Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 07 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Müzakereler nereye gidiyor?

Gündemde dış politikayla ilgili üç önemli başlık yer alıyor: Papa Benedictus’un Türkiye ziyaretinde verdiği siyasi mesajlar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İran ziyareti ve de bu süreçte Avrupa Birliği’nin Türkiye ile müzakereler konusunda alacağı nihai tavır.

***

Bu üç vak'a her ne kadar birbiriyle alakasız gibi görünsede aynı günlere denk gelen bu gelişmeler esasında çok ince bağlar taşıyor.

Öncelikle Papa’nın, Türkiye ziyaretinde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesini istediklerini ve memnun olacaklarını ifade ettiğini hatırlatalım. Her ne kadar Papa, açıklamasına “biz siyasî” değiliz şerhini düşse de, Avrupa Birliği’ne katılım sürecimize verilen bu ‘Papal destek,’ AB’ye üye ülkelerde olumlu sonuçlar doğurmakta. Örneğin Avusturya basınından Der Standard gazetesinde yer alan yazıda, “Roma’da bu strateji değişikliği” ile Avrupa’nın genel politikasının “Türkiye’ye destek” rotasına kayabileceği belirtiliyor. Ancak aynı gazetede bu durumun Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki çıkmazını gideremeyeceği de ifade edilmiş. Bunun Türkçesi; Papa’nın Türkiye’ye destek vermiş olması Türkiye’nin limanlarını açmadan müzakereleri atlatabileceği anlamına gelmiyor…

Peki neden Türkiye limanlarını açmadan müzakereleri tamamlayamıyor. Daha doğrusu neden Türkiye Kıbrıs sorunu çözülmeden müzakere safhasını geçemiyor? Biliyoruz ki AB kriterlerine göre müzakerelerde bütün başlıklar (35 başlık) bitmeden, müzakere süreci kapanmış sayılmıyor. Yine bildiğimiz gibi AB Komisyonu, Kıbrıs sorunu sebebiyle Türkiye ile müzakerelerin 8 başlıkta ‘beklemeye alınması’ tavsiye kararı almıştı. Yani Türkiye tamamen “ucu açık” bir şekilde beklemeye alınabilir. Ta ki Kıbrıs sorununu çözünceye dek…

Türkiye ile AB ilişkilerini bu noktaya getiren ne olabilir? Yani Türkiye’nin Birliğe üyelik sürecinin, Annan Planına, Fin Planına ve onca yıllara bana mısın demeyen ‘Kıbrıs meselesine’ takılı kalmasının sebebi nedir?

Avrupa Birliği esasında 16 Nisan 2003’te Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile katılım anlaşması imzaladığı gün Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecine yönelik en ciddi engelin de altına imzasını atmış oldu. Zira Türkiye’nin daimî vetocusu Yunanistan’dan sonra şimdi AB’de bir de güneyli Rumlar yer alacaktı. Üstelik Rumlar, Birliğe “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında başvuruda bulunmuştu ki, bu da Türkleri adada işgalci konumuna düşürmekteydi. Böylece, birleşme referandumuna ‘Evet’ diyen Türk kesimi cezalandırılmış ve bu da Türkiye’nin AB sürecine derin etki edecek bir sorunu daha da derinleştirmişti.

Atina Haber Ajansının geçtiği bir haberden Rum Yönetimi Lideri Papadopulos ile Yunanistan Dışişleri Bakanı Bakoyanni arasında yapılan görüşmelerde Atina ile Lefkoşa’nın, AB-Türkiye ilişkileriyle ilgili bir ortak hareket planı oluşturduğunu öğreniyoruz. Bunun Türkçesi de ‘Yunanistan ile Rumlar AB üyeliğimize engel olmak için ortak çalışacaklar’ demektir. Yani bu ikili, müzakere başlıklarını durdurma tehdidini kullanarak dış politikada hedeflerini Türkiye’ye AB aracılığıyla yaptırmak isteyebilir.

Avrupa Birliği Yunanistan ile Rumların bu planına izin vermeyerek, Türkiye’nin katılımı konusundaki samimiyetini ortaya koymalıdır. Sonra da taraflar oturup, birbirini bu şekilde tehdit etmeden, Kıbrıs sorununun çözümü için kafa yorabilirler. Bu iki meseleyi birbirine paralel götürmek gerekir, asla birbirine bağımlı olarak değil. Zira aksi bir durumda Avrupa Birliği ile Türkiye arasında iplerin kopmasından endişe duyulabilir.

