Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Sivil Toplum

KİM DEDİ? NE DEDİ?

“AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı var”

Türkiye’nin katılımı sürekli tartışma konusu. Türkiye’de reform hızı geçen sene yavaşladı. Ancak, son on yılda sağlanan ilerlemeyi ve Türkiye’ye yönelik taahhüdümüzü göz ardı etmemeliyiz. Bu taahhüt Türkiye’nin AB’ye entegre edilmesinin karşılıklı çıkara dayalı olduğu inancından kaynaklanmaktadır. AB’nin, kendi çıkarları açısından, demokratik, istikrarlı ve giderek müreffeh bir Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Türkiye’nin stratejik önemi Lübnan’daki BM Geçici Görev Gücü’ne (UNIFIL) katılma kararı ile bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Bunun yanı sıra, Türkiye’nin ekonomik dinamizmi, genç nüfusu ve bir enerji merkezi olarak potansiyel kilit rolü gelecekteki refahımıza fayda sağlayacaktır.

Müzakerelerdeki ilerlemeler sadece teknik görüşmelerdeki ilerleyişe değil, her şeyden önce Kopenhag siyasî kriterleri bağlamındaki reformların hızına bağlıdır.

Son on iki ayda bu alanda ilerleme sağlanmadı. Türkiye’nin 3 Ekim 2005’te müzakere aşamasında bir ülke olmasıyla beklentiler yükseldi. Bu sebeple Komisyon’un 8 Kasım’da raporunu sunmasından önce yeni girişimlerde bulunulması ve elle tutulur ilerlemeler kaydedilmesi büyük önem taşımaktadır.

İfade özgürlüğü reformların köşe taşıdır. Gazeteciler, yazarlar, yayıncılar ve insan hakları aktivistleri hâlâ “Türklüğe hakaret” gibi belirsiz gerekçelerle ceza kanununun 301. maddesini ihlâl etmekten ötürü adlî soruşturma ile karşı karşıya bulunuyorlar. Elif Şafak’ın geçen haftaki beraatine rağmen, ifade özgürlüğü halen tehdit altındadır. Adlî soruşturmaların dondurucu etkisi gazetecilerin, aydınların ve aktivistlerin yürüttükleri önemli çalışmalara zarar vermektedir. Artık Türkiye’nin ceza kanunundaki sınırlayıcı maddeleri değiştirerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun hale getirmesi zamanı gelmiştir.

Güneydoğu’ya baktığımızda, şiddet sarmalı birkaç yıl önce olağanüstü halin kaldırılmasından bu yana görülen olumlu gelişmelere zarar vermektedir. Terörizm ortak bir düşmandır: Türkiye ve AB, PKK’yı açık bir şekilde kınamaktadır. Bununla birlikte, sadece güvenlik kaygılarına dayalı bir politika bu bölgenin sorunlarını ele almada yeterli değildir.

Sonuç olarak, Türkiye’nin AB’ye katılmak amacı ile demokratik, sosyal ve ekonomik dönüşümünü sürdürmesi karşılıklı çıkarımızdır. Türkiye’nin, sürekli desteğimiz ile başarıya ulaşması durumunda, Türkiye, günümüzde zorlu bir ilişki olarak ortaya çıkan Avrupa ve İslâm arasında daha da güçlü bir medeniyetler köprüsü olabilir. Türkiye bu açıdan önemli bir referans noktasıdır ve bizim kendi geleceğimiz açısından önemlidir.

Komisyon süreç boyunca Türkiye’yi desteklemeye hazır olsa da, sürecin ileriye götürülmesi sonuçta Türkiye’ye bağlıdır. Türkiye’nin AB katılımı yolunda ilerlemesi için daha kararlı reform sürecine ihtiyaç vardır. Bu süreçte - Başbakan Erdoğan’ın önerdiği gibi - Kopenhag siyasî kriterlerinin aslında Ankara kriterleri olarak adlandırılabileceğini hatırlamalıyız. Zira bu kriterler öncelikle Türk vatandaşlarının yararı için vardır, sadece AB’yi memnun etmek için değil.”

(Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn’in 26 Eylül 2006’da Avrupa Parlamentosunda Eurlings raporunun görüşülmesi sırasında yaptığı konuşma.)

02.10.2006


Herkes kendi işini yapmalı

Geçtiğimiz hafta Hakkari’den kulağımızın her gün duyduğu ve vicdanımızın alışamadığından farklı bir haber geldi. Hakkari Dağ Komando Alay Komutanının önderliğinde 500 sivil giyimli er, askerî personel, eş ve çocukları ile birlikte Hakkari’nin ana caddelerinde geniş bir “mıntıka temizliği” yapmışlardı.

