Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Vakıf faaliyetleri yeniden ele alınmalı

Daha önce yine bu gazetede ve yine bu sütunlarda yazdığım gibi, Türkiye’de bir “vakıf vurgunculuğu” almış başını gidiyor. Vakıfları denetlemekle ve bu vurgunculuğu, başka bir ifadeyle soygunculuğu önlemekle yükümlü olan Vakıflar Genel Müdürlüğü ise, olanları sadece seyretmekle yetiniyor..

Bilindiği gibi, “vakıf kurmak” demek, maddî değerinden yararlanılmak üzere bir mülkü, “Allah’ın mülkü” saymak demektir. Onun içindir ki, vakıflar “temlik” (sahiplendirme) ve “temellük”den (sahiplenme) uzak tutulurlar. Yani, vakıflar hiç kimsenin tapulu malı değildir.

Ecdadımız, halkın arasındaki “sosyal adalet”i yüzyıllarca ve büyük ölçüde vakıflar aracılığıyla sağlamışlardır. Bu kuruluşların imkânlarından sadece muhtaç olanlar yararlanmış, ihtiyacı olmayanların yararlanması bir yana, onlar bu kuruluşlara daima destek vermişlerdir.

Cumhuriyet’ten önce (Osmanlı’da) fıkıh hükümlerine göre yönetilen vakıflar, 1924 yılından itibaren Şeriye ve Evkaf Vekâleti’ne bağlandılar. Bu tarihe kadar “Mazbut Vakıflar” ve “Mülhak Vakıflar” olarak faaliyet gösteren bu kurumlardan, 1935 yılında çıkarılan bir kanunla Mazbut Vakıfların yönetimini devlete, Mülhak Vakıfların yönetimini ise, mütevelli heyetlere bırakıldı. Nihayet, 1967 yılında 903 numaralı kanun çıkarılarak, Medenî Kanun’da yapılan yeni bir düzenleme ile vakıflar bugün geçerli olan yeni bir hukuk düzenine kavuşmuş oldular.

DENETİM, VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ’NDE

Mazbut Vakıfları yönetmek, Mülhak Vakıflarla, Cemaat Vakıflarını ise denetlemek ve de anıtsal eski eserlerle, mabetlerin bakım ve onarımını yapmak için, 1924 yılında ve Başbakanlığa bağlı olarak bir “Vakıflar Genel Müdürlüğü” kuruldu. Ve bu kuruluşa, toplumda “sosyal yardım” amaçlı bir çok görev verildi. Genel bütçeden düzenli ödenek alan ve idaresi altındaki bir çok gayri menkulden de kira geliri sağlayan Genel Müdürlüğün, ayrıca bir de bankası var. Gerçi, bankanın yine banka olan başka ortakları olsa da, kurumun çok büyük gelir kaynaklarının varlığı ortada.

Bu kadar çok gelir kaynaklarına ve yüksek gelire sahip olan, ancak üstlendiği hizmetleri gereği gibi yerine getirmediği anlaşılan Genel Müdürlüğün, denetimi altındaki vakıfları ise, hemen hiç denetlemediği anlaşılıyor. Çünkü, bugün sayıları 6000’i geçmiş olan vakıflardan amacına uygun hizmet veren ve sosyal yardımlaşmaya katkı sağlayanlar parmakla gösterilecek kadar az. Bir çoğunun yolsuzluk batağına saplanmış olması ise, işin cabası.

DERNEKLER KAPATILINCA,

VAKIF KURMAK MODA OLDU

12 Eylül askerî yönetimi, daha önce adı siyasî olaylara karışan dernekleri bahane ederek, bütün dernekleri kapattı. Dernek kurulmasına daha sonra izin verilmiş olsa da, vakıfları daha sağlam görenler, bu defa vakıf kurmaya başladılar.

Vakıf kurmanın amacı, mal ve para toplamak değil, aksine ortaya konan bir mal varlığının hayır amaçlı kullanımıydı, ama onlar tam tersini yaptılar. Yani, kurdukları vakıflar için yardım toplamaya başladılar. Bu arada bazı kamu birimleri de vakıf kurmaya başlayınca, kamu hizmetleri neredeyse paralı hale geliverdi.

Hele, bu iktidar döneminde kapatılan Okul Koruma Dernekleriyle Eğitim Vakıfları, özellikle kayıt dönemlerinde öğrenci velilerini soyup soğana çevirdi.

