Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 31 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Biz halkı istemiyoruz

Yazılanları okuyup, konuşulanları dinledikçe... Hepimiz anayasa hukukçusu olduk.

Anayasa 102. madde, özellikle üçüncü paragraf. Ya da Anayasa 96. madde. Veya teknik terimler:

‘Karar yeter sayısı.’

‘Toplantı yeter sayısı.’

Tüm bunlar neden? Neden olacak... Recep Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanı seçtirmemek için.

***

Deniz Baykal, Erdoğan’ın konumunda olsaydı...

Başsavcı yola koyulur muydu? Ardından anayasacılar sökün eder miydi?

Sanmam. O halde... Amaç hukuksal özen mi, siyasal kavga mı?

***

28 Şubatta mağdurlar hep bir ağızdan şikayet ediyordu:

‘Yargı siyasallaşıyor.’

Şimdi yeni bir trend çıktı. Yani... ‘Siyasetin yargılaşması.’

Muhatabın yolu nasıl kesilir? Siyaseti yargısallaştırarak...

***

Varsayalım iddia edilen yorumlar doğru.

Onlar neydi?

Cumhurbaşkanlığı seçimi için Meclis oturumunun 367 üyeyle açılması lazım.

Cumhurbaşkanlığı seçimi için de aynı sayıda oy gerekir.

Bu sayıyı bulamazsa Meclis kendini fesheder.

Olaya bir de tersten bakalım. Eğer sizin 184 milletvekiliniz var ise...

Ve cumhurbaşkanı seçtirmek istemiyorsanız... Meclis’i feshettirebiliyorsunuz.

‘Meclis’in cumhurbaşkanı seçmesi için 367 milletvekili lazım’ demek ‘cumhurbaşkanlığı seçimi söz konusu olunca 184 milletvekilli bir muhalefet partisi meclisi feshedebilir’ demek aslında.

***

Ankara’nın bürokratik elitleri... Çevre siyasetçilere karşı huruç hareketinde.

‘Çankaya halkın seçtiği de olsa çevreden gelen bir siyasetçiye bırakılamaz.’

Harıl harıl buna çare aranmakta. CHP yeni formülün üstüne balıklama atladı bile.

Darbeci Kenan Evren’in üzerine dikilmiş anti-demokratik bir cumhurbaşkanlığı giysisi kimseyi rahatsız etmedi ama şimdiki başbakanın cumhurbaşkanı olabilme ihtimali eski Ankara’yı huzursuz etmeye yetti.

***

Daha evvel yazdım... Bu, Ankara bürokratik elitinin halka karşı sınıf savaşı.

Amaç halk Çankaya’ya gelmesin.

Biliyorsunuz, cumhuriyet kurulduğunda da Kızılay’da köylüleri jandarma kovalarmış.

Şimdi biraz daha demokratikleştik. Anayasal maddelerini ittirerek halkı Çankaya’dan kovalamaya uğraşıyorlar.

***

Kendilerine benzemeyen birini Çankaya’da görmek istemiyorlar.

Ve, halk onlara benzemiyor. ‘Biz, halkı Çankaya’da görmek istemiyoruz’ da diyemiyorlar.

Ne diyorlar? ‘Anayasa halkı Çankaya’da görmek istemiyor’ diyorlar.

Bir darbe anayasasına pek uygun bir yorum. Tek sorun, bizim darbe anayasasının bile bunu söylememesi.

Bunlar siyaseti yargılaştırmayı bile beceremiyorlar. Onun yerine siyaseti de yargıyı da yalanlaştırıyorlar.

Star, 30 Aralık 2006

Mehmet ALTAN

31.12.2006


 

Çankaya uğruna hukuk krizi

ANAYASA’YA göre Meclis en az üye tam sayısının üçte biri, yani 184 üyeyle toplanır. Cumhurbaşkanı seçmek için, ilk turda sandıkta 367 oy, sonraki turlarda neticeten 257 oy verilmesi lazım.

Şimdi bir iddia icat edildi: Mademki ilk turda seçim için 367 oy lazım, öyleyse toplantının da en az 367 milletvekiliyle açılması şarttır!

Bu iddiayı, Yargıtay eski Başsavcısı Sabih Kanadoğlu Cumhuriyet’teki makalesinde ortaya attı. Bazı anayasa profesörleri hemen destek verdiler. Elbette Deniz Baykal da derhal sahip çıktı.

Bu iddiadan hareketle, “AKP oylarıyla cumhurbaşkanı seçilirse Anayasa Mahkemesi iptal edecektir” diye şimdiden ‘fetva’ veren anayasa profesörleri!..

“Atatürk, yaptığı anayasalarda ‘Türk devleti’ dememiş, hep ‘Türkiye devleti’ demiştir” diyerek, 1924 Anayasası’ndan habersiz olduğunu gösteren anayasa profesörleri!..

Yazdığı akademik kitapta “toplantı yeter sayısı” ile “seçilme yeter sayısı”nın ayrı şeyler olduğunu yazan ama şimdi “Aynı şeylerdir” diyen anayasa profesörleri!..

“Anayasa ihlali” ile “Anayasa’ya aykırılık” arasındaki muazzam farkı fark etmeyen anayasa profesörleri!..

Samimi hukuki kanaat olarak bu iddiayı savunanları tenzih ederim tabii.

Meclis kışla değil

Prof. Hikmet Sami Türk’ün görüşü:

- Sayın profesörler Meclis’in nasıl çalıştığını bilmiyor. Meclis kışla değildir. Yaklaşık iki saat süren oylamada, toplantıya girenler çıkanlar olur. 367’yi toplantı için şart sayarsanız, Meclis hiçbir zaman cumhurbaşkanı seçemez!

