Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Nisan 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

And olsun ki Biz sizin benzerlerinizi helâk ettik. Fakat düşünüp ibret alan nerede?

Kamer Sûresi: 51

04.04.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Sıratta en sağlam yürüyeniniz, Ehl-i Beytimi ve Ashabımı en çok sevenlerdir.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 93

04.04.2007


Hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz

DOKUZUNCU REŞHA: Hem, bilirsin, küçük bir adam, küçük bir haysiyetle, küçük bir cemaatte, küçük bir meselede, münâzaralı bir dâvâda hicabsız, pervâsız, küçük fakat hacâletâver bir yalanı, düşmanları yanında, hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telâş göstermeden söyleyemez.

Şimdi bak bu zâta: Şek büyük bir vazifede, pek büyük bir vazifedar; pek büyük bir haysiyetle, pek büyük emniyete muhtaç bir halde, pek büyük bir cemaatte, pek büyük husûmet karşısında, pek büyük meselelerde, pek büyük dâvâda, pek büyük bir serbestiyetle, bilâpervâ, bilâtereddüt, bilâhicab, telâşsız, samimi bir safvetle, büyük bir ciddiyetle, hasımlarının damarlarına dokunduracak şedid, ulvî bir sûrette söylediği sözlerinde hiç hilâf bulunabilir mi? Hiç hile karışması mümkün müdür? Kellâ! “O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” (Necm Sûresi: 4.)

Evet, hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz. Hak olan mesleği hileden müstağnîdir; hakikatbînin gözüne hayalin ne haddi var ki hakikat görünsün, aldatsın.

ONUNCU REŞHA: İşte bak: Ne kadar merakâver, ne kadar câzibedar, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehşetli hakàikı gösterir ve mesâili ispat eder. Bilirsin ki, en ziyâde insanı tahrik eden meraktır. Hattâ, eğer sana denilse, “Yarı ömrünü, yarı malını versen, Kamerden ve Müşteriden biri gelir, Kamerde ve Müşteride ne var, ne yok, ahvâlini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin istikbâlini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek”; merakın varsa, vereceksin.

Halbuki, şu zât öyle bir Sultanın ahbârını söylüyor ki, memleketinde Kamer, bir sinek gibi, bir pervâne etrafında döner. O Arz olan o pervâne ise, bir lâmba etrafında pervâz eder; ve o güneş olan lâmba ise, o Sultanın binler menzillerinden bir misafirhânesinde binler misbahlar içinde bir lâmbasıdır.

Hem öyle acâib bir âlemden hakiki olarak bahsediyor ve öyle bir inkılâbdan haber veriyor ki, binler küre-i arz bomba olsa, patlasalar, o kadar acîb olmaz. Bak, onun lisânında “Güneş dürülüp toplandığında. (Tekvir Sûresi: 1.) • Gök yarıldığı zaman. (İnfitar Sûresi: 1.) • Çarpacak olan felâket. (Kâria Sûresi: 1.)” gibi sûreleri işit.

Hem öyle bir istikbâlden doğru olarak haber veriyor ki, şu dünyevî istikbâl ona nisbeten bir katre serap hükmündedir. Hem, öyle bir saadetten pek ciddî olarak haber veriyor ki, bütün saadet-i dünyeviye, ona nisbeten bir berk-i zâilin bir şems-i sermede nisbeti gibidir.

Sözler, s. 216

Lügatçe:

bilâpervâ: Çekinmeden, korkmadan.

hakikatbîn: Hakikati gören.

müstağnî: Muhtaç olmayan.

Müşteri: Jüpiter.

ahbâr: Haberler.

hacâletâver: Utandırıcı, utanç veren.

berk-i zâil: Bir anda parlayan ve hemen yok olan şimşek.

şems-i sermed: Daimî güneş.

04.04.2007


Fedakârlığı da, kahramanlığı da eşsizdi

- 2 -

Mehmet Kutlular, Zübeyir Gündüzalp için şunları söyler: “Zübeyir Ağabey, Risâle-i Nur hizmetlerinin direğiydi, harcıydı. O hayatta iken bütün meselelerde çok rahattık. Çünkü o paratonerdi. Şimşekleri üzerine o çekiyordu. Hatta tâbiri caizse—bu bir teşbihtir, başka mânâda anlaşılmasın—Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor: ‘Ömer yaşadıkça aranızda fitneler olmaz.’ Çünkü o, dirayetli, âdil, çok samimî ve İslâma mugayir şeylerin üstüne gidebilen bir insan.

