"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ölümü hayal etmek…

ÖMER DİNLER
07 Ekim 2014, Salı
Ölümün sadece başkalarının başına gelen bir hâdise olduğunu tasavvur ederek ondan kurtulmaya çalışırız. Güzellikleri kendimize lakin ölümü başkalarına yakıştırırız her daim.
Hâlbuki her nefis her an ölümü tatma durumundadır. Kendisinden ne kadar kaçsak da ölüm mutlaka bir gün karşımıza çıkacaktır. Ölüm gerçeği kaçınılmazdır ve insanoğlu da bunun farkındadır. Peki, er ya da geç bir gün geleceğinden emin olduğumuz ölüme ne kadar hazırız? Azrail Aleyhisselam’a “Dur daha yapacak çok işim var, kılınacak kaza namazlarım, tutmadığım oruçlar, kırdığım kalpler, verip de yerine getirmediğim sözler, yapmak için senelerdir bekleyip de tembellikten bir türlü yapamadığım planlarım var. Okumam gereken kitaplar var, daha Kur'ân okumayı öğreneceğim. Bir kere benden yaşlı ve hasta insanlar var, önce onların ruhunu al. Hem seneye çıkacak yeni telefon modellerini görmem, almam lazım. Bilgisayar oyunum bitmedi daha, bekle şu dizi gelecek sezon bitiyor, bitsin öyle, bugün git yarın gel” deme lüksümüz var mı acaba? Ölüme karşı elimizden ne gelebilir? Erteleyebilir miyiz ki bu hakikati?
Başımıza bir kez gelecek bu hadiseyi ne erteleyebilir, ne de Azrail Aleyhisselâm ile pazarlık yapabiliriz. Ancak gafil insan ölümü hatırına getirmemek için envai çeşit çözümler arar durur. Kendini zevk ve eğlenceler ile uyuşturarak bu hakikatten kaçmaya çalışır. Ne var ki kurtulamaz bir türlü bu hakikatten. Bunalım ve huzursuzluğa teslim olur. Bu huzursuzluktan kaçamayınca da inkâra başlar bu sefer. Ölümü hatta Allah’ı inkâr ederek, içlerindeki ölüm korkusundan kaçmak isterler. Ancak inkâr etmeleri de ölüm hakikatini değiştirmez, onlara farklı bir muamele yapmaz Azrail (as).
İnsan yaratılışı gereği ebediyeti istediğinden, birçok insan sonsuza kadar yaşayacakmış gibi hareket ediyor. Buna belki bizler de dâhiliz, ancak bütün insanlar bir gün ölecek, bir zaman gelecek ve güneş bizim olmadığımız bir dünyaya doğacak. Bu hakikati göz önünde bulundurmamız gerekirken, bizler ölüm diye bir şey yokmuş gibi davranıyoruz. Her gün binlerce insanın ölümüne ekranlardan şahit olmamıza rağmen, çevremizdeki ölümlere rağmen ölüm bize halen çok uzak. Her şey her zamanki gibi. İslam âleminde ve tüm dünyadaki bu zulüm ve kıyımı görünce bazen bir gece için bile olsa, her şeyin duracağını, bir şeylerin değişeceğini sanıyor insan. Sokaklara dökülüp "Yeter artık birileri bu zulmü durdursun" diye protesto gösterileri ya da başka bir şey olur sanıyor. Ancak çoğu insan böyle şeyleri düşünmek istemiyor. Elbette bunda yaşadığımız asrın etkisi son derece mühim. Onca ölüme rağmen mimsiz medeniyet bize hile ile ölümü yokmuş gibi gösterebiliyor. Haberlerde bombalanan, enkazlar altında kalan masum insanlara anlık bir üzüntü, sonra dizimize devam! Sanki gerçek değillermiş gibi, biz güvenli, rahat evimizde sıcak çayımızı yudumlarken, bir yerlerde masum bir çocuğun ölüyor olması gerçeği hiçbirimize cazip gelmiyor. Birilerinin öldürüldüğünü, sakat kaldığını, evsiz, yurtsuz, yetim kaldığını ya da yaşadığımız veya yaşamakta olduğumuz diğer zorlukları duymak istemiyoruz. Kendi mutlu hayatlarımıza geri mi dönmeliyiz? Geri dönelim. Dizi izlemek daha keyifli! Her şey mükemmel görünüyor ve ölüm diye bir şey yok! Keyfimizi kaçırmayalım, değiştirelim kanalı ve de dünyamızı! Hakikaten şimdiye kadar ölümden asrımızdaki kadar nefret edilmemiştir.
Kendimizden haberimiz yok, unutmuşuz gerçeği. Gaflet perdesi örtmüş gözlerimizi, kör olmuşuz hakikatlere karşı. Ancak perde biraz aralanınca, hastalık ve musibetlerle fark ediyoruz ölümü, çevremizdeki kıyımı. Ve başlıyor ölüm korkusu, titriyoruz adeta. Ölümün bilinmezliği korkutuyor belki de bizi, bilmiyoruz çünkü ölümü. Görmek, bilmek istememişiz bunca zaman. Geçmişe uğrayıp baksak hâlbuki ne çok yakınımızı uğurlamışız ahirete. Onlar ölüyorlar mıydı? Ölüm, ölüm böyle bir şeydi demek. Yazıklar olsun bize bunca zaman neyden korktuğumuzu bile bilmiyormuşuz. Nereden ve niçin geldiğimizi, nereye gittiğimizi unutmuşuz, Allah’ı unutup da Allah’ın da kendilerini kendilerine unutturduğu gafiller gibi miyiz yoksa bizde?