Ortaya koydukları sembolik para ve mal varlıklarıyla, amaçları ve art niyetleri belli olanlara vakıf kurma izni vermek ve onları denetlememek, hep Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün görevi gereği gibi yapmamasından ileri geliyordu.

İŞTE, BAZI ÖRNEKLER...

“Kamu Vakıfları Vurgunu” başlıklı yazımda da belirttiğim gibi, Türkiye’deki vakıf soygunlarına dair sayısız örnekler var. Meselâ, T.C. Merkez Bankası çalışanları için kurulan ve sermayesinin tamamına yakını banka tarafından ödenmiş olan vakıf, bugün devletin ödediği maaştan başka emeklilerine ayda en az 3 bin YTL (üç milyar lira) ödüyor. Üst düzey mensuplarına ise, ayda 22 bin YTL ile 32 bin YTL arasında değişen miktarda emeklilik maaşı ödeniyor. Vurgunu ya da soygunu görüyor musunuz? Vakıflar Genel Müdürlüğü ortaya çıkıp da, “Bu nasıl vakıf böyle? İnsan, tamamen kendi çıkarı için böyle bir vakıf kurabilir mi?” demiyor, belki de diyemiyor?

Bu müthiş soygun, Başbakanlık Denetleme Kurulunca aylar önce yetkililere rapor edildiği halde, henüz hiçbir işlem yapılmamış olması ise, beni artık şaşırtmıyor. Çünkü, aklıma hep “zincirleme ilişkiler” geliyor.

Türk çocuklarının daha iyi eğitim imkânlarına kavuşması için kurulan Millî Eğitim Vakfı’nın, amacına aykırı olan uygulamalarını da, yine bu sütunlarda yazmıştım. Vakfın, İstanbul, Ankara ve İzmir’de açtığı özel okullarda başarılı, ancak “yoksul” öğrencilerin parasız (burslu) okutulması gerekirken, varlıklı ailelerin çocuklarının da burslu okutulduğunu, artık herkes biliyor. Bunu denetleyeni mi soruyorsunuz? Yok tabiî…

İŞTE, MİDE BULANDIRAN BAŞKA BİR ÖRNEK!

Kalp hastalıklarının teşhis ve tedavisi için kurulan ve İstanbul/Şişli’de faaliyet gösteren Türk Kalp Vakfı (TKV), bugünlerde hizmetleriyle değil, artık yolsuzluklarıyla anılıyor.

Nasıl anılmasın ki? Vakıf, özel uçağı bile olan tanınmış bir ses san'atçısının oğlunun sağlık taramasını “ücretsiz” yapmış. Nasıl mı? Yoksul hastalara uygulanan ve adına “Gratis sistemi” denilen uygulama bu kişiye de yapılmış.

Daha açıkçası bu sanatçı fakir gösterilerek, alınması gereken 818 YTL alınmamış.

Belirlenen yolsuzluk bununla sınırlı değil tabiî. Tahkikatı yürüten müfettişin raporuna ekli listede, vakıftan parasız yararlanan daha bir çok iş adamı, san'atçı ve üst düzey kamu görevlilerinin isimleri var.

Bu Vakfın, Senedi’nin “amaçlar” başlıklı kısmında ise, aynen şöyle yazıyor: “Vakıf, maddî yönden muhtaç ya da yetersiz kişilerin bakım ve tedavilerini yapar veya yapılmasına yardımcı olur.” Bakınız, amaç ne diyor, onlar ne yapıyor?

Öte yandan, yolsuzluk batağına iyice saplanmış olan bu Vakfın, halen 698 milyon YTL (698 trilyon lira) borcuna karşılık, 154 milyon YTL (154 trilyon lira) alacağı varmış. Eh, yolsuzluğu çok olan bir kurumun, borcu da işte böyle çok olur.

İşin daha da ilginç bir yanı var. Vakıf kendisine ait binaların arasında kalan ve kendisine ait olan otoparkı yıllardan beri kiraya veriyor. Aldığı aylık kira ne kadar biliyor musunuz? Sadece 100 ile 350 YTL arasında değişiyor. Bu para bile, yıllarca kiracıdan tahsil edilememiş. Kiracı, acaba kimin yakını?

Bu rapora karşılık, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Vakfın Başkanı’nın görevden alınmasını istemiş. Başkanı, kimin görevden alacağı ise, belli değil. Belli olan bir şey varsa, o da, Başkanın görevine aynen devam edeceği ve yapılan bütün bu yolsuzlukların yakında “örtbas” edileceğidir.