Çok şükür ki silâhlı bir çatışma ve şehit haberi değildi. Ama haber ilk anda garip geliyordu. “Hakkari, çöp, belediye, asker aileleri, sivil giyinmiş erler, pankartlar, çöp poşetleri, emir-komuta içinde protesto gösterisi” derken zihin dünyamda birçok kavram birbirine girdi. Özellikle TSK (Türk Silâhlı Kuvvetleri ) ile STK (Sivil Toplum Kuruluşları) kısaltmalarının dizilimleri değişince ifade ettikleri anlamlar da değişmişti.

Görünürde, DTP'li belediyelerinin seçmene hizmet götürmek gibi bir sorumluluk hissetmemeleri, onun hayat kalitesini arttırmak değil de mağdurluğunu başarı ile sömürmek üzerine politika yapmayı tercih etmelerine bir mesaj verilmek istendiği anlaşılmaktadır. Bu mesaja “sivil” bir anlam yüklenmek istenmesi askerî personel, aile ve erlerin üniformalı olmamalarından anlaşılıyor. Fakat, yalnızca üniformasız olmak bir hareketin sivil inisiyatif veya sivil toplum inisiyatifi olmasını sağlamaz. Nitekim Hakkari’de de sağlamamıştır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, onlarca hatadan bir doğru çıkmıyor. Yerel yönetim olarak Hakkari Belediyesi şehir merkezinde yaşayanların hayat kalitesini yükseltmek için ciddi çalışmalar yapma ve sorumlu hissetmek yerine ideolojik ve ayrılıkçılık kokan muhalefeti tercih etmektedir. Muhalefet kolaydır. “Hükümet verse yaparız” sığınılacak en kolay ve ikna edici limandır. Buna ek olarak bölge, iklim, coğrafya, işsizlik, sınır ve güvenlik risklerinin yoğunluğu bu tür muhalefeti güçlendirmiş olsa bile, Hakkari’de yaşayanların çöpleri toplanması, suyun temiz akması, vb belediye hizmetlerini almaya hakları vardır.

Diğer taraftan, bölgenin en büyük askerî amiri iken sivil inisiyatif kullanmak herhalde pek mümkün ve kolay değildir. Bu projenin gerçekten bir sivil inisiyatif ile yürümesi istenmiş olsaydı, subay eşlerinin bir organizasyonu halinde, öğrencilerin, gönüllülerin, tugayın çok sınırlı araç ve personel (sivil olmasına gerek yok) desteği ile önceden basına duyurularak ve halkın katılımının da sağlanması istenerek bir temizlik kampanyası yapılabilirdi. Bu “mıntıka temizliği” Hakkari’ye geçici bir temizlik ve cila sağlamıştır. Halkın desteği sağlanmadığı için tekrarını yapmak ve katılımını sağlamak mümkün değildir. Mızrak çuvala sığmaz misali “Bölücülük yapma işini yap” gibi pankartların sivil kıyafet giydirilmiş erlere taşıttırılması ne kadar yerinde bir uygulamadır?

(Not: Asteğmen veya kısa dönem olarak askerlik yapacağımızın belli olacağı seçme sınavına girdiğimizde bize subayların ilk uyarısı siz artık askersiz toplu olay ve gösterilere katılamazsınız olmuştu. Emir ile olunca serbest oluyor demek ki.) Sonra, bu erler başka hangi işler için sivil kıyafet giyiyorlar? Gazete ve dergilerdeki eleştirilere baktığınızda insanın hepten siniri kalkıyor.

Sivil toplumda üç temel esas vardır; gönüllük, iş bölümü, herkesin kendi sorumluluğunu yerine getirmesi gibi… Olaya bu kriterler açısından baktığımızda gönüllük yerine emir komuta var, iş bölümü yerine “Ben yaptım oldu” var, sorumluluk açısından ise belediye sorumlu olduğu işini yapmamış; diğeri ise sorumluluğu olmadan kendine vazife çıkarmış. Yani hiçbir kritere uymamış. Bu gelişmelerden sonra Hakkari’de herhalde kimse şu iki şeyin olmasını kimse beklemiyor:

*Tugay komutanlığının emir-komuta zinciri içerisinde subay eşlerine Hakkari’yi temizletmesi.