Prof. Türk, Özal’ın, Demirel’in, Sezer’in seçildiği oturumların tutanaklarını incelemiş. Hiçbirinde toplantıyı açmak için 367 aranmıyor! Türk’e göre toplantı için 367 vekilin bulunmasının şart olduğunu iddia etmek “ad absurdum”, yani “saçmalığa varan yorum”dur!

DSP’li Prof. Türk’ün gözlemi:

- Sayın Sabih Kanadoğlu’nun, Tayyip Erdoğan’ın seçilmesini önlemek için hukuk yoluyla verdiği savaş, seçimlerde AKP’ye en az yüzde 5 kazandırdı; vatandaşımız mağdurdan yana oluyor. Şimdiki girişimleri de hem hukuken, hem siyaseten yanlıştır!

Anayasa hukukumuzun uluslararası akademik camiada da saygın bir ismi olan Prof. Ergun Özbudun’un sözleri:

- Anayasa’nın 96. maddesine göre Meclis’in toplanması için üye tam sayısının üçte biri yeterlidir. Anayasa, cumhurbaşkanı seçimi için özel bir toplantı yeter sayısı koymadığına göre, bu oran cumhurbaşkanı seçmek üzere Meclis’in toplanması için de yeterlidir.

Prof. Özbudun’un şu uyarısı çok önemli:

- Hukuku belli siyasi amaçlara alet etmek çok sakıncalıdır. Hukuk bugün de yarın da herkes için gereklidir.

Siyasallaşmış hukuk

Türkiye maalesef bu “hukukun belli siyasi amaçlara alet edilmesi”nin krizlerini, acılarını çok yaşadı. Dün Hasan Cemal, güzel yazısında “Medeni Kanun’dan adamı idam sehpasına göndermek” hicviyle bu zihniyeti çok güzel resmetti!

O zihniyet ihtilal fetvası verdi! Geçmişe yürüyen ceza kanunu için fetva verdi! “Bunlar aksi ispat edilinceye kadar suçludur” diye de fetva verdi! “Siyasallaşmış hukuk”un utanç belgeleridir bunlar!

Artık hukukla siyaseti ayıralım. AKP tek başına değil, uzlaşmayla cumhurbaşkanı seçmelidir, “siyasi doğru” budur! “Hukuki doğru” ise, bu Meclis’in üçte birle toplanıp cumhurbaşkanı seçme yetkisine sahip olduğudur.

Milliyet, 30 Aralık 2006

Taha AKYOL

31.12.2006


 

Eğer dâvâ adamı olacaksam

Yeni yılda ne isterim biliyor musunuz? (...) Daha otururken cep telefonum çaldı.

Arkadaşlar, Milli Güvenlik Kurulu Bildirisi’ni okudular.

İlk bakışta, sıradan bir Avrupa Birliği’ne mesaj bildirisi gibiydi.

Ancak bildirinin sonundaki iki kelime dikkatimi çekti.

“Müzakerelerin sürdürülmesinden” söz ediyordu.

MGK, Avrupa’ya açık açık şu mesajı veriyordu: “Eğer Kıbrıs konusunda bize başka ülkelere koymadığınız şartları empoze etmeye kalkarsanız bu müzakereler yürümez.”

Bildirideki cümle dolaylı bir ifadeyle kaleme alınmıştı, ama anlamı tam tamına böyleydi.

Daha iki hafta önce bizzat Dışişleri Bakanı’nın ağzından “Masadan kalkmayacağız” mesajı veren Türkiye, şimdi farklı bir üslupla konuşmaya başlıyordu.

Basit ve yapıcı bir uyarı mı? Yoksa Ankara’daki daha derin bir sıkıntının ifadesi mi?

* * *

Bilmiyorum, ama bu cümle beni korkuttu.

Gerçi bugünlerde, “Ne yani Kıbrıs’ı satalım mı” suçlamasının korkusuyla kimse sesini çıkaramıyor, ama ben yine fikrimi söyleyeceğim.

AB ile ilişkileri geri dönülmeyecek noktaya getirmemeliyiz.

Evet, Kıbrıs konusundaki çifte standart beni de sinirlendiriyor.

Ama Avrupa idealimizi ve istikametimizi devresel öfkelere teminat olarak yatırmamalıyız.

O nedenle yeni yıl için şunu diliyorum: Avrupa Birliği ile ilişkiler inşallah seçim malzemesi yapılmaz.

İnşallah Türkiye bu büyük yürüyüşünden vazgeçmez.

* * *

Jazz Center’dan çıkarken güzel bir gece yarısı başlıyordu. Ortaköy’de uzanan Boğaz’a baktım.

Bu şehrin 21’inci yüzyılda nasıl bir efsane metropol haline geleceğini tekrar gördüm.

Ve kendi kendime bir kere daha yemin ettim.

Hayatımda bir konuda “dava adamı” olacaksam, işte budur.

Yani bu büyük Avrupa yürüyüşünden vazgeçmemek...

Hürriyet, 30 Aralık 2006

Ertuğrul ÖZKÖK

31.12.2006


 

AB’ye tepki yılı

“Yılın nasıl geçti?” diye soranlara “Ok gibi” diyorum. Her birimizin doğum anında yayından çıkan, nerede ve ne zaman düşeceğini bilmediğimiz bir oku var.

Yılı kapatırken sözünü etmek istediğim ise Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinde zamanı simgeleyen ok. Okun yaydan çıktığı an kimilerine göre 1839 Tanzimat Fermanı, kimine göre 1923, kimine göre de 1963 Ankara Anlaşması.. Peki ama, okun hedefi vuracağı o beklenen an hiç gelecek mi? Yoksa o yarı yolda düşecek mi? Ya da hedeften mi sapacak?

Ok hedefe kilitlenmiş giderken dünyadaki atmosfer