Fatih'in çevre fermanı
İnsan, yaratılmışların en saygın ve en seçkinidir. Her şeyin en güzeline ve en değerlisine lâyıktır. Bu yüzden, insan ve insanlık uğruna yapılan her türlü yatırım ve hizmet, faaliyetlerin en makbulü sayılır.
Yeryüzündeki hareket ve olayların pek çoğu insan merkezlidir. Ormanlardan hayvanlara; bitkilerden gezegenlere kadar her şey insanoğluna “bir şeyler” sunma yarışı içerisindedir. Yüce Yaratıcı Kutsal Kitabında bile insanoğlunun değerine dikkat çekmekte ve “Gerçekten Biz Âdem evlatlarını şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasip ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık” [İsrâ (17), 70] buyurmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında, çok saygın kılınan insanoğlunun hayatı ve sahip olduğu bütün varlıklar koruma altındadır. Hatta sağlığını tehdit edecek, rahatını bozacak ve varlığını tehlikeye sokacak her türlü söz, davranış ve eylem yasaklanmıştır.
Kuşkusuz, bütün bunların meşrûiyet ve haklılık kayıtlarıyla kayıtlı olduğunun ifade edilmesi bilinen bir husustur. Elbette, hiçbir şey, “her şeye rağmen” gerçekleştirilecek, diye bir kural söz konusu değildir. Belirlenen geçerli kural ve ilkeler herkesi ve her kurumu bağlamaktadır.
İnsana büyük değer veren özellikle insana hizmeti adeta bir ibadet bilinciyle gerçekleştirenlerden biri de Fatih Sultan Mehmed’dir. Özellikle “Çevre ve sağlık fermanı” bu alanda gerçekten çok dikkat çekicidir.
Fermanın başında, ‘’Ben ki İstanbul Fatihi abd-i aciz Fatih Sultan Mehmed…” diyerek tevazu ve mahviyet içerisinde acizliğini dile getirmekte ve:
“Bizatihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul’un Taşlık mevkiinde kâin ma’lumu’l-hudut olan 136 bab dükkânımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakf-ı sahih eylerim” diyerek, sınırları belli olan dükkânlarının kendi öz helâl malı ve alın teri olduğunu vurgulamakta ve bunları belli şartlarla Allah yolunda vakfettiğini şu ifadeleriyle açıklamaktadır:
“Şöyle ki: Bu gayrı menkulatımdan elde olunacak nemalarla İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki, ellerinde bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokaklara tükürenlerin tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki yevmiye 20’şer akçe alsınlar.” Bu açıklamalarda, insanın sağlığına verilen değerin boyutu ve önemi net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. İstanbul’un her sokağına görevlendirilen ikişer görevli, kireç tozu ve kömür külünü sokaklardaki tükürüklerin üzerine dökecek ve hastalıkların yayılmasına engel olacaklardır. O günün şartlarında başvurulan tedbir küçümsenemeyeceği gibi; görevlilerin maaşları da az değildir. O günün şartlarında, günlük 20 akçe gerçekten iyi paradır.
“Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasb eyledim. Bunlar ki ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar bilâ istisna her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar. Var ise ve şifası orada mümkün ise şîfâyâb olalar, değil ise kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin hastahanelere kaldırılarak orada salah bulduralar” şeklindeki açıklamalar ise, fakir ve muhtacın ayağına nezaket ve nezahet içerisinde götürülen sağlık hizmetinin ne derece ileri olduğunu ortaya koymaktadır. Belli periyotlarla bütün kapıların çalınarak hasta kimsenin olup olmadığının sorulması, varsa ve yerinde tedavisi mümkünse, hastaların bulundukları yerde iyileştirilmesi, durumu ağır olanların ise ücretsiz hastaneye kaldırılması tam sosyal ve adil devlet anlayışının göstergesidir.
“Maazallah herhangi bir gıda maddesi buhranı da vaki olabilir. Böyle bir hal karşısında bırakmış olduğum 100 silah, ehl-i erbaba verile. Bunlar ki hayvanat-ı vahşiyyenin yumurtada veya yavruda olmadığı sıralarda Balkanlara çıkıp avlanabilir ki zinhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalım” ifadeleri ise, hem açlığa karşı tedbir almanın; hem de hayvan haklarına dahi riayet etmenin güzel bir örneğidir. Öyle ya, hem gıda buhranında insanlar aç bırakılmayacak hem de bu maksatla ava gidilirken, hayvanların yumurtlama ve yavrulama dönemlerinde olmamaları da göz önünde bulundurulacaktır.
“Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim imarethanede şehit ve şühedanın harimleri ve Medine-i İstanbul fukarası yemek yiyeler. Ancak yemek yemeye veya almaya bizatihi kendüleri gelmeyüp yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle’’ cümleleri ise, aş hizmeti sunulan fakir-fukaranın rencide edilmemesi; bu maksatla muhtaçları aşevine çağırmak sûretiyle değil; hizmetin ayaklarına götürülmesi; bu esnada bile zamanlamanın iyi yapılması; başka bir deyimle, fakire yemek götürülürken—rencide olmaması için—güneşin loş ve karanlık zamanlarının tercih edilmesi ve bu hususun açıkça deklare edilmesi çok dikkat çekicidir.
