006


Değerlerimizi kaybettik

“Gaddar” bir toplum olduk. Yani, sözlük anlamıyla artık, “acımasız, haksızlık eden, insafsız davranan, kıyıcı, vb.” bir toplumun bireyleri olarak yaşıyoruz.

Hak, hukuk tanımıyoruz. Hiç kimsenin hakkına ve onuruna saygı duymuyoruz. Maddî çıkarlarımız, manevî heyecanlarımızın çok önüne geçmiş. “Egoizm” yani bencillik, adeta ortak karakterimiz olmuş. Çok kazanma ve özellikle maddî zenginlikler, bir güç ve bir üstünlük olarak benliğimize yerleşmiş. İşin ilginç yanı, yetişen yeni nesile de bu böyle telkin ediliyor.

NEDEN BÖYLE BİR TOPLUM OLDUK?

Bunun bir değil, bir çok sebebi var. Henüz bir asrı bile doldurmayan Cumhuriyet rejimi, savaşlardan yeni çıkmış ve yoksul kalmış bir topluma yeniden hayat verirken, bu hayat toplum için “zor bir hayat” olmuştu. Ancak, hayatın zor şartları, kısa sürede insanları birbirlerine daha sıkı bağlamış, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma duygularını da güçlendirmişti. Köyde geçen çocukluğum sırasında, ambarında buğdayı, ahırında samanı bitene uzaklık-yakınlık gözetilmeden bütün komşuları hemen yardıma koşardı. Kimde bir lokma varsa onu, olmayanlarla mutlaka paylaşırdı.

Ne var ki, zaman toplumun lehine gelişti ve o zor günler kısa sürede geride kaldı. İşsizlere yeni iş kapıları açıldı. Çalışanlar, emeğinin karşılığını daha fazla almaya başladılar. Bilim ve teknolojideki ilerlemeler, hayat şartlarına büyük kolaylıklar getirdi. Medeniyetin nimetleri, kısa sürede bütün topluma yayıldı.

Ancak, bu maddî gelişmeler, toplumdaki manevî yapılanmayı ve heyecanı azaltmaya ve kimi insanlarda tamamen yok etmeye başladı. Ve gelinen noktada, maddeci, çıkarcı, bencil ve acımasız insanların toplumu oluverdik.

YALANLI VE HİLELİ KAZANÇ, MEŞRÛLAŞTIRILDI

Öncelikle “ticaret,” yalan ve hile üzerine oturtuldu. Az emek sarf ederek, çok kazanmakla, kısa sürede kazanmak, başka bir söylemle “hemen köşe dönmek” moda oldu. Bu arada “yemin” de, yalanın sigortası oldu. Çok kazanmak için ortaya sürülen hileli ürünlerle, insan sağlığı hiçe sayıldı. Devleti idare edenler ise, bunları denetleme yerine, olan biteni sadece seyretmekle yetindiler.

Kamuoyunu en çok etkileyen basın-yayın organları da çok kazanma peşine düşünce, topluma iyi örnek olma yerine, toplumdaki ahlâkî çözülme ve yozlaşmayı adeta körüklediler. Bu arada, yolsuzluklara bulaşan yargıda, toplumda adaleti tecelli ettiremediğine göre, velhasıl, tutacak ve tutunacak sağlam hiçbir yerimiz kalmadı.

DÜNYA MALI, GÖZLERİ İYİCE KARARTTI

İnsanların dünya malına fazlaca “tamah” etmesi, toplumu “maddeci” bir yapılanmanın içine soktu. Bir çok kesimde, manevî değerler adeta “pas pas” edildi. Bilgi, sağlam kişilik ve doğruluk yerine, her ortamda “maddî zenginlik” itibar gördü.

Bu arada, ülkeyi idare edenlerin yolsuz davranışları, topluma hep kötü örnek oldu. Dürüst insanların, yolsuzların içinde barınmasına imkân sağlanamadı. Hasılı, namuslu insanlar, namussuzlar kadar cesur olamayınca, ezildiler, horlandılar ve karalandılar.

Artık öyle bir noktaya gelindi ki, helâl olmayan kazançlar kimi insanları daha çok mutlu ediyor.

PEKİ, EĞİTİM KURUMLARI NE YAPIYOR?

“Hiçbir şey yapmıyor” dersek, doğrudur. Bu konuda, çocuklarımıza okullarda hiçbir eğitim verilmiyor. Artık, herkes biliyor ki, okullardaki eğitim sokağa, öğretim ise özel dershanelere terk edilmiş durumda. Yani, “Okullar olmasa, eğitimi çok iyi idare ederim” diyen Osmanlı Maarif Nazırı Emrullah Efendi’nin tam istediği gibi.

İşin ilginç yanı, halen iktidarda olan muhafazakâr bir partinin kurduğu hükümet de, toplumdaki bu çözülmelere ne yazık ki bir çare getiremedi. “Kayırma ve köşe dönme illeti” onlara da musallat olduğuna göre, çareyi acaba nerede aramalı dersiniz?

Naci AKAY / (E.) İstanbul Millî Eğitim Müd

10.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004