*Hakkari Belediye Başkanının, terör örgütü ile mücadelede Dağ Komando Tugayının yetersiz kaldığını düşünerek, kendi önderliğinde 400 kişilik (belediyenin 400 personeli var) korucu birliği oluşturarak PKK ile çatışmaya girmesi… Ardından pankart taşıması…

Bunlar olacak işler değil. Olmasını istediğimiz işler de değil. Olmasını istediğimiz şey herkesin kendi işi ve sorumluluğunu en iyi ve mükemmel şekilde yapmak için mesaisini tanzim etmesi ve çalışmasıdır.

Son olarak; provokasyonlara gelmeyelim, yol açmayalım, fırsat da vermeyelim. Bu vatanın, milletin birliği ve dirliği için en son atılan imzayı görmek isteyenlerin Çanakkale Şehitliklerine bakması yeter.

Emin Talha KARAMUSA / [email protected]

02.10.2006


Kim önde olacak?

Bir arkadaşım anlatıyor. Kendisi imam kadrosunda, babası da müezzin kadrosunda aynı camide bir müddet görev yaparlar. İnsanlar babasına “Hanginiz namazda önde duruyorsunuz?” diye sorduklarında, babası esprili bir şekilde şöyle cevap verirmiş: “Vallahi, bazen ben önde oğlum arkada, bazen de oğlum arkada ben önde idare edip gidiyoruz.”

Bu anekdot bana ülkemizdeki devlet, siyaset, toplum, asker ilişkilerini hatırlattı. Ülkemiz insanı sanırım bu ilişkileri analiz etmede oldukça tecrübelidir. Herhalde kime sorarsak, “Bazen devlet önde toplum arkada; bazen de toplum arkada devlet önde” ya da “Bazen asker önde siyasetçi arkada; bazen de siyasetçi arkada, asker önde” gibi cevaplar almak mümkündür.

Son gelişmelerle sivil toplum rolüne soyunan askerlerimizi de gördükçe “Bazen askerlerimiz önde sivil toplum arkada, bazen de sivil toplum arkada askerlerimiz önde” gibi cevaplar da alabiliriz.

İşin şakası bir yana, aslında bu tablo yıllardır sürüyor ve ülkenin yaptığı patinajların sebeplerine de ışık tutuyor sanırım.

Halbuki işin doğrusu kimin önde olacağından ziyade; bu topluma ne gibi hizmetlerin verileceğidir, sadece üzerine düşen vazifeyi en mükemmel bir şekilde yerine getirmesidir. Bu da bir sistem dahilinde olacaktır ki, onun adı da demokrasidir. Artık buna inanılmalı ve gereği yapılmalıdır. Yoksa geri kalmış bir ülkede kimin önde olduğunun da o kadar kıymeti harbiyesi olmasa gerek.

Eğer ülkeyi geliştirmek istiyorsak, toplumu bir hizaya sokup, birbirinin ensesine bakma düzeninde, en önde gidenin arkasına dizerek onun hızına mecbur bırakmak yerine, şöyle doksan derece yana dönerek herkesin önünü açmak ve ileri ufuklara özgürce gitmelerini sağlamak gerekir. Çağımız dünyasının yaşamaya başladığı bu duruma Türkiye’de kavuşacaktır.

Şunu da hatırlatmak gerekir ki, artık toplumun ezici çoğunluğu ‘ense yorgunu’ tek sıralı düzenden çoktan beridir yana dönmüş durumda. Çoğu insan kendi ufkunda hızla ilerliyor.

Toplumdan bihaber olan arkadakiler bu gelişmelerden habersiz, öndeki kesimler ise henüz aynı yön ve hızda bir yerlere doğru gidi-yor; toplumdan da uzaklaşıyorlar.

Önde gittiğini sananlara duyurulur…

Prof. Dr. Gürbüz AKSOY / [email protected]

02.10.2006


AB Çerçeve Programları

AB bilimsel araştırmalar ve teknolojik gelişme kapasitesinin ekonomik ve sosyal gelişmeyi de olumlu yönde etkileyecek şekilde güçlendirilmesi için beş yıllık Çerçeve Programları hazırlamakta ve hayata geçirmektedir.

2003-2006 döneminde uygulanan 6. Çerçeve Programı için ayrılan kaynak 19 milyar Euro’yu geçmektedir. Bu kaynağın 2007 itibariyle başlayacak olan 7. Çerçeve Programında iki katına kadar çıkabileceği öngörülmektedir.

AB Çerçeve Programlarından üniversiteler ve araştırma kuruluşlarının yanı sıra sanayi kuruluşları ve özellikle KOBİ’ler de yararlanmaktadır. Destekleyici nitelikteki proje giderlerinin tamamı hibe olarak karşılanırken, teknoloji geliştirmeye yönelik faaliyetlerin yüzde 50’si, uygulamaya yönelik faaliyetlerin de yüzde 30’u oranında hibe verilmektedir.

