Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 06 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Eğitim

Din öğretiminde Risâle-i Nur modeline ihtiyaç var!

İlahiyat Fakültelerinden mezun olan Din Kültürü öğretmen adaylarına bu yolu kapatan YÖK, şimdi de Eğitim Fakültelerinin Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmenliği bölümlerinin ders müfredatlarını alt üst edecek. Böylece YÖK, rahmetli Menderes ve sayın Demirel’in bir emeği olan din ve ahlâk öğretimini oldukça hırpalayacak. Son 10 yıldan bu yana geçen kaos sürecinde, millî görüşün partileşmiş hali olan Refah destekli iktidar oyunlarının, MEB üzerinden gerek imam hatip okullarının ve gerekse mecburî hale geldikten sonra ilk ve ortaöğretimde okutulan Din Dersi ve Ahlâk Bilgisi dersinin nasıl hırpalandığının filmini izliyoruz. Mücadele, milletle devleti barıştıran Demokratlarla, halkı devletten koparma sabıkası olan Halk Partisi düşüncesinin bir mücadelesi iken, ortaya atılan, bugünkü iktidar da dahil, Millî Görüş eksenli siyasal davranışlar, Halk Partisinin ya da o görüşe mensup çevrelerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şeye yaramadı.

Din eğitimi ve öğretimi bu ülkenin en hassas terazisidir. Din ve ahlâk eğitimi resmî kanallardan, eğitim sisteminin bir parçası olarak verilse, birilerinin korku damarları depreşirken, verilmemiş olması, anarşi ve korku toplumunu doğuran kaos ortamlarının oluşmasına, gençliğin her türlü bozuk karaktere bürünmesine neden olabilmektedir. Çünkü bir millet dinsiz yaşayamaz. Özellikle, mayasında inanç varsa, örf ve gelenekleri, sosyal dokusu inancına bağlı olarak gelişmişse, o ulusu bu dokudan uzaklaştırmak oldukça tehlikelidir. Maneviyat olmadan savaşlar alınamaz, başarılar elde edilemez. Nitekim 12 Eylül rejimi, 80 öncesindeki anarşinin bir sebebi olarak din ve ahlâk öğretimi eksikliği olduğunu kabul ettiğinden, bu dersi anayasanın 24. maddesine ekleyerek, ilk ve ortaöğretimde alınmasını zorunlu hale getirmişti. Öte yandan, resmî eğitim dışında, farklı toplumsal baskı gruplarınca verilen din yaklaşımı, radikal unsurların filizlenmesine ve siyasallaşmaya yol açtığından farklı sonuç verebilmektedir. Sol için söylenen “sath-ı mail” yaklaşımı, yanlış sunulan bir imajla, İslâmî kesim için de geçerli olabilmektedir. El Kaide gibi terör örgütlerinin Müslümanlara verdiği zararı herkes biliyor. Medenîlere galebe çalmak iknayla olurken, hayvanlara bile uygulanması sakıncalı olan ve eziyet ihtiva eden icbar ve zorlama yollar önce Müslümanlara zarar verecektir.

Hem devletle millet kaynaşmasını temin etmek ve hem de “Normal” bir din ve ahlâk eğitimi vermek amacıyla, bizim teklifimiz; verilecek olan din yaklaşımının, yani İslâm yorumunun, “yumuşak söz” ilkesiyle, kalplere sevgi, saygı, hürmet ve merhamet telkin eden Risâle-i Nur’un sunduğu tarzın modellenmesiyle gerçekleştirilebileceğidir. Bu, genç nesillere, düşünsellik aşılayan, merhamet ve hürmet duygularını öne çıkaran, yani iman güçlenmesini önceleyen bir yaklaşımdır. Güçlenmiş imanın, siyaset amaçlı bir yapıya dönüşmeden sürekliliğini sağlamak gerekiyor. Bireysel dünyaları sevgi, hürmet ve merhametle doldurduktan sonra, bu yapıyı dışsal olarak, yani yönetsel olarak da desteklemek gerekiyor. Bu da ülkemizin demokratik yapısının güçlenmesi ve AB normlarıyla kaynaşmış bir siyasal yapının Türkiye’de hakim olmasını sağlamakla mümkün olacaktır.