“İşte, tâbiri caizse Zübeyir Ağabey de Nur Talebelerinin, Hazreti Üstaddan sonra bir ‘Hazret-i Ömer’i gibiydi. Zübeyir Ağabeyin vefatına kadar, Hüsrev Ağabey olayı hariç ciddî bir olay meydana gelmedi. Çünkü o, meselelerin hemen üstüne gider, önler; ağabeyleri hemen çağırır, meseleyi hallederdi. Ağabeyler de ona ayrı bir saygı ve hürmet duyardı.

“Zübeyir Ağabey, Risâle-i Nur hizmetini Üstad Hazretlerinin meslek ve meşrebine, hüve hüvesine uygun bir şekilde sistemleştirerek, organize ederek devam ettirmiş, yaşatmış ve onu, âdeta yeniden canlandırmış, şekillendirmiş bir şahsiyettir. Çünkü Zübeyir Ağabey, ‘Kardeşim ben aklımı, hissimi karıştırmam. Ben tâbiyim. Ben kimim ki yeni bir şey çıkarayım? Üstadım yapmışsa o doğrudur. Ahirette de benim istinatgâhımdır’ derdi. Üstaddan bu dersi aldığını kendisi söylerdi. Bunun için de, ‘Ben “satır”dan anlarım, “sadır”dan değil’ der, ‘Üstad yazmış mı, Üstad yapmış mı? Benim için önemli olan budur’ diye eklerdi.

“Herhangi bir konuyu, hiçbir zaman delilsiz, şahitsiz anlatmazdı. ‘Şu hadise, şurada oldu. İşte filânca ağabey de şahittir, o da biliyor’ diye şahit gösterirdi. Şahidi olmayan bir şeyi anlattığı zaman da, bize şunu söylerdi: ‘Bak kardeşim, bu “haber-i vahit” gibidir. Ben şunu duyduğum zaman, şunu gördüğüm zaman yanımda başka ağabey yoktu. Bunu kabul edip etmemekte serbestsiniz. Anlattığım şeye bakın, Risâle-i Nur ölçülerine uyuyorsa öyle kabul edin’ derdi.”

FEDAKÂRLIĞI VE KAHRAMANLIĞI

Zübeyir Gündüzalp’in fedakârlığı da, kahramanlığı da eşsizdir. Gündüzalp, iman ve İslâmiyet dâvâsını ve Bediüzzaman’a hizmeti hayatının en büyük gayesi yapmıştır.

(...)

Zübeyir Gündüzalp için, Kur’ân tefsiri olan Risâle-i Nur’a hizmet, bütün dünyevî hizmetlerin üzerindedir. Gündüzalp, iman ve Kur’ân hakikatleri olan Risâle-i Nur için, tarihte örneğine çok az rastlanan fedakârlık ve kahramanlık örnekleri sergilemiştir.

Gündüzalp şöyle der:

“İmanı kurtarmak, Kur’ân’a ve Nur’a hizmet gibi mukaddes ve asil bir dâvâ uğrunda hayatımı fedadan çekinmeyeceğim.”

“Tevkifler, hapisler ve mahkemeler olmazsa mide derdine düşeriz” diyen Gündüzalp, şöyle devam eder:

“(...)

“Denizler donanma, bulutlar ordu yağdırsa; arz çıldırsa bize saldırsa; bizi Nurlardan, bizi bizden yine ayıramayacak. Bu hizmet-i imaniye, ebede kadar pâyidâr olacaktır inşallah! Bütün zulüm ve işkencelere rağmen, azim ve iradesinden, sebat ve sadakatinden zerre kadar bir şey kaybetmeyen Bediüzzaman, din düşmanlarıyla mücadelesine bütün ömrü boyunca devam etmiş ve muzaffer olmuştur.”1

Mehmet Fırıncı, Zübeyir Gündüzalp’i şöyle tasvir eder:

“Zübeyir Ağabeyi anlatmak çok zor. Güneş’e bakarak onu tarif edebilir misiniz? Edemezsiniz. Çünkü gözünüz kamaşır. Güneşi tanıtmak için onun renkleri ile bazı tecellîlerini kullanırsınız. Yani, onun eşyadaki tesirlerine bakarak belli tarifler yapmaya çalışırsınız.