KOBİ’lerimiz maalesef proje hazırlık aşamasında gerekli işgücünü harcayamamakta bu sebeple bu projelere katılamamaktadırlar. Oysa proje harcamalarının tamamına yakınının hibe olarak alınması ve üstelik hibe ödemesinin çok büyük bir kısmının projenin başında yapılması KOBİ’ler için kaçırılmaması gereken bir fırsattır.

Aslında birçok kişi tarafından, ‘işi büyütmek için karşılıksız para bulma’ gibi anlaşılan çerçeve programlar, Avrupa Birliği için çok önemli hedeflerin taşıyıcısı konumunda. Çerçeve programların karşılıksız, hibe yardımlar olduğu bir gerçek ancak bunu hak edebilmek için, hazırlanacak projenin AB’nin yeni teknolojilerde Amerika ile rekabet etmesine katkı sağlayabilecek niteliklerde olması gerekiyor.

Genelde siyasî ve ekonomik boyutları tartışılan AB oluşumunun aslında en önemli hedeflerinden biri de, bilim ve teknolojide Amerika’nın kesin üstünlüğü ile rekabet edebilmek. Ayrıca, Çin ve Hindistan gibi yeni küresel aktörlerin karşısına, bilimsel birikimi ve yeni teknoloji icatlarıyla dikilebilmek.

Mehtap YILDIRIM / [email protected]

02.10.2006


Çikolata ve militarizm

Barış Girişimi, “Reklâm Özdenetim Kurulu”na başvurarak, savaş, şiddet ve silâh çağrıştıran “Eti/Wanted” reklâmının yayından kaldırılmasını talep etti.

Barış Girişimi’nden yapılan açıklamada reklâmda “Parça tesirli pirinç patlakları”, “Uzun menzilli karamel”, “Kamufle edici sütlü çikolata” ifadelerinin yer aldığı hatırlatılarak, reklâmın yayından ve duvar afişlerinden kaldırılması gerektiği kaydedildi.

Açıklamada, savaş, şiddet, silâh çağrıştıran ve militarist bir dile gönderme yapan bu terimlerini, reklâmı yapanların dikkat çekici bir hoşluk olsun diye kaleme almış olabilecekleri kaydedilerek şu ifadelere yer verildi: “Oysa yanı başımızda her gün insanların öldüğü, silâhların bir an bile susmadığı şiddet dolu bir dünyada, şiddetten arınmış bir dile her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Çocuk ve genç tüketicinin dikkatini şiddet ve savaş çağrıştıran tanımlarla çelmenin doğru olmadığını düşünüyoruz.”

02.10.2006


Bilgi edinme hakkımızı kullanalım

28 Eylül 2002 tarihinden beri dünyada kutlanmakta olan “Bilgi Edinme Hakkı Günü” sebebiyle açıklama yapan STK’lar herkesin bu hakkını kullanması gerektiğine dikkat çekti.

Tüketiciler Birliği: “Özellikle ülkemizde kamu sıradan bir bilgiyi bile kendini erişilmez gibi göstererek bir kral edasıyla bizim bilgimizi bile bizden saklamaktadır. Bizim bilgimizi bizden saklayan bu krallığa ancak Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çerçevesinde yapılacak taleplerle son verebiliriz. Bilgi Edinme Kanunu’nu kullanırsak yolsuzluklara, usulsüzlüklere, bizden gizli çevrilen dolaplara mâni oluruz. Bilgi Edinme Kanunu’nu demokratik toplumların can simididir. Can simidimizi sürekli kullanmakla fonksiyonel hale getirebiliriz.”

TESEV: “Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, iyi yönetişim yolunda “hikmetinden sual olunmaz devlet” anlayışı yerine “vatandaşına hesap veren devlet” anlayışını getiren hukuksal bir çerçeve oluşturmuştur. Ne yazık ki, mevcut sır kültürü anlayışı yanında, kamu görevlilerinin kanun konusundaki bilgisizliği sebebiyle, uygulamada çeşitli sorunlarla karşılaşılmaktadır. Bilgi edinme haklarını kullanarak toplumsal denetim mekanizması yolu ile şeffaf yönetişim taleplerini dile getirecek olanlar bizzat vatandaşlardır. Bu sebeple bu hakkın içeriğinin doğru bilinmesi ve kullanımının yaygınlaştırılması konusunda biz sivil toplum örgütlerine ve basın kuruluşlarına çok önemli bir rol düşmektedir.”

02.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004