Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

“Şimdi Hıristiyanlara izin verirsek...” mantığı...

Şu iki soru günlerin güncel soruları arasında:

-Ayasofya’da Papa ibadet etsin mi?

-Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasına izin verilsin mi?

Başka zamanlarda da Türkiye’de benzer başka sorular gündeme gelir:

-Komünistlere şu özgürlük tanınsın mı?

-Ya masonlar için?

-Eşcinseller için?

Bu sorular karşısında devletin duruşu medyaya genellikle şöyle yansır:

-Tamam onlara o imkanlar sağlanmalı ama, ya emsal teşkil eder, bundan İslamcılar da yararlanırsa...

Bu mantık Ayasofya için şöyle gelişir:

Ayaofya’da Papa’nın diz çöküp ibadet etmesine itirazımız olmaz ama, Papa’ya izin verip Müslümanların orada ibadet etmesine izin vermemek olmaz. Düşünün bir, Müslümanlar da Ayasofya’da ibadet etmeye kalkarsa ne olur?

Bu mantığın Heybeliada süreci ise şöyle olur:

-Tamam, Heybeliada Ruhban Okulu eğitime başlasın. Ama orası eğitime başladığında bunun emsal teşkil etmesi ve bundan sonra İslami grupların da özel eğitim kurumu açmak istemesi karşısında ne yaparız? Nakşi Üniversitesi, yok bilmem Alevi Üniversitesi... Nereye varır işin ucu?

Hatırlayın, 141-142 ve 163’üncü maddelerin kaldırılması tartışmaları yapılırken, itiraz şöyle gelmişti:

141 – 142’yi kaldırmak mümkün. Ama onların gölgesi altında 163 de katılırsa, şeriat propagandası alıp başını gitmez mi?

Biliyoruz, 28 Şubat mantığı meslek liseleri konusunda şöyle işlemişti:

-Bu İmam hatip işi böyle gitmez. Bu gidişi önlemek lazım. Ama tek başına İmam Hatipleri yokedersek bu apaçık adaletsizlik gibi görünür ve halk tepki gösterir. İmam Hatiplerle birlikte meslek liselerinin tümüne yönelik bir tırpan eşit bir tırpan olur ve sırf İHL’ye karşı bir tavrımızın olmadığı anlaşılır.

Bu mantıkla İHL ile birlikte tüm meslek liseleri biçilmiş ve bunun sonucu 8 yıl içinde İHL ile birlikte meslek liselerinin canına okunmuştu.

Tüm bu söylemde şu mantık işliyor:

-Sizin talebinizi yerine getireceğiz ama Müslümanların da benzer talepte bulunma ihtimali olmasa...

Bu mantığın arkasında ilk akla gelen hiç kuşkusuz Müslümanlığın ötekilerden daha “tehlikeli” görüldüğü hususudur.

-Ayasofya yeniden cami olursa...

-Müslümanlar da özel dini okullar açarsa...

-Müslümanların da özgürlük imkanı genişlerse...

Belki şöyle bir şey:

Bu mantığa göre devlet, küçük hacimli topluluklardan oluşan gruplara belli imkanların sağlanmasından tedirgin olmuyor. Buna karşılık Müslümanlara verilecek imkanların nüfusun kapsayıcılığı sebebiyle ülke çapında büyük bir ağırlık kazanacağını, bunun da sistemin karakterini değiştireceğini düşünüyor.

“Sistemin karakteri” denildiğinde de, İslam’a karşı rezervleri bulunan bir yapı öngörülüyor. Sistem, kendini Hıristiyanlığa ya da diyelim Marksizme karşı koruma gereği duymuyor. Ama İslam – Toplum ilişkisi sebebiyle İslam’a karşı bir rezerv her zaman sistemin gündeminde yer alıyor.

Bunun yanında belki bir şeyden daha söz etmek gerek:

-Devlet bilinci, Hıristiyanlıkla ilgili taleplerin arkasında uluslarası güçlerin bulunduğunu, vaktiyle Marksizle ilgili taleplerin varıp Sovyet stratejileriyle buluştuğunu düşünüyor ve aslında onlara da imkan sunmak istemiyordu. Bunun için gerekçe – bahane üretmesi lazımdı ve “Şimdi size verirsek Müslümanlar da ister” söylemini böyle bir gerekçe çerçevesinde üretti. Bu cümlenin arkasında herhalde şu ifadeler vardı: Ülkemizin kendi insanına veya geniş topluluklara vermediğimiz şeyi size mi vereceğiz?

Devlet, “Müslümanlara verme – vermeme” meselesinde benim şu yazımda ortaya koymaya çalıştığım toplum kırgınlığını göğüsleme işini de kendi mantığı içinde şöyle çözmüştü:

-Müslümanlığın bütün talepleri devlet tarafından üstlenilmiştir. Devlet onlar için neyin iyi neyin kötü olduğunu bilir, düşünür ve hayata geçirir. Bir şey vermiyorsa devlet, Müslümanlar onu kendilerinin hayrına yormalıdırlar. Özgürlük kısıtlaması da, Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi de, İslam’ın sınırlı bir hayat alanına sahip olması da...

(...)

Devletin;

-Şimdi Heybeliada’yı açarsak... diye başlayan söyleminde Türkiye’nin menfaatleri adına bir hikmet vardır, diye düşünmeli değil mi?

-Papa’nın Ayasofya’da ibadet etmesine de orayı Müslümanlara da kapayarak mani olabiliyordur belki de...

Tabii bir başka şey daha var:

Türkiye’de laik sistemin kurgusu böyle yapılmış. Devlet kontrolünde din. Bu, devlet ne veriyorsa Müslümanlar onunla yetinmeli anlamına geliyor. Bu tabii, laikliğin muhteva değiştirmesi anlamına da geliyor. Diyanet’in konumu, İHL’ler, zorunlu din kültürü dersleri vs’yi Müslümanlara verilen laiklik dışı bir imkan gibi görenler, devletin dini alan üzerindeki kısıtlamalarına pek bir dikkat etmiyorlar. Belki de İslam adına “Diyet”i reddetmek gerekiyor ama sistem ona da imkan tanımıyor.

Bütün bunlardan sonra şunu söylemek isterim:

-Sizin talebinizi geri çevirmek istemiyiz ama aynı şeyi Müslümanlar da isterse.... tarzındaki bir söylemi, bu ülkenin büyük Müslüman toplumu hesabına çok onur kırıcı buluyorum. Kendi toplumunu yabancı unsurlardan daha tehlikeli bulan bu zihniyet Türkiye’nin temel sancılarından birini oluşturuyor.

ahmettasgetiren.com.tr, 30.11.2006

Ahmet TAŞGETİREN

01.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Medeniyetsiz çağdaşlık

  ‘Ovada siyaset’

  “Şimdi Hıristiyanlara izin verirsek...” mantığı...

  Beton kafalılar

  Sayın Sezer’e Papa’dan… Ve tabiî doksandan!..


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004