“Zübeyir Gündüzalp, dâvâmızın bir güneşidir. Hizmetlerimizin bu tarzda muhafazasında ve bugünlere selâmetle ulaşmasında, Zübeyir Ağabeyin Üstadımızdan aldığı manevî kuvvet etkili olmuştur. Derdi ki: ‘Ben hizmetlerimizin tarzını ve yapısını anlatırken, yemin ediyorum hepsini Üstaddan ve Risâle-i Nur’dan anlatıyorum. Eğer benim anlattığım şeylerin mahiyetini Risâle-i Nur’un herhangi bir yerinde görmezseniz reddedin!’

“Zübeyir Ağabeyi tanımak için biraz da onun şahsî ve fıtrî taraflarını, kahramanlık yönlerini iyi bilmek gerekiyor. Bilemezseniz tariflerde noksanlar olur.”

Mehmet Kutlular anlatıyor:

“Zübeyir Ağabey, Üstad’ın şahsına, dâvâsına, mesleğine ve Risâle-i Nur’a sadakat hususunda emsâlsizdi. Sadakat noktasında ‘Şu insan da onun gibidir’ diyebileceğimiz ikinci bir insan göstermemiz mümkün değil. Pervasızdı. Üstadı âlet etme cihetine kat’iyen tevessül etmez ve ettirmezdi. Derdi ki: ‘Kardeşim! Ben kendim bir şey söylemeye kalksam bunun doğruluğunu veya eğriliğini bilmiyorum. Bunun için Üstadıma ittiba ederim. Yarın bir şey olduğu zaman da: ‘Ya Rabbi! Üstadım dedi ben onun için yaptım’ derim. Çünkü benim ilmim falan yok. Dolayısıyla ben, Üstadım ne demişse onu harfiyen uygularım. Hiçbir zaman kendi kanaatimi, kendi hissimi Risâle-i Nur’a karıştırmam.’ Biz Zübeyir Ağabeyden bunu gördük. Siyaseten de, diyanet ve meslek yönünden de...

“Risâle-i Nur’a yapılacak en küçük bir tenkide karşı mutlaka cevabını verirdi. Yazılı veya sözlü neşriyatta çıkmışsa, yine onun gereğini yapardı. Camianın içinde de Üstadın tarzına, zıddına hareket edenlere karşı kesin tavrını koyardı. Onlara: ‘Ben hayatta kaldığım müddetçe Üstadımın mesleğini size bozdurmayacağım’ derdi.

“Nurculuk fıtrî kahramanlık istiyor. Zübeyir Ağabeyde bu fıtrî kahramanlık vardı. Zübeyir Ağabey, ‘Üstad!’ denildi mi ölümü göze alırdı.

“Zübeyir Ağabey, aslında mütevazi bir insandı. Bununla birlikte son derece cesurdu. Bununla ilgili yaşadığımız birçok olay var.

“(...)

“Bana Zübeyir Ağabeyi sorsalar onu beş kelime ile tarif ederim:

“Fenâ fi’r-risâle, fenâ fi’l-üstad, fenâ fi’d-dâvâ, fenâ fi’l-meslek ve şahs-ı manevî. Zübeyir Ağabey bu hakikatlerde fânî olmuş bir insandır.”

Hamdi Sağlamer anlatıyor:

“(...)

“Zübeyir Ağabeyin sadakat noktasında ibret alınması gereken şu ifadeleri çok mühim:

“‘Farz-ı muhal, Üstadımız hayatta olsa ve şimdi gelse, ‘Zübeyir, ben bu Risâle-i Nur’ları yanlış yazdım, şöyle olsa çok daha iyi olurdu’ dese; ben, Risâle-i Nur’dan aldığım hizmet istikametiyle Üstadımın elini öperim ve ‘Üstadım sana hürmetim sonsuz… Emret, senin için öleyim! Fakat ben bu şekilde hizmet edeceğim’ der yoluma devam ederim…”

—Devam edecek—

Dipnotlar:

1- Zübeyir Gündüzalp, Yolumuzu Aydınlatan Işık (İstanbul: Nesil Yayınları, 2000), s. 47-48

İbrahim KAYGUSUZ

04.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004