"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Tesettürün defilesi olur mu?

ZÜBEYDE MERYEM ŞAKAR
13 Mayıs 2018, Pazar 00:37
Allah Teâlâ’nın yarattığı varlıkların içinde ahsen-i takvim olan insanın lâtif yönüdür kadınlar.

İçtimaî ve ferdî hayatta erkeğe nazaran daha hassas ve duygusaldır. Fıtratı bozulmamış her kadın yabancı nazarlardan sıkılır ve kendini muhafaza etmek ister. 

 Bu sebepledir ki onu yaratan, ona suret veren, onu süsleyen kendisine haram olanlara karşı vücudunu setr etmesini emretmiştir.

Bir “inci” kıymetinden dolayı denizin en derininde, sedefinde saklıdır. En kıymetli taşlar toprağın en derininde bulunur. Değerli olan derinlerdedir, saklıdadır. Gözler önüne serilmemiştir, sergilenmemiştir. Allah kadına da Settar isminin tecellisi olarak tesettürüyle bir kıymet biçmiş, onun paha biçilmez payelere yükselmesine vesile kılmıştır.

Allah (cc) yarattığı kulunun fıtratını en iyi bilendir. Bu sebeple “İnsanoğluna kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş, salma atlar, davarlar, ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliliğidir. Oysa varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.”1 buyurur.

Allah (cc) tarafından bir imtihan sebebi olarak sunuldu kadın ve kadının kendi de bir imtihandaydı da çoğu zaman fark edemedi bile. Hz. Adem (as) ve Hz. Havva’dan beri bu böyleydi. 

Bu imtihanı kaybetmenin bedeli ise Cennetten çıkarılmaktı. Bir dar-ı imtihan ise bu dünya insan da elbet bu imtihanda ter dökecekti. Kimi bilmeyerek kaybetti bu sınanmayı, kimi son nefesine doğru hızla giden dünyanın kollarına saldı kendini bilerek. Zamanın duraksız akışında kaybetti yolunu çıkmaz sokaklarda, insanoğlu  kendi elleriyle sarpa sardı kendini.

Zaman geldi, gözlerine haram nazar değer korkusuyla hayat süren, kılı kırk yararcasına hassas yaşayan mü’mineler terk etti yerini gözlerinin güzelliğini çeşit çeşit boyalarla ziyadeleştirip haram nazarlara sunanlara. Hayasından yüzünü göstermeye utanan ninelerin torunları boy gösterir oldu sokaklarda.  

Nefsin putlaştığı noktada dünyevî arzular bir çığ gibi büyüyüp önüne ne çıktıysa kattı günah yumağına. Nur yüzlü anaların modern, tesettürlü  kızları (!) yüzünü pahalı makyaj malzemeleriyle, başörtüsüne uygun renklerle süsleyerek çıktı sokaklara. Makyaj katalogları saatlerce incelenip uzman edasıyla yorumlara tabi tutuldu. Babalar, abiler, eşler, yanında taşıdığı eş, kız, bacı ne kadar güzel olursa başkaları ne kadar beğenirse o kadar mutlu hissetti kendini. 

Bilemediler ki onların tesettürü kendilerinin de tesettürü ve namusuydu. Sonra güzellikle üstünlük kurma yarışmaları düzenlenir oldu Müslüman ülkelerde. Körpecik kızların zihinlerini “kâinatın en güzeli seçilebilme hayalleri” süsledi. Gün geldi süslü, yüzleri boyalı, tırnakları ile kadınlar da başörtüsü takarak çıkar oldu podyumlara. Sözüm ona tesettür defileleri düzenlendi. “Modern zamanlarda böyle olmalısınız” diye empoze edildi safi zihinlere.

Yeni oluşturulan ve tesettür firmalarınca ısmarlanan kapanma şekilleri moda diye baş tacı edildi. Yüzlerce gözün önünde arz-ı endam eyleyen ünlü mankenlerin giydiği tesettür kıyafetleri esir aldı modern dünyanın çıkmazında  bocalayan ve iki dünya arasında bir o yana bir bu yana savrulurken tutunacak dal arayan genç kızları, kadınları. Eksik din eğitimiyle hevasına göre fetva verenler de  türeyince kılıflar uyduruldu. İnandığımız gibi yaşamadığımız için yaşadığımız gibi inanmaya başladık. Bahaneler uydurduk, ahir zaman deyip suçu zamana yükledik.

Biraz daha nefsi tatmin etme, birkaç saatçik daha mutlu olmanın dindarca ifadesiydi belki bunlar. 

