Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Göklerde nice melekler var ki, Allah dilediği ve razı olduğu kulları için şefaat edilmesine izin vermedikçe onların şefaati hiçbir fayda vermez.

Necm Sûresi, 26

08.02.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

İnsanlar niyetlerine göre haşrolunurlar.

Câmiü's-Sağîr, c: 3, 3890

08.02.2007


İnsanlık, din-i haktaki bir hakikati arıyor

Hakikat bize bildiriyor ki, mütenebbih olan beşer, dinsiz olamaz. Lâsiyyemâ, uyanmış, insaniyeti tatmış, müstakbele ve ebede namzet olmuş adam dinsiz yaşayamaz. Zira uyanmış bir beşer, kâinatın tehacümüne karşı istinad edecek ve gayr-ı mahdud âmâline neşvünemâ verecek ve istimdatgâhı olacak noktayı, yani din-i hak olan dâne-i hakikati elde etmezse yaşamaz. Bu sırdandır ki, herkeste din-i hakkı bulmak için bir meyl-i taharrî uyanmıştır. Demek istikbalde nev-i beşerin din-i fıtrîsi İslâmiyet olacağına berâetü’l-istihlâl vardır.

Münâzarât, s. 86, Y.A.N.

***

..âhirette Cennet ve Cehennemin zarurî vücutları gibi hayır ve hak din istikbalde mutlak galebe edecektir. Tâ ki, nev-i beşerde dahi sâir neviler gibi hayır ve fazîlet galib-i mutlak olacak. Tâ beşer de sair kâinattaki kardeşlerine müsâvi olabilsin ve sırr-ı hikmet-i ezeliye nev-i beşerde dahi “takarrur etti” denilebilsin.

Hutbe-i Şâmiye, s. 48

***

Hem nev-i beşer, hususan medeniyet fenlerinin ikazatıyla uyanmış, intibaha gelmiş, insaniyetin mahiyetini anlamış. Elbette ve elbette dinsiz, başıboş yaşamazlar. Ve olamazlar. En dinsizi de dine iltica etmeye mecburdur. Çünkü, acz-i beşerî ile beraber hadsiz musibetler ve onu inciten hâricî ve dahilî düşmanlara karşı istinat noktası; ve fakrıyla beraber hadsiz ihtiyâcâta müptelâ ve ebede kadar uzanmış arzularına medet ve yardım edecek istimdad noktası, yalnız ve yalnız Sâni-i Âlemi tanımak ve iman etmek ve âhirete inanmak ve tasdik etmekten başka, uyanmış beşerin çaresi yok...

(...)

..herkesin kalbinde derinden derine bir dîn-i hakkı aramak meyli çıkmış. Herşeyden evvel, ölüm idamına karşı dîn-i haktaki bir hakikati arıyor ki kendini kurtarsın. Şimdiki hal-i âlem bu hakikate şehadet eder.

Hutbe-i Şâmiye, s. 30-32, Y.A.N.

Lügatçe:

mütenebbih: Uyanmış.

lâsiyyema: Özellikle.

gayr-ı mahdud: Hudutsuz, sınırsız.

âmâl: Emeller, arzular.

meyl-i taharrî: Araştırma meyli.

berâetü’l-istihlâl: İyi bir alâmet, güzel bir başlangıç.

galib-i mutlak: Mutlak galib, kesin zafer.

müsâvi: Eşit.

sırr-ı hikmet-i ezeliye: Ezelî hikmetin sırrı.

takarrur: Yerleşme, yerine oturma, kararlı hale gelme.

08.02.2007


Harikalar harikası bir pedagog

—Dünden devam—

Meselâ, Üstad, bu yüksek iktisatçılık kudretini sırf yemek, içmek, giymek gibi basit şeylerle değil, bilâkis fikir, zihin, istidat, kàbiliyet, vakit, zaman, nefis ve nefes gibi manevî ve mücerred kıymetlerin israf ve heder edilmemesi ile ölçen bir dahîdir. Ve bütün ömrü boyunca, bir karakter halinde takip ettiği bu titiz muhasebe ve murakabe usûlünü, bütün talebelerine de telkin etmiştir. Binaenaleyh, bir Nur Talebesine olur olmaz eseri okutturmak ve her sözü dinlettirmek kolay birşey değildir. Zîra, onun gönlünün mihrak noktasında yazılı olan şu “Dikkat!” kelimesi, en hassas bir kontrol vazifesi görmektedir.

İşte, Bediüzzaman, kudretli bir ıslahatçı ve harikalar harikası bir pedagog (mürebbî) olduğunu, yetiştirdiği ter temiz nesille fiilen ispat etmiş ve iktisat tarihine nurdan pırıltılarla yazılan bir atlas sahîfe daha ilave eden bir nadire-i fıtrattır.

Tevazu ve Mahviyetkârlığı

Nur Risâlelerinin bu kadar harikulade bir şekilde cihana yayılmasında, bu iki hasletin çok faydası olmuş ve pek derin tesirleri görülmüştür. Çünkü, Üstad, sohbet ve teliflerinde, kendine bir “Kutbü’l-Ârifìn” ve bir “Gavsü’l-Vâsılîn” süsü vermediği için, gönüller ona pek çabuk ısınmış, onu tertemiz bir samimiyetle sevmiş ve derhal ulvî gàyesini benimsemiştir.

Meselâ, ahlak ve fazîlete, hikmet ve ibrete ait olan birçok sohbet ve telkinlerini, doğrudan doğruya nefsine tevcih eder. Keskin ve ateşîn hitabelerinin ilk ve yegâne muhatabı öz nefsidir. Oradan, merkezden muhîte yayılırcasına, bütün nur ve sürûra, saadet ve huzura müştak olan gönüllere yayılır.

Üstad, husûsî hayatında gàyet halîm selîm ve son derece mütevazidir. Bir ferdi değil, hiçbir zerreyi incitmemek için azamî fedakârlıklar gösterir. Sayısız zahmet ve meşakkatlere, ıztırap ve mahkumiyetlere katlanır—fakat îmanına, Kurân’ına dokunulmamak şartıyla. Artık, o zaman bakmışsınız ki, o sakin deniz, dalgaları semalara yükselen bir tûfan, sahillere heybet ve dehşet saçan bir umman kesilmiştir. Çünkü o, Kur’ân-ı Kerîm’in sadık hizmetkârı ve îman hudutlarını bekleyen kahraman ve fedai bir neferidir. Kendisi bu hakîkati veciz bir cümle ile şu şekilde ifade eder:

“Bir nefer nöbette iken, başkumandan da gelse, silahını bırakmayacak. Ben de, Kur’ân’ın bir hizmetkârı ve bir neferiyim. Vazife başında iken karşıma kim çıkarsa çıksın; hak budur derim, başımı eğmem.”

Vazife başında ve cihad meydanında iken, şu mısralar lisan-ı halidir:

Şahlanan bir ata benzer, kırarım kanlı gemi;

Sinsi düşmanlara, haşa, satamam benliğimi.

Benliğimden uzak olmaktır esaret, bence;

Böyle bir zillete düşmek, ne hazîn işkence!

Ebedî vuslatın aşkıyla geçer her ânım,

Dest-i kudretle yapılmış kaledir îmanım.

Bu mukaddes emelimden ne kadar dilşadım;

Görmek ister beni Cennette şehîd ecdadım

Rûhum oldukça müebbet, ebedîdir ömrüm;

En büyük vuslata, Allah’a çıkan yoldur ölüm.

Kitaba girmezden evvel, Üstadı ilmî, fikrî, tasavvufî ve edebî cepheleri ile de mütalaa etmek isterdim. Fakat, çok derin ve pek şümûllü olan bu mevzûların birkaç sayfa ile hülâsa edilemeyeceğini katî bir sûrette idrak ettikten sonra, artık, adı geçen mevzûlara birkaç cümle ile temas etmeyi münasip gördüm. Rabbim imkânlar lütfederse, bu derin mevzûları Risale-i Nur külliyatı ve Nur Talebeleri ile birlikte, büyük ve müstakil bir eserle, tahlilî bir sûrette tetkik ve mütalaa etmeyi, bütün rûhumla arzu ediyorum. Bu hususta, büyük Üstadımızın ve azîz kardeşlerimin kıymetli duâlarını niyaz eylerim.

—Devam edecek—

Ali Ulvi KURUCU

08.02.2007


HABER-YORUM

Uyku da bir nimet

Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, iyi bir uykunun insan sağlığı için vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğunu söyledi. Prof. Dr. Yorulmaz, uykuda beynin çalışmaya devam ettiğini, öğretilen bilgileri ayıklayıp düzenleyerek sindirdiğini ve depoladığını bildirdi. Kişinin, vücudun günün yorgunluğunu uyuyarak attığını ve bir sonraki güne hazırladığını ifade eden Prof. Dr. Yorulmaz şöyle konuştu:

“Yeni doğmuş bir bebek neredeyse tüm gününü uyuyarak geçirir, büyüdükçe ise uyku ihtiyacı azalır. Oynama yaşına gelmiş çocuklarda ise öğlen uykuları için vazgeçilmezdir. Büyüme hormonu uykuda salgılandığından çocukların büyüme ve gelişmesinde düzenli ve yeterli uyku çok önemlidir... Uyku aynı zamanda ruh sağlığının da

bir göstergesidir.” (aa)

Tüm bu gerçekler, Âlemlerin Rabbi’nin insanı ‘uyku’yla da terbiye ettiğini göstermiyor mu?

Kur'ân, uykunun, insanoğlu için büyük bir nimet oluşuna, şu âyetleriyle dikkat çekiyordu:

“O Allah ki, geceyi size bir örtü, uykuyu bir dinlenme yaptı ve gündüzü de yeniden bir diriliş kıldı” (Furkan Sûresi: 47)

“Gece ve gündüzde uyumanız ve Onun lütfundan rızık aramanız da yine Onun âyetlerindendir. Kulak veren bir topluluk için bunda elbette deliller vardır.” (Rum Sûresi: 30/23)

“Uykunuzu bir dinlenme vasıtası kıldık.” (Nebe' Sûresi: 78/9)

Bediüzzaman Hazretleri de, "Uykunuzu bir istirahat kıldık" (Nebe’ Sûresi, 78:9.) âyetinin ‘uyku’da gizli pekçok önemli hakikate işaret ettiğini söylüyordu. (Mektubat, s. 331)

Bir ‘istirahat’ vesilesi olarak uyku nimetini bahşeden Allah’a sonsuz kereler hamdolsun.

İsmail TEZER

08.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004