İnsan, hayat merdiveninde hangi basamaklardan tırmandıysa, o basamaklardan da geri iner. Her şey bir dönem moda olur, sonra söner rutine biner, daha sonra da sönüp kaybolur. Moda, gün gelir, demode olur. Sosyolojik olarak, ahlâk da ahlâksızlık da, iyiler de, kötüler de taraftarlarının ağırlığına göre güçlenir. Yapmanın zor, yıkmanın kolay olduğu günümüzde, devlete düşen, yapıcılara destek olmaktır. Yapıcıların, makam ve mevki, şan ve şöhret gibi talepleri olmaz. Onlardan korkmayınız. Siyasî talebi olmaz onların. Onları dinlemek yeterlidir.

B. Sait ÇİFTÇİ

06.06.2006


Bir kalem bir silgidir benim başarı anahtarım

‘Birçoğumuz tutkularımızı izlemekten ve istediğimiz işleri yapmaktan korkarız. Çünkü bu, risk almayı ve başarısızlığa dayanabilmeyi gerektirir. Ama tüm kalbinizle tutkunuzun izinden gitmek, aslında kendi başına bir başarıdır. En büyük yanlış hiç denememektir (Robyn Allan).’

Sınavların yaklaştığı şu günlerde, tüm öğrencileri bir telâş ve heyecan sardı. Şimdiye kadar elinizden gelenin en iyisini yaptınız ve çabalamanız halen devam ediyor. Bazen yeterince çalışmadığınızı düşünüyor veya kendinizi başkalarıyla kıyaslıyorsunuz. Bu da strese kapılmanıza sebep oluyor.

Hayat, henüz üzerine yazı yazılmamış bir kâğıt gibidir. Her yeni öğrendiğiniz bilgi, o bembeyaz kâğıda küçük bir nokta olarak işlenir. Şimdiye kadar öğrendikleriniz, bundan sonra edineceğiniz bilgilerin önsözü olabilir ancak. Başarmak; insanı daha iyisini yapmak noktasında cesaretlendirir. Kendinize sürekli sorular sorun ve şimdiye kadar bu soruların ne kadarına cevap bulabildiğinizi anımsayın. Bazen başarı bize beklediğimizden çok daha yakındır, ama biz başkalarının istekleriyle ilgilendiğimiz için önümüzdeki imkânları göremeyebiliriz.

Sınava hazırlık sürecinde nasıl bir çalışma biçimi uygulamışsanız, çalışmayı bırakacağınız güne kadar aynı biçimde çalışın. Aniden çalışma biçimini değiştirmek ya da taktik değişikliğine gitmek doğru olmaz. Kendinizi programlamalı ve hayatınızı bir düzene koymalısınız. Kahvaltı saatinizi, yatma ve kalkma saatini düzene koyarsanız, hem konsantrasyon eksikliği yaşamaz, hem de rahat olursunuz.

Sınavı sadece bir sonuç olarak değerlendirmemek gerekir. Sınava hazırlık döneminde pek çok bilgiyi öğrenmiş ve kendinizi geleceğe bir adım yaklaştırmış oluyorsunuz. Siz sınavı hayatî kalıplara sokmamalısınız. Sınavda başarılı veya başarısız olunca arkadaşlarınız, aileniz ya da siz değişmiyorsunuz. Sadece sınavı kazanmış ya da kazanamamış oluyorsunuz.

Hayatın anlamını kavrayabilmek için sürekli çabalamak ve umut etmek gerekiyor. Şimdi önünüzde uzanan pırı pırıl geleceğe bakın ve ulaşıncaya kadar kovalayın rüzgârda savrulan başarılarınızı. Umutla, emekle ve şevkle…

06.06.2006


Başarıyı yeniden tanımlamak

Dörtbir yanımızdaki insanlar ve hatta içimizdeki ses, bize başarıyı hep aynı şekilde tanımlıyor, kabul ediyorum. “Başarı, hedeflediğin sonuca ulaşmaktır” diyorlar ısrarla bize. Ve biz de ne yazık ki, mutluluğumuzu bu şekilde tanımlanmış bir başarıya bağlıyoruz. “Ancak hedeflediğim sonuca ulaşırsam, mutlu olabilirim” diyoruz.