Diğer taraftan, özel üniversite açabilmek için kurulan vakıfların da iyi denetlenmediği ortada. Çünkü, bu vakıfların kuruluş amaçlarına uygun olarak vermeleri gereken burslar, son derece sınırlı. Bu durumda, bu vakıfların sadece kâr etmeyi düşündükleri anlaşılıyor. Hiç değişmeyen yönetim kadroları ise, tam bir “Aile Şirketi”ni andırıyor.

TÜRKİYE’DE, VAKIF FAALİYETLERİ

YENİDEN ELE ALINMALIDIR!

Son 40 yıldan beri, Türkiye’de vakıf faaliyetleriyle ilgili yasal hiçbir düzenleme yapılmadı. Bütün bu olup bitenler karşısında, Vakıflar Genel Müdürlüğü ya görevini yapmıyor, ya da mevzuat yetersiz kalıyor.

İktidar partisinin vakıf kuruluşlarıyla eğer siyasî bir bağlantısı yoksa ve bu ulvî kurumların amacına uygun düzgün işlemesini istiyorsa, vakıflarla ilgili mevzuat yeniden ele alınmalıdır. Vakıf hizmetlerine karşı yalnız iktidar değil, muhalefet partileri de duyarlı olmalıdır.

Özellikle kişisel çıkarlar için vakıf kuranlara ve hizmet yerine yolsuzluk üretenlere karşı, mutlaka yasal bir yaptırım getirilmelidir.

Ama siz, bundan sonra olabileceklere karşı kanaatimi sorarsanız, merak etmeyiniz hiçbir şey değişmeyecektir.

Naci AKAY / (E.) İstanbul Millî Eğitim Müd

16.09.2006


Doğrular olunca

Maç sırasında, maç sonrasında herkeste aynı düşünce vardı. Tigana, doğruları yapınca her şey yoluna giriyor. Trabzon maçında olduğu gibi saçmalayınca da Beşiktaş’a yazık oluyor. Yine herkesin dilinde “Yahu biz bunu görüyoruz da, senede 2.3 milyon euro alan Tigana bunu nasıl göremiyor?” sorusu var.

Evet, Beşiktaş tur için çok önemli bir avantaj sağladı önceki akşamki skorla… Fakat Tigana, doğruları son 15 dakikada ancak buldu. Öncelikle Beşiktaş’ın lideri Ricardinho olur. Maça girdikten sonra takımı rakip kaleye taşıması, taktik anlayışı, arkadaşlarını sahada yönlendirişi gösterdi ki, Ricardinho bu takımın lider futbolcusudur. Sakat olmadığı müddetçe de ilk onbirin değişmez oyuncusudur. Delgado ise, form tutar ve güçlenirse bu takımda yer alabilir ve yıldız olabilir. Tersi bir tercih Beşiktaş’ı rakipler karşısında daima zorlar.

Beşiktaş’ın başka bir gerçeği de şu; Tigana adama yer aramamalı, yerinin sahibi olanı yerinde oynatmalı. Baki stoperdir ve bu mevkide oynarsa verimli olur. Sol bek oynayamaz, oynarsa kendine de, Beşiktaş’a da zarar verir.

Bir de, Gökhan Güleç varken, Bobo oynamaz. Ayağında topları ezen, iki metre yanındaki arkadaşına pas atamayan bir adamın Gökhan’ı kesmesini, onun yerine oynamasını hazmedemiyorum. Mösyö Tigana ise bu adama haftalardır forma veriyor. Yazıktır, günahtır. Önceki akşam bir de Bobo’ya penaltı attırdı(!) Laubali bir vuruşla penaltıyı kaçırınca Beşiktaş avantajını kaybettiği gibi, sıkıntıya da girdi.

Sofya maçında bir başka şey daha anlaşıldı ki, sol önde oynayacak tek adam İbrahim Akın’dır. Akın’da ısrar edilirse, futbolumuz da önemli bir yıldız kazanacaktır. Tigana Bobo’ya gösterdiği sabrı ve verdiği fırsatı İbrahim Akın’dan esirgemesin yeter.

Kleberson’u unuttum sanmayın. Kleberson yine kötü oynadı, çok top kaybetti. Attığı gol ile kendini affettirdi, o kadar.

Netice-i kelam, son 15 dakikadan sonra oluşan takım kadrosu Beşiktaş’ın ideal kadrosudur. Şartlar ve form durumuna göre diğer futbolcular takımdaki yerlerini alabilirler. Lütfen Mösyö Tigana da bu gerçeği görsün ve takımın üstü başıyla fazla oynamasın.