Günümüz şartlarında bu fermanı incelediğimizde Fatih’in ileri görüşlülüğü, nezaket ve nezaheti açıkça anlaşıldığı gibi; zamanımızda yapılan yanlış ve ihmallerin boyutu da çok güzel anlaşılmaktadır.
|
Y. Doç. Dr. Cüneyt Gökçe
06.06.2006
|
|
Sünnet-i Seniyye pusulanız olsun
Bizim Aile Dergisi Samsun Temsilciliği tarafından, Yerel Gündem 21 Salonunda, Bizim Aile dergisi yazarlarından Ayşenur Yaşar’ın konuşmacı olarak katıldığı “Risâle-i Nur ışığında Sünnet-i Seniyye” konulu bir konferans gerçekleştirildi. Latife Sağun ve Nazel Benli’nin sunuculuğunu yaptığı konferans Hidayet Eren’in okuduğu Aşr-ı Şerif ve Kâmile Bulut’un âyet mealini okumasıyla başladı. Açılış konuşmasını Bizim Aile dergisi Samsun Temsilciliği adına Kübranur Özer yaptı. Kübranur Özer “Biliyorum ki bugün, iki cihanın en parlak güneşi olan Hakikat-i Muhammediye’yi biraz daha iyi anlamak için bir araya geldik. O sevgililer sevgilisini hakkıyla sevmenin, sevdiğimizi göstermenin bir yolu var: Onun yolunda yürümek, onu taklit etmek, onun gibi yürümek, onun gibi gülmek, onun gibi konuşmak, onun gibi bir kul olmak, onun gibi yaşamak, Peygamberce yaşamak. Efendim sana salat ve selâmlar olsun” şeklinde konuştu.
Doğumuna, kâinatın sevindiği bir Peygamber
Açılış konuşmasının ardından Bizim Aile dergisi yazarlarından Ayşenur Yaşar, izleyicilere “Risâle-i Nur ışığında Sünnet-i Seniyye” konulu konferansını sundu. Ayşenur Yaşar, “Kâinatın Efendisi Muhammed (asm) âlemlere rahmet olarak gönderilmiş ahir zaman peygamberidir. Küfür karanlıkları onun getirdiği nur ile dağılmış, bütün varlıklar o nurla mânâsızlıktan kurtularak mânâ kazanmıştır. Onun için, her şey onunla alakadardır. O, Allah ile kul arasında bir vasıtadır. Bu vasıtaya en güzel teşekkür onu medh-ü senadır. Nitekim Bediüzzaman’da “Bir gün mânâ alemindeyken hayalen Peygamberimizi müşahede ettim. Bir adam bir yere giderken nasıl bir selâm verirse, ben de ‘Elfü elfü salatin Ya resulallah’ demeyi kendimde coşar buldum” derken onu binlerce kere selâmlama ihtiyacı hissediyor” dedi.
Güzel ahlâk bizi ona yakın eder
“Genellikle hepimiz, ‘Allah’ım bizi ve çocuklarımızı Peygamberimizin ahlâkı ile ahlâklandır’ diye duâ ederiz. Çünkü onun ahlâkı Kur’ân ahlâkıydı” diyen Yaşar, Peygamber Efendimiz ‘Yarabbi, suretimi güzelleştirdiğin gibi ahlâkımı da güzelleştir. En iyileriniz ahlâken en güzel olanlarınızdır. Sizin bana en sevimli olanınız ve kıyamet gününde en yakın olanınız güzel ahlâklı olanınızdır’ buyurmuştur. Allah hepimizi onun ahlakıyla ahlaklandırsın” şeklinde konuştu.
Yaşar, “Bediüzzaman’ın ‘Ona iştiyak ve meyil ve muhabbet onun Sünnet-i Seniyyesine yani İslâmiyete uymak iledir. Hususan bidaların istilası zamanında Sünnet-i Seniye’nin küçük bir adabına müraat etmek ehemmiyetli bir takvayı, kuvvetli bir imanı ihsas ediyor’ açıklamalarına atıfta bulunarak, “Sünnet-i Seniyyeye ittibaı kendine âdet eden adatını ibadete çevirir, bütün ömrünü sevaptar semeredar eder. Sünnetin her meselesi pusula gibidir. Size doğru yolu gösterir” dedi.
‘Sünnet-i Seniyye edeptir’
İnsanı vesveselerden ve şeytandan korunmanın, Sünnet-i Seniyye’nin kalesine sığınmakla mümkün olduğunu ifade eden Ayşenur Yaşar sözlerini şöyle tamamladı: “‘Sünnet-i Seniye edeptir’ der Bediüzzaman. Demek ki onun sünnetini terk eden edebi terk eder, Allah’ın lütfundan mahrum kalır, zarara düşer. İnsan ne kadar Resul-i Ekreme benzer onu örnek alırsa, o ölçüde Allah’ın rızasını kazanır ve mutlu olur. İyi bir Müslüman mükemmel bir insan olmanın yolu da buradan geçer.”
Ayşenur Yaşar’ın konuşmasının ardından İlknur Sezgin’in okumuş olduğu ilâhî ile devam eden program, Bediüzzam Said Nursî’nin hayatını anlatan oratoryo ile son buldu. Programın sonunda Düriye Tuzcu, Ayşenur Yaşar’a teşekkürlerini sunarak çiçek takdim etti.
|
Safiye KILIÇ
/ SAMSUN
06.06.2006
|