Başarıyı en çok engelleyen faktörlerin başında, başarıyı takıntı haline getirmek yer alıyor, biliyorsundur belki. Elbette ki, kazanmaya inanmalıyız, elbette ki başarmak için elimizden geleni yapmalıyız. Ama “Kazanmaktan ve başarmaktan başka çarem yok” takıntısı, beraberinde “Ya kazanamazsam?” kaygısını da getirecektir.

Kendisine bir hedef belirleyip bu hedefe ulaşmak için çabalayan tek canlı türü sadece biziz. Hedefine ulaşamamaktan dolayı ruhu cenderelerde sıkılan tek canlı türü de maalesef biziz. O halde, stres ve kaygıdan uzak bir şekilde, hedefimize yürümek asıl hedefimiz olmalı değil mi?

“Üniversite sınavına hazırlanan öğrenci, dünya olimpiyatlarına hazırlanan bir sporcuya benzer” diyor bir psikolog. “Bilinmesi gerekir ki olimpiyat için bütün rakipleri de hazırlanmıştır. Finalde kupayı alacak oyuncu kaygılardan arınmış, kendinden emin, bütün endişelerini bekleme odasına almış, bütün olumsuz duygu ve düşünceleri çöpe atmış sporcu olacaktır.” Psikolog, sözlerini şöyle bitiriyor: “Üniversiteyi kazanmak isteyen öğrenci de elimden geleni yaptım, bundan sonrası takdir diyerek sınava kadar stresten uzak durmalı, kendini kazanacağına inandırmalıdır.”

Evet, elimizden geleni yapmalı, ama ötesini bir takıntı haline getirmemeliyiz.

Murat ÇİFTKAYA

06.06.2006


Feryat kürsüsü

Merhaba,

Ben yol gitmez, kervan geçmez Anadolu’nun bir ilçesinde (Sinop/Boyabat) çalışan bir eğitim gönüllüsüyüm. Burası benim doğduğum yer değil. Ancak ülkemin her yeri benim memleketim. Güneydoğuda, Marmara’da ve Anadolu’nun çeşitli illerinde çalıştım. Bir çok öğrenci yetiştirdim.

15 yıl boyunca. Şimdi burada bütün dünyası bu ilçe olan öğrencilerim var. Bu öğrencilerimin dünyayı görmesi, ülkesini tanıması ve hayal dünyası olması için bir kütüphane yaptık. Ancak ne yazık ki, kitabımız azdı. Kendi kitaplarımızı kütüphaneye koyduk, ama kütüphane olamadı. Kütüphane olması için kitap gerekiyordu. Sonra bir kampanya yapmak istedim, ülkemin insanı bana kitap gönderir diye ve tam 771318 kişiye üç ay boyunca gece gündüz çalışarak e-posta attım. Ancak gelen kitap çok azdı. Acaba dedim, ülkemin insanına e-postamız gitmedi mi? İşte bu yüzden size tekrar e-posta gönderiyorum. Ne olursunuz sadece bir tane dahi olsa kitap gönderin. Bu çocuklarımıza bir hayal verin. Kitabınız yoksa, siz de arkadaşlarınıza e-posta gönderin ki, benim bu yardım çığlığımı birkaç kişi daha fazla duysun. Umarım bu sefer duyarsız kalmazsınız!

Metin Çalmaz (Okul Müdürü)

Adres: BOYABAT ENDÜSTRİ MESLEK LİSESİ

57200 BOYABAT/SİNOP e-posta ve messenger:[email protected] Tel:03683155645 (Santral)

Lütfen, “www.boyabateml.com”da yardım talebimizi görebilirsiniz!

06.06.2006


Öğretmenlerin maaşı ne kadar?

“Eğitim şart!” cümlesini hep duyar ve söyleriz. Doğrularla yanlışların iç içe girdiği gündelik hayatımızdaki (informal) eğitim bir yana, biçimsel (formal) eğitimi veren öğretmenlerdir.  Toplumun 4 temel direğini ise eğitim, güvenlik, adalet ve sağlık oluşturur. Bunların tümü birbirine bağlı olmakla birlikte subayları-polisleri, yargıçları-savcı-avukatları ve hekimleri eğitim yetiştirir; öğretmenler yetiştirir. İlk-öğretimden üniversiteye, akademilere varana dek öğretmenler…

Toplumu yetiştiren öğretmenleri yetiştirenler de yine öğretmenlerdir! Eğitimi veren, uygulayan öğretmenlerin sorunları çözülmeden dünyanın en iyi eğitim sistemini de getirseniz, eğitim sorunu çözülmez. Her kademedeki öğretmenlerin en temel sorunu ekonomiktir. İşte bazı ülkelerdeki ortalama yıllık öğretmen maaşları :

Japonya: 55.000 $, İsviçre : 70.000 $, İspanya: 40.000 $, Belçika: 39.000 $, Fransa: 43.000 $, İtalya: 35.000 $, Almanya: 50.000 $, İngiltere: 45.000 $, Yunanistan: 30.000 $, Güney Kıbrıs Rum Kesimi : 35.000 $, KKTC : 17.000 $. Bu ülkelerin ortalaması : 41.727 $

Ve ne yazık ki Türkiye: 8.000 $

06.06.2006


Farklı açılardan düşün, doğru karar ver

İnsanoğluna konuşmayı öğrenmesi için iki yıl, dilini tutmayı öğrenebilmesi için altmış yıl gereklidir (Resul Hamzatov). Başkaları seni geçici olarak durdurabilir, ancak sen kendini kalıcı olarak durdurabilirsin (Pan Waid). Dinlemeyi öğren. Çünkü bazı fırsatlar kapıyı çok hafif tıklar (Anonim). Hiç kimse kendine hâkim olamadığı sürece özgür olamaz (Pythagoras). Kalp ne ile doluysa, dudaklardan o dökülür, gider (Goethe). Konuşmak, öğrenmeye yol açar; ama dehanın okulu yalnızlıktır (Gibbon). Öfkenizi tutmak, elinizde başka birisine atmak üzere taşıdığınız sıcak kömüre benzer. Yanan sizsinizdir (Buddha). Keskin nükteler de, keskin bıçaklar gibi sık sık sahiplerinin parmaklarını keser (Arrowsmith).

06.06.2006


Biraz tebessüm

İşte politika budur!

Bir bürokrat, yoksul bir adamı ziyarete gitmiş, demiş ki: “Senin oğlana bir eş bulalım, zamanı geldi artık.” Adam: “Ben hayatımda oğlumun işine karışmadım” demiş. Bürokrat: “Ama demiş, bu kız Koç’un kızı” deyince, adam: “Aaaa... tamam o zaman” diye karşılık vermiş ve kabul etmiş. Sonra bizim bürokrat Koç’un evine gitmiş: “Kızınız için harika bir koca adayı buldum” demiş. Koç şaşırarak: “Ama benim kızım daha çok küçük” diye itiraz etmiş. Bürokrat: “Ama bu genç adam Dünya Bankası’nda başkan yardımcısı” deyince, kızın babası: “Aaaa... tamam o zaman” diyerek duruma hemen razı oluvermiş. Sonunda bizim bürokrat Dünya Bankası başkanını ziyarete gitmiş ve demiş ki: “Başkanım, size harika bir başkan yardımcısı adayı buldum.” Başkan: “İyi, ama benim zaten ihtiyacımdan fazla yardımcım var” deyince, Bürokrat: “Ama bu Koç’un damadı” demiş. Başkan da “Aaaaa... tamam o zaman” demiş.

İşte politika budur...

06.06.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004