Mehmet SEYDA

16.09.2006


Akaryakıt boykotu

Duyanınız var mı bilmiyorum, 10 Eylül 2006 Pazar günü akaryakıt almama, diğer bir ifadeyle yüksek benzin fiyatlarını boykot etme günüydü. Hem de ne yüksek fiyatlar... Dünya klasmanında birinci. Evet, yanlış okumadınız aşırı pahalı akaryakıt ürünleriyle dünyada bilinen 165 ülke arasında ilk sıradayız. Buna karşılık Gayrisafi Millî Hasıla sıralamasında ülkemizin sırasının 85 olduğunu da hatırlatalım.

Peki diğer ülkelerde, akaryakıt ürünleri bize kıyasla neden ucuz satılıyor? Yoksa diğer ülkeler petrol ürünlerine sübvansiyon mu uyguluyor? Bu ülkelerin hükümetleri, petrol maliyetinin bir kısmını kendi hazinelerinden karşılıyor da benzini tüketiciye daha ucuza mı sunuyorlar? Yoksa kullandıkları petrolü uzaydan mı getiriyorlar? Hayır hiçbirisi değil.

Daha doğrusu biz de bu kadar pahalı olmasının sebebi, petrol hammaddesinin pahalı olması değil, akaryakıt ürünleri üzerinden alınan aşırı yüksek tüketim vergileridir. O kadar yüksek ki, akaryakıt maliyetinin iki katı nispetindedir bu vergiler. Maliye Bakanlığı, ya da daha açık ifadeyle hükümet, bir birim akaryakıt ürününe karşılık iki birim vergi almaktadır. Daha doğrusu bizde pompa başında akaryakıt satılmaz, adeta vergi satılır. Geçen hafta yapılan litredeki 8 Kuruşluk indirim, dünya petrol fiyatlarındaki gevşemeden kaynaklanıyor. Yoksa, Maliye Bakanlığı, akaryakıt ürünleri üzerinden aldığı tüketim vergilerini makul düzeye çekse benzin fiyatları 2 YTL’nin oldukça altına iner.

Bilindiği gibi, son senelerde elektriğe zam yapılmadı. Bu konuda Enerji Bakanını tebrik etmek gerekir. Zira kendisi kolay yolu değil, zor yolu seçmiştir. Elektrik fiyatını zam yaparak artırmak yerine, elektrikte kaçak kullanım oranını düşürmüştür. Kaçak kullanımın azalması elektrik fiyatının sabitlenmesine yaramıştır. Enflasyon sepetinde önemli bir maliyet kalemi olan elektrik fiyatının uzun bir dönem artmamış olması, hiç kuşkusuz enflasyonla mücadelede hükümetin elini güçlendirmiştir.

Hükümet, kaçak elektrikle yapılan mücadelede olduğu gibi, akaryakıt satışlarında yaşanan vergi kaçak ve kayıplarını da en aza indirmek için topyekûn bir seferberlik içine girmelidir. Bu bağlamda Maliye Bakanının çipli akaryakıt ürünü satışına start vermesini bu yollu atılmış bir adım olarak değerlendirebiliriz.

Akaryakıt ürünlerinden alınan yüksek vergi baskısını hafifletmesi tüketiciye daha makul fiyatlarla akaryakıt satılması için gerekli gözükmektedir. Bu makul fiyatın bugün için kurşunsuz benzin için 2 YTL’nin altı olduğu açıktır.

İşin boykot tarafına gelecek olursak; İngiltere’de, bir zamanlar, kuruşla satılan benzin fiyatları artan tüketim vergileri ile 1 Sterlin sınırını aşınca büyük çaplı bir akaryakıt boykotu başlamıştır. Günlerce devam eden tüketici boykotu esnasında insanlar işlerine bir süre yaya gidip gelmiş veya bisiklet kullanmışlardır. Ama sonuç alınmış, benzin fiyatları yine 1 Sterlin sınırının altına inmiştir.

Bizde neden işlemesin. Tüketici Dernekleri ile Sivil Toplum Kuruluşlarının öncülüğünde yeni ve daha uzun soluklu bir boykot başlatılabilir. Amaç tüketim vergilerinin en azından üçte bir indirilmesi ve benzin fiyatının yeniden 2 YTL psikolojik sınırının altına çekilmesidir.

Hakan YILMAZ

16.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004