Ölümü hayal edebilir miyiz? İnsan kaç kere ölür ki bu fani dünyada diye düşünürken seyirci kaldığımız, şuursuzca izlediğimiz ölüm haberleri belirir zihinlerimizde. Neden öldüklerini, öldürüldüklerini hiç merak etmediğimiz, engel olmadığımız masum çocuklar, kadınlar, insanlar gelir hatırımıza. Ve başlarız ölümü hayal etmeye. Biz de ölünce başkaları izleyecek mi sadece? Koşup gelmeyecek mi sevdiklerimiz, çocuklarımız, eşimiz? Engel olamayacaklar mı ölümümüze? Engel olmayacaklar mı kabrin içine girmemize?
Ölümü hayal ve tasavvur etmek... Ancak "uyku" gibi ölüme benzeyen hâdiselerin yardımıyla, bir derece ölümü tasavvur edebiliriz. Fakat hiç hayale, faraza lüzum kalmadan herkes bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse, asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse, dünyanın ölümünü de müşahede eder diyor Bediüzzaman Hazretleri.
Zor bir şey ölümü hayal etmek. Çünkü bu zamana kadar hep fısıltılarla konuşulmuş ya da konuşulmamış ölüm. Kaçmışız ondan ürkütücü, çirkin görmüşüz. Benim zihnime ölüm deyince asık suratlar, ağlayan, ağıt yakan, dövünen kadınlar geliyor hep. Haftalarca süren bir matem havası, yıllarca mutlu olmaması gereken, yas tutması gereken eş ve çocuklar geliyor. Hâlbuki korkunç ve üzücü olan bizlerin ölüme verdiğimiz durum sadece. Bakın ehl-i iman için ölüm, "vazife-i hayat külfetinden bir terhistir; hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat alan ubudiyetten bir paydostur; hem öteki âleme gitmiş yüzde doksan dokuz ahbab ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir; hem hakiki vatanına ve ebedi makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır; hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna bir dâvettir; hem Hâlık-ı Rahiminin fazlından, kendi hizmetine mukabil, ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir." Ölüm, firak değil, visaldir, tebdil-i mekândır, bâki bir meyveyi sünbül vermektir; rahmet ve saadetin bir mukaddemesidir.
Ölmeden ölümü yaşayanlar var, mezarını kazıp içinde yaşayan âlimler. Öldüklerini tasavvur edip kefenlerini giydiklerini hayal ederler, kabre konulurlar. Ölümü arzu ederler, özlem duyarlar. Çünkü mahiyetini kavramışlardır ölümün. Ben de hayal ediyorum ölümü mü? Kapıyorum gözlerimi, dünyayı bir kenara bırakıyorum birkaç dakika. Şimdi ölüyorum. Tam ölürken hayatım boyunca duyduğum şu sözler geliyor hatırıma. Ölmeden önceki son birkaç saniye içinde tüm hayatımız bir film şeridi gibi akıp geçermiş hani. Ben ölmeden önce şunları gördüm: Çocukken, dağa tırmanırken zirveye önce varmaya çalışan ama başaramayan bir çocuk gördüm. Evimizin önündeki dut ağaçlarından sokağı kaplayan sarı sarı yapraklar düşüyordu. Kalabalıklar içinde kaybolmuş bir çocuk köşeye sinmiş ağlıyordu ‘Anne’ diyerek. Sonra annemin ellerini gördüm buruş buruştu, kâğıt parçasını andırıyordu. Okulun kapısından ilk defa girişimi gördüm. Sonra da mezuniyet törenimde kepimi atışımı... Ve öldüğümü gördüm. Sonra geride bıraktığım ailemi, arkadaşlarımı, dostlarımı hayal ettim. Ağlayan annemi ve dik durmaya çalışan gözyaşlarını içine akıtan babamı... Kardeşlerimin bazıları yoktu ama arkadaşlarım… Bilet mi bulamamışlardı? Hayal ettim cenazemdekileri, arkadaşlarımı, dostlarımı bir, iki, üç, beş sonra görebilir miyim diye tereddüt ettim diğerlerini. Benim cenazemde de bir matem havası vardı. Ama imtihanım bitmişti artık, birazdan kazılan kabrime de girecektim ve örteceklerdi üzerimi. Dünyada bu kadar zulüm ve kıyım varken, haram ve günahlarla doluyken benim için artık imtihan sona ermişti. Sonra bütün güzellikleri gördüm bir anda, güzel amellerimi gördüm. Üzerime atılan her toprakla kabrim bu güzelliklerle doldu, doldu. Ruhumu sadece ve sadece mutluluk sardı hem de kısacık hayatımın her bir ânı için. Evet, ölümümü hayal ettim. Ve bu dünyanın fani olduğunu daha iyi anladım. Ömrümün ne kadar kısa olduğunu anladım. Hani derler ya ‘Bugün hayatınızın geriye kalan ilk günü, kıymetini bilin.’ diye. Eğer o gün ölecekseniz son gün ve bu son gün her gün olabilir. Bunu bilerek hareket etmeliyiz. Bediüzzaman Hazretleri ne kadar veciz bir şekilde izah ediyor: "Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem ['Allah kimseye gücünden fazlasını yüklemez.' (Bakara Sûresi: 86)] sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır. Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.” (On Altıncı Mektub)
Hayat büyük bir nimet. Ölüm niye daha büyük bir nimet olmasın ki?
***                      
Katıldığımız her faaliyette, en ön safta, daima bizlere şevk ve heyecan veren, ‘Nura Feda Olan Başlar Eğilmez’ ilahisini dillerimizden düşürtmeyen, durmadan, yorulmadan bize rehberlik yapan, Bursa'ya her gelişimizde evinde ağırlayan İhsan Paşalıoğlu Ağabeyimize Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyorum.
Okunma Sayısı: 6837
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı