Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 12 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

(İbrahim,) onlara yaklaştı ve vurup kırmaya başladı. Putlarının kırıldığını öğrenen kavmi koşarak ona geldi.

Sâffât Sûresi: 93-64

12.12.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Hediye; kulağı, kalbi ve gözü çeler.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3829

12.12.2006


Kâinattaki adalet, beşere de adaleti emrediyor

Haşrin Mahkeme-i Kübrâsında, mizan-ı âzam-ı adaletinde cin ve insin muvazene-i a’mâllerini istib’âd edip inanmayan, bu dünyada gözüyle gördüğü bu muvazene-i ekbere dikkat etse, elbette istib’âdı kalmaz.

Ey israflı, iktisatsız, ey zulümlü, adaletsiz, ey kirli, nezafetsiz, bedbaht insan! Bütün kâinatın ve bütün mevcudatın düstur-u hareketi olan iktisat ve nezafet ve adaleti yapmadığından, umum mevcudata muhalefetinle, mânen onların nefretlerine ve hiddetlerine mazhar oluyorsun. Neye dayanıyorsun ki, umum mevcudatı zulmünle, mizansızlığınla, israfınla, nezafetsizliğinle kızdırıyorsun?

Evet, ism-i Hakîmin cilve-i âzamından olan hikmet-i âmme-i kâinat, iktisat ve israfsızlık üzerinde hareket ediyor, iktisadı emrediyor.

Ve ism-i Adlin cilve-i âzamından gelen kâinattaki adalet-i tâmme, umum eşyanın muvazenelerini idare ediyor. Ve beşere de adaleti emrediyor. Sûre-i Rahmân’da, “Göğü yükseltip âleme nizam ve ölçü verdi. Ta ki adaletten ve dinin emirlerinden ayrılarak ölçüde sınırı aşmayın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle yerine getirin ve tartıyı eksik tutmayın” (Rahman Sûresi: 6-7) âyetindeki, dört mertebe, dört nevî mizana işaret eden, dört defa mizan zikretmesi, kâinatta mizanın derece-i azametini ve fevkalâde, pek büyük ehemmiyetini gösteriyor. Evet, hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbir şeyde de hakikî zulüm ve mizansızlık yoktur.

Ve ism-i Kuddûsün cilve-i âzamından gelen tanzif ve nezafet, bütün kâinatın mevcudatını temizliyor, güzelleştiriyor. Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor.

İşte, hakaik-i Kur’âniyeden ve desâtir-i İslâmiyeden olan adalet, iktisat, nezafet hayat-ı beşeriyede ne derece esaslı birer düstur olduğunu anla. Ve ahkâm-ı Kur’âniye ne derece kâinatla alâkadar ve kâinat içine kök salmış ve sarmış bulunduğunu ve o hakaiki bozmak, kâinatı bozmak ve sûretini değiştirmek gibi, mümkün olmadığını bil.

Lem’alar, 30. Lem’a, 2. Nükte, s. 303-304

Lügatçe:

İsm-i Adl: Cenab-ı Hakkın adaletle hükmetme manasındaki Adl ismi.

cilve-i âzam: En büyük tecelli, görüntü.

adalet-i tâmme: Tam adalet.

muvazene: Denge.

Mahkeme-i Kübrâ: Büyük mahkeme; Haşir mahkemesi.

mizan-ı âzam-ı adalet: Adaletin en büyük terazisi; Haşir mahkemesi.

muvazene-i a’mâl: Amellerin tartılması

istib’âd: Akıldan uzak görme.

muvazene-i ekber: En büyük terazi, denge.

hakaik-i Kur’âniye: Kur’ân’ın hakikatleri.

desâtir-i İslâmiye: İslamın düsturları.

12.12.2006


Sabırda sabredebilmek -2

—Dünden devam—

Bediüzzaman Hazretleri’nin sabrı üç ana başlıkta toplamak sûretiyle ele alması,4 tarihsel süreçte anlamı daraltılan sabrın, Kur’ân’a ve sünnete uygun mânâ ve kapsamının yeniden nazarlara verilmesi açısından kıymettardır. İstatistiğe dökmenin dikkat çekmesi ve maddeleştirmenin pratikte uygulanabilirliği arttırmasından hareketle, bu hususları sık sık okumak ve zihinlerimizde canlı tutmak, sabrı her gerektiği noktada uygulamak adına önemli ve faydalı olacaktır.

Bunlardan birincisi günahlardan elimizi çekip sabretmektir ki, bu sabır Allah’ın emirlerini yerine getirip günahlardan sakınma anlamındaki takvayı ifade eder. Ve bu sabır kulu “Allah takva sahipleriyle beraberdir”5 âyetinin sırrına mazhar etmektedir.

İkinci sabır ise, musibetlere karşı sabırdır. Allah’a dayanmak ve güvenmek mânâsındaki teslim ve tevekkülü ifade eden bu sabır, uyguladığımız vakit bizleri “Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever”6 ve “Muhakkak ki Allah sabredenleri sever”7 âyetlerinin sırrına mazhar edecektir. İsabet eden felâket karşısında sabrın aksi bir tutum sergilemek ise, Cenâb-ı Hak’tan şikâyet etmeyi, O’nun fiillerini eleştirip rahmetini suçlamayı ve hikmetini beğenmemeyi ifade eder ki, bu da son derece sakıncalı ve şiddetle kaçınılması gereken bir durumdur. Başa gelen fecî durumlarda acziyetten ileri gelen ağlamalar olağan kabul edilebilirse de, tarz ve üslûbumuz ancak ve ancak Hz. Yakub Aleyhisselâmın “De ki: Ben derdimi de, üzüntümü de ancak Allah’a sunarım”8 demesi gibi olmalıdır. Yani şekva O’ndan değil, O’na olmalıdır.

Üçüncü sabır ise, ibadet üzerine sabırdır ki, sabır denildiğinde kelimenin kapsamı içerisinde çok fazla hesaba katılmayan çok mühim bir sabır çeşididir. Öyle ki bu sabır, insanı Allah’ın sevgisini kazanma makamına çıkaracak kadar kıymetli bir sabır halidir. Sabır kahramanı Hz. Eyyub Aleyhisselâmın “Ya Rab, zarar bana dokundu. Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor”9 şeklindeki duâsıyla sergilediği şumûllü sabır da, hem musibetlerdeki, hem de ibadetlerdeki sabra örnek teşkil etmesi açısından dikkate şayandır.

Risâle-i Nur’da sabır ve benzeri ahlâk-ı hasenenin üzerinde özenle durulmasına mukabil bizlere düşen önemli bir vazife de, dünya ve ahiret hayatımızda gerekli her ayrıntıyı Kur’ân ve sünnetteki şekliyle bizlere sunan bu eserlerden istifade ederek uygulamaya çalışmaktır. Bugün kişisel gelişim ismi altında uygulanmaya çalışılan bütün isabetli değerlerin, İslâm ahlâk ve yaşantısının temel bir parçası olduğunu gün gibi görmekteyiz. Bu meyanda farklı gibi gösterilmeye çalışılan bütün faydalı değerler, aslımıza yabancı olmayıp sadece Batı kökenli isimlendirmelerden ibaret olan değerlerdir... İslâmiyetin insaniyet-i kübra olması gerçeğinden hareketle, saadetimize lâzım olan her tavır ve ahlâkı gözümüzün önündeyken ufuklarda aramak ise faydasız ve boşadır. İşte sabır da bunların en önemlilerinden birisidir.

Yine bizim asıl değerlerimizden birisi olan Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin Mesnevî’sinde zikrettiği Hz. Lokman’ın sabrına ilişkin şu manidar satırlar, sabrın Hakk ile beraber anılışını ve eşsiz bir deva oluşunu ustaca dillendirmektedir;

“Lokman; tertemiz, nurlu yüzlü Dâvud’un (a.s.) yanına gitmiş, onun demirden halkalar yaptığını görmüştü.

O yüce padişah, yaptığı çelikten halkaları birbirine takıyordu.

Lokman, zırh yapma san’atını az görmüştü. Bu işe şaştı kaldı; vesveseleri de arttıkça arttı.

‘Acaba bu neye yarar? Kat kat halkalarla ne yapıyor? Kendisinden sorayım mı?’ diye hatırından geçirdi.

Sonra kendi kendine; ‘Sabretmek daha iyidir’ dedi. ‘Çünkü sabır, insanı maksadına çabucak ulaştıran bir kılavuzdur.

Bir şeyi sormayınca, o şey sana daha çabuk açılır. Sabır kuşu, bütün kuşlardan daha hayırlı uçar.

Eğer sorarsan, istediğin daha geç hâsıl olur. Kolay bir şey, senin sabırsızlığın yüzünden zorlaşır.’

Lokman bir zaman sustu, seyretti. Hz. Davud da işini bitirdi.

Sonunda, yaptığı zırhı sabırlı Lokman’ın karşısında giyindi.

‘Yiğidim! Bu zırh, insanı savaşta yaralanmaktan koruyan bir elbisedir’ dedi.

Lokman; ‘Sabır, iyi bir şey; her yerde insana sığınak olur. Her gamı, kederi giderir’ dedi.

Ey filân! ‘Ve’l-asr Sûresi’nin sonunu dikkatle oku da gör: Allah; sabrı Hakk’la beraber andı, sabrı Hakk’a eş etti.

Cenâb-ı Hak, yüzbinlerce kimya, yani tesirli devâlar yarattı, fakat insanoğlu sabır gibi faydalı bir deva görmedi.”10

Mevlânâ Hazretlerinin bu anlattıkları da, musibet yahut farklı bir çok meselede neticeye ulaşma vasıtasının sabır olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Sabırla ilgili söylenebilecek çok şey olmasına karşılık, sultânü’ş-şuarânın hiciv san’atını iş’ar eden şu dörtlüğüyle bahsimizi itmam arzusundayız:

“Sabrın sonu selâmet,

Sabır hayra alâmet.

Belâ sana kahretsin;

Sen belâya selâm et!”11

Sabrın küllî mânâsını idrak edip, sabırla sabredebilmek ve ardından sabırda sabredebilmek duâsıyla…

Dipnotlar:

4- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Yirmi Üçüncü Mektup, Dördüncü sual.

5- Bakara Sûresi, 194

6- Al-i İmran, 159

7- Al-i İmran, 146

8- Yusuf Sûresi, 86

9- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İkinci Lem’a, s.14

10- Mesnevî Hikâyeleri, Haz. Şefik Can, Ötüken Neşriyat, 2003, s. 253

11- Necip Fazıl Kısakürek, Çile, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004, s.78

—SON—

Yasin TOPAL

12.12.2006


Nur'un dilinde Risale-i Nur

Birinci Şuâ

Kur’ân-ı Kerim’de Risâle-i Nur’a işaret eden âyetlerin tefsirinin yer aldığı bir eserdir. Bu eser hakkında Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

“Evet, Eskişehir Hapishanesinde, dehşetli bir zamanda ve kudsî bir tesellîye pek çok muhtaç olduğumuz hengâmda, mânevî bir ihtarla, ‘Risâle-i Nur’un makbuliyetine dâir eski evliyalardan şahit getiriyorsun. Halbuki ‘Yaş ve kuru ne varsa, ap açık bir kitapta yazılmıştır’ (En’am Sûresi: 59) sırrıyla en ziyade bu meselede söz sahibi Kur’ân’dır. Acaba, Risale-i Nur’u, Kur’ân kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?’ denildi. O acip suâl karşısında bulundum.

“Ben de Kur’ân’dan istimdat eyledim. Birden, otuz üç âyetin mânâ-yı sarîhinin teferruâtı nev’indeki tabakattan, mânâ-yı işârî tabakasında ve o mânâ-yı işârî külliyetinde dahil bir ferdi Risâle-i Nur olduğunu ve duhûlüne, medâr-ı imtiyazına bir kuvvetli karîne bulunmasını, bir saat zarfında hissettim; ve bir kısmı, bir derece izah ve bir kısmı mücmelen gördüm. Kanaatimde hiçbir şek ve şüphe ve vehim ve vesvese kalmadı. Ben de, ehl-i imanın imanını, Risâle-i Nur’la muhafaza niyetiyle o kat’î kanaatimi yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartıyla verdim.” (Kastamonu Lâhikası, s. 120)

İkinci Şuâ

“Bu risâle benim nazarımda çok mühimdir. Çünkü, içinde çok mühim ve ince olan esrâr-ı imaniye inkişaf ediyor. Bu risâleyi anlayarak okuyan adam imanını kurtarır inşallah” (Şuâlar, s. 11)

Üçüncü Şuâ

“Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye, vücub-u vücuda ve vahdâniyete delâlet ettiği gibi, hem delâil-i katiye ile rububiyetin ihatasına ve kudretinin azametine delâlet eder. Hem hâkimiyetinin ihatasına ve rahmetinin şümulüne dahi delâlet ve ispat eder. Hem kâinatın bütün eczasına hikmetinin ihatasını ve ilminin şümulünü ispat eder.

“Elhâsıl, bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyenin her bir mukaddimesinin sekiz neticesi var. Sekiz mukaddimelerin her birinde, sekiz neticeyi delilleriyle ispat eder ki, bu cihette bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyede yüksek meziyetler vardır.” (Şuâlar, s. 43)

***

“Kur’ân’dan ve münâcât-ı Nebeviye olan Cevşenü’l-Kebîr’den aldığım bu dersimi, bir ibadet-i tefekküriye olarak Rabb-ı Rahîmimin dergâhına arz etmekte kusur etmişsem, kusurumun affı için Kur’ân’ı ve Cevşenü’l-Kebîr’i şefaatçi ederek rahmetinden affımı niyaz ediyorum.” (Şuâlar, s. 57)

Dördüncü Şuâ

“Risâle-i Nur, sair kitaplara muhalif olarak, başta perdeli gidiyor; gittikçe inkişaf eder. Hususan bu risâlede Birinci Mertebe çok kıymettar bir hakikat olmakla beraber çok ince ve derindir. Hem bu Birinci Mertebe, bana mahsus gayet ehemmiyetli bir muhâkeme-i hissî ve gayet ruhlu bir muâmele-i imanî ve gayet gizli bir mükâleme-i kalbî sûretinde, mütenevvî ve derin dertlerime şifa olarak tebarüz etmiş. Bana tam tevafuk eden tam hissedebilir. Yoksa tam zevk edemez.” (Şuâlar, s. 58)

Fatma ÖZER

12.12.2006


İhlâs-başarı

Ölçülebilir hedefler ve sonuçların konuşulduğu, zirve hedefli başarıların özendirildiği bir dönemden geçiyoruz. Sonuçlarını ölçemeyeceğimiz, somut olarak hedefi vurmayan atışların beyhude olduğunu konuşuyoruz. Okulda notla ve öğretmenlerin takdiriyle başlayıp, iyi bir üniversite tahsilinin ardından kariyer yapılabilecek bol paralı bir iş ve mutlu bir aile yuvası hedeflerine ulaşmak için her türlü tekniği öğrenmeye çalışıyoruz. Kur’ân eksenli düşünmeye ve hayatına yön vermeye çalışan birçok mü’min için bile zihinlerde yer etmiş bu paradigma, ciddi bir problem oluşturuyor; çünkü Kur’ân eksenli düşünüldüğünde, başarının tarifi ciddi bir değişikliğe uğruyor.

Abdiyeti esas alan Kur’ân ekseninde başarının en büyüğü, kulluğun zirvesi olan ihlâstır. Cenâb-ı Hakk’a, kullarını yoldan çıkarma konusunda kafa tutan şeytanın Allah-u Teâlâ nezdinde zarar veremeyeceği kullar ihlâslılardır. Risâle-i Nur’da İhlâs Risâlesi'nden başka hiçbir bölüm için düzenli olarak 15 günde bir okunması yönünde bu derece tahşidât yapılmamıştır. Tüm dünyevî hedeflerin üzerinde en mühim bir esas olarak nitelendirilmiştir ihlâs.

“Sahip olmak” üzerine bir hayat bina etmek yerine ihlâs aslında “olmak” temellidir. Kariyer, maaş, ev, eş, eşya, araba eksenli başarı ölçülerinin tamamı sahip olmak üzerine kurulmuştur. İhlâs ise bir kere kazanılan ve sahip olunabilecek birşey değildir. Ancak ihlâslı olunabilir.

Ölçülebilir de değildir. Hatta binlerce iyi amel işlediği dışardan bakıldığında belli olan birisi dahi, ihlâssızlıkla amellerinin değerini kaybettirdiği gibi ihlâsla bir dirhem amel işleyen birisi onu geçebilir.

Somut-ölçülebilir olmamakla birlikte çok değerlidir ihlâs. Parasını kaybetmemek için saklayan, kariyerini kaybetmemek içi her türlü tehditi görüp tedbir almaya çalışan, sağlığını kaybetmemek için çeşitli önlemler alan insan için, şeytanın elinden almak üzere en fazla uğraştığı ve en fazla muhafaza edilmesi gereken şeydir.

Düşüş ne kadar yüksekten olursa, o kadar tehlikelidir. İhlâs o kadar yüksek bir mertebedir ki, kaçınılması gereken en tehlikeli düşüştür ihlâsı kaybetmek.

Kabiliyetlilerin başarı öyküleri ile gözlerinin boyandığı bir zamanda, kabiliyetten bağımsız olarak başarılabilecek birşeydir ihlâs. Ne sağlık, ne üstün zekâ, ne de üstün becerilere sahip olmayan bir insanın bile kazanabileceği birşeydir. Birçok zayıflıkları olmakla birlikte, kendilerine mertebe itibari ile yetişilemeyen sahabilere o yüksek mertebeyi kazandıran haslettir.

İhlâsı kazanmaktaki en ciddi zorluklardan birisi somut hedeflerle zihni doldurulmuş bizler için, ölçülebilir ve gözle görülebilir bir tarafı olmaması nedeniyle hedefler listemize bir türlü girememesidir.

Ancak, ihlâsın sürpriz bir tarafı vardır:

Ehad olan Allah’ın, kâinatın herbir zerresinde bulunabilmesi gibi, Samed olup, doğurmak ve doğrulmuş olmak gibi beşerî arızaların kendisinde bulunmadığı Zât’ı nokta-i istinad yapabilmek dışında bir kabiliyet gerektirmeden, bir anda ihlâslı olunabilir.

Dolayısıyla, kendisine hiçbir şeyin denk tutulamayacağı Zât’ın rızası dışında hiçbir başarının gerçek başarı sayılması mümkün değildir.

Koray ERYURT

12.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004