Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Yasak nasıl kalkar?

ÖDP’nin Kadıköy’de yaptığı 3 bin kişilik miting, Türkiye ölçülerine göre bakılırsa pek önemli bir etkinlik değil. Ne sayı fazla kalabalık ne de düzenleyen parti Türkiye’nin güçlü partilerinden.

Ama eylemin gözlerden kaçırılmaması gereken çok önemli bir yanı var. Belki de tarihi bir yanı... Bu mitingte, zamanında Moskova’ya yollanmaya çalışılanlar, bugün Arabistan’a gönderilmeye çalışanlara ilk kez açık destek verdi.

ÖDP Genel Başkanı Hayri Kozakçıoğlu mitingte yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “Türküz, Kürtüz, Ermeniyiz, Çerkeziz ama bir aradayız. Başörtülüyüz, başı açığız, mini etekliyiz ama bir aradayız. İşte Türkiye bu olmalı... Bazıları ‘git’ diyorlar. Bazı vatandaşlarımıza ‘Suudi Arabistan’a, Kuzey Irak’a git’ diyorlar. Biz onları iyi tanırız. Biz solculara da bir dönem ‘Moskova’ya git’ diyorlardı.”

Bu konuşmada yapılan Kürt ya da Ermeni vurgusunun üzerinde durmuyorum. Önemli görmediğimden değil; sadece yeni görmediğimden. Zira Türkiye’de sol kanat, ben bildim bileli Kürt meselesinde demokratik ve özgürlükçü bir tutum almıştır. Ermeni meselesinde de devletin inkâr politikasına karşı çıkmış, gerçeğin peşine düşmüştür.

Ama yeni olan bir şey var: Kendini sol olarak tanımlayan bir örgüt, Komünistleri Moskova’ya gönderen zihniyetle başı örtülüleri Arabistan’a gönderen zihniyet arasında paralellik kuruyor. Dolayısıyla komünist olma hakkıyla başörtülü bir dindar olma hakkını özdeş görüyor. Her iki hakka da demokrasi açısından sahip çıkıyor.

İşte burada başörtüsünün bir kez daha simge haline geldiğini görüyoruz. Özgürlükçü sol ile totaliter sol arasındaki ayrımın simgesi!

Hatırlıyorum da, Nokta Dergisi Yazıişleri toplantısında yaptığımız ilk türban tartışmasından bu yana 20 yıl geçti. O toplantıdaki herkes bir derece solcuydu ve o şiddetli tartışmada solcular türbana özgürlük isteyenlerle yasak isteyenler şeklinde neredeyse yarı yarıya bölünmüştü.

Ne yazık ki, aradan geçen yirmi yıl boyunca o toplantıdaki dengeler özgürlük aleyhine bozuldu. Sol cenahta yasakçılık eğilimi git gide güç kazanırken, türban takma hakkını savunmak giderek “marjinal” bir tutum halini aldı. Savunanlar şeriatçılıkla, Milli Görüş işbirlikçiliğiyle, en hafifinden gaflet ve dalalet içinde olmakta suçlandı. Bu suçlamalara karşı durup din ve ibadet özgürlüğünü savunmak—özellikle de 28 Şubat gibi demokrasinin Sırat köprülerinden geçerken—iyice cesaret isteyen bir iş halini aldı.

Bu ülkede tarihi olarak, demokrasi mücadelesinde genellikle başı çeken sol kanat, inanç ve ibadet özgürlüğü söz konusu olduğunda topyekun sınıfta kaldı. Kendine ilerici, liberal, solcu, komünist, sosyalist, sosyal demokrat gibi çeşitli adlar veren düzinelerce parti, dernek, sivil toplum örgütü Türkiye’deki bu en yaygın ve en uzun süreli insan hakkı ihlali karşısında yan çizdi. Kimi konuyu susarak geçiştirdi, kimisi sadece mızırdandı, kimisiyse azgın laikçilerle birlikte saldırıya geçti. Ama neredeyse hiçbir sol örgüt dindar insanlara yapılan haksızlıklara cepheden, açık seçik karşı çıkmadı.

Oysa taa en baştan beri sorunun çözümünün anahtarı buydu.

Türban takma hakkı, türban takmayanlar tarafından da savunulmadan çözülemezdi.

Nitekim çözülemedi ve kendisi çözülememekle kalmayıp rejimimizin yumuşak karnı, provokasyona en açık, en zayıf noktası haline geldi. Demokratik rejimi tatil etmek isteyen herkesin istediği anda bir tırmık attığı ve kanattığı açık bir yara oldu.

Bugün geldiğimiz noktada çözüm hâlâ aynı yerde yatıyor ve ÖDP’nin tutumu da zaten bu yüzden önem taşıyor.

Şimdi umudum, ÖDP’nin bu tutumunun, sol kesimde hâlâ son derece etkili olan ideolojik şartlanmanın kırılışının başlangıcı olması... Sol cemaat tarafından afaroz edilmekten çekinip de şimdiye kadar bu temel özgürlüğe sahip çıkmaya cesaret edemeyen kimi sol çevreler ÖDP’nin tutumundan cesaret alabilir. Baş örtme hakkını savunmanın solcu olmakla, ilerici ya da sosyal demokrat olmakla çelişmediği, tam tersine bunun gereği olduğu belki daha rahat kavranabilir. Bu işte bir haksızlık olduğunu hissettiği halde sesini çıkarmaya cesaret edemeyen; aile içinde başka, solcu dost çevrelerinde başka konuşmak zorunda kalan geniş solcu-sosyal demokrat kesimler, üzerlerindeki ideolojik baskının hafiflediğini hissedebilirler.

Fazla mı iyimserim bilmiyorum ama ben bundan sonraki çıkışı KA-DER’den bekliyorum. Zira, kadın haklarını savunan bir kuruluşun, kadınları eğitimden, siyasetten ve kamu alanından dışlayan bu yasak karşısında susmakla içine düştüğü vahim çifte standartla daha uzun süre bir arada yaşayabileceğini sanmıyorum.

Bugün, 27 Haziran 2006

Gülay GÖKTÜRK

28.06.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  AB yoksa reform da yok

  Yasak nasıl kalkar?

  Millete sadakat şerefimizdir

  İstikrarsızlık darbelerin eseri

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004