Türkiye tarafının ise bu konuda tutumu istikrarlıydı. Zira bizzat Başbakan, Avrupa Komisyonu’nun tavsiye kararlarının yumuşatılabileceğini ifade ederek, bu konuda bir “diplomasiye” açık olduklarını ortaya koydu. Yani Kıbrıs konusunda Yunan tarafının blöfünü görmüş oldu.

Öte yandan Avrupa basınında bu durumun Avrupalı bazı liderler tarafından seçim malzemesi olarak kullanıldığı da ifade ediliyor. Bunların başında özellikle Almanya ve Fransa yer alıyor. Almanya’nın dönem başkanlığına girilecek şu dönemlerde Merkel gibi liderler Türkiye’ye sıkıntı çıkarmak isteyebilir. Zira bu tutumlarını milliyetçi seçmenlerin oylarına tahvil etmek isteyeceklerdir. AB’li diplomatlar da “Bu noktada önemli olan Türkiye’nin müzakere sürecinin devam etmesi, önümüzdeki bir iki yıllık kırılgan süreci kazasız atlatmamız. Kıbrıs sorunu devam ettiği sürece, bu sıkıntılar devam edecek. Ancak müzakere süreci devam ederse, Türkiye ve Kıbrıs Rum kesimindeki seçimler sonrasında 2008 yılından itibaren Kıbrıs’ta zaten yeni bir çözüm süreci ortaya çıkacak. Ancak Kıbrıs’ta bir çözüm ile birlikte, Türkiye’nin müzakere süreci yeniden daha dinamik bir şekilde ilerleyebilir” ifadelerini kullanıyorlar (abhaber.com). Bunun anlamı Türk hükümetinin sabırlı olması ve ipleri koparacak duruma getirmemesidir. Ta ki Avrupalı liderlerin aklı başına gelinceye dek.

Bütün bunların yanında Erdoğan’ın İran gezisi var tabii ki. Yazının başında bu konuların birbiri ile derin bağlantısı olduğunu söylemiştik. Büyük resme baktığımız zaman görüyoruz ki, AB ile ilişkilerimizin gerginliğe girdiği bu dönemde Türkiye İran ile görüşmektedir. Biliyorsunuz Türkiye’de AB karşıtları Avrupa Birliği’ne alternatif olarak Rusya ve İran’la yakınlaşmayı tavsiye etmektedirler. Bu mânâda bakıldığında “Türkiye’nin AB ile gerginleştiği bir anda sürpriz bir şekilde Tahran ile temasa geçmesi, acaba Avrupa Birliği’ne bir gözdağı anlamına mı geliyor?” sorularının sorulmasına sebep olabilir. AB tarafı da bu süreci dikkatle izliyor tabiî ki.

Bu arada bu yazıyı kaleme aldığımız sırada Başbakan Erdoğan'ın İran'dan sonra Suriye'ye de benzer bir günübirlik ziyarette bulunacağı ve hemen sonrasında da Lübnan'a geçip Fuad Sinyora ile görüşeceği bu sırada Lübnan'daki Türk askerlerini de ziyaret edeceği açıklandı. Erdoğan'ın İran'dan önce Ürdün ile görüştüğünü de hemen hatırlatalım. Bu olumlu adımlar yukarıda dikkat çekmek istediğim diplomatik girişimlerin birer ayağı olabilir. Tabii ki Türkiye'nin Orta Dogu'da söz sahibi olması ve sürece aktif destek sağlaması da bir başka artıdır.

Siyaset bir satranç oyunudur. Niyetler ve verilen sözler zamanla anlamını yitirebilir, bazen de blöfler yapılabilir. Önemli olan ülke menfaatleridir, son tahlilde duygulara pek yer yoktur. Hükümetimiz de bu konuda stratejik davranmalı ve AB ile denge politikasını yitirmeden, müzakerelere devam etmeyi başarmalıdır. Bu konuda Erdoğan hem kendisinin, hem de Başmüzakereci Babacan ile Dışişleri Bakanı Gül’ün bütün kurmaylarıyla beraber çalışacaklarını ifade etti. Bu kısmî kriz süreci tarafların karşılıklı diplomatik esneklikleriyle yumuşak bir şekilde atlatılmalıdır.

Tabiî ki taraflar samimi ise…

[email protected]

Umut YAVUZ

07.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004