Nefsi, fark ettirmeden şımartmaktı. İnsanoğlunun fıtratında vardı ya kendini beğendirme arzusu elbette bir şekilde sızacaktı yüreklerden bu. 

Bunun için tesettür mağazaları ardı ardına açılıp insanoğluna süslü gösterilen dünya metaından bir parça olan giyim kuşam iştahını kabartmaya başladı zaafına yenilenleri.

Tesettürün içi boşaltıldı ve unutuldu hayata hayat katan âyetlerin, hadislerin hükümleri. Kâinatın Efendisi’nin (asm) “Ümmetimin son dönemlerinde giyimli, fakat çıplak birtakım kadınlar olacaktır. Bunların başlarının üstü deve hörgücü gibi bulunacaktır. Ancak onlar Cennete giremez, Cennetin kokusunu bile alamazlar.”2 diye buyurduğu hadiste “Cennetin kokusunu bile duyamayacaklar” dediği bu kadınlar mıydı yoksa? 

“Mü’min kadınlara söyle başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar”3

“Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle, (kendilerini baştan aşağı örten) elbiselerini giyinip örtünsünler, işte böyle giyinmeleri (iffetli) tanınıp da ahlâksızlar tarafından) eziyet edilmemelerine daha elverişlidir. Allah gafurdur.”4 diye defalarca uyardı Rabbimiz oysa. Sanki bu âyetler çok önceki zamanlara ötelerde kalan mü’minelere  hitap ediyordu.

Rasulullah (asm) “Mi’rac Gecesi Cehennemi gösterdiler, çoğunun kadın olduğunu gördüm”5 diyerek kadınların fıtratındaki zaaflara işaret ediyordu.

Genç kızların geniş feraceler giyinip bedenlerinin letafetini saklamak ve olduğundan yaşlı görünmek, hem kendini hem karşısındakini günaha sokmamak maksadıyla bellerine yastık bağladığı devirler çok gerilerde kaldı.

İlim, iman, ahlâk gibi hasletlerin belirlediği güzelliğin yerini modern dünyanın modernist kafalarının belirlediği vücut ölçüleri aldı. Ona uymayan bedenler çirkindi çünkü. Bedenler de bir kalıba göre olmalıydı. Allah’ın yarattığı değil onların belirlediği kalıplar geçerliydi.

Şimdi sormaz mı bir Sütçü İmam çıkıp; “Hangi hain eller çekti hicabımızı ve kim hicap duymamıza sebep oldu hicabımızdan? ”Haya güzeldir kadında olursa daha güzeldir.”6 diyen Güzeller Güzeli’nin (asm) haya ve hayat dersi veren kelâmını kim unutturdu bize?  

Mü’min için örtü bir edepti, örtü bir şuurdu. Hüsnün izharından çok saklamaktı onu hor bakışlardan. Hayanın insan üzerinde tecessüm etmiş haliydi. Kıymeti bu sebepleydi. Heyhat ki kadın kendini yaratanının ona biçtiği pahayı kendi elleriyle düşürünce, sedefinde saklı duran inci hoyrat ellere geçti, sedef kırıldı ve inci paramparça edildi. Ne başlara tac oldu ne bir kıymet ifade edip boyunlara asıldı. Ve kadın modern dünyanın kıskacında bir meta olup kalakaldı ortada. Sahip olan çok oldu, ama sahiplenen olmadı.

Dipnotlar: 

1- Al-i İmran –âyet  14.

2- Ebu Davud Libas 125, Cennet 52.

3- Nur Sûresi, âyet-31.

4- Ahzab Sûresi, âyet -59.

5- Tirmizi.

6- Deylemi.

Okunma Sayısı: 5334
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • GAZİ

    13.5.2018 12:36:10

    Eskinin Anneleri(kadınları) bir başkaydı. Allah razı olsun. Çok güzel bir yazıydı.

  • Müjdat Bayar

    13.5.2018 09:46:26

    Böyle ehemmiyetli bir konuyu işlediğiniz için teşekkür ederim.Suç hepimizin aslında.Şeklen inkişafı manen inkişafa tebdil edemediğşmiz için bu ”üstü kaval altı seşhane” manzaraları ortaya çıktı.Süslü ve mendil kadar örtü(lü)ler arzıendam eyledi.Sizin gibi kardeşlerimizin bu mevzuyu sürekli gündemde tutması, mesele etmesi,inşallah hayırlara vesile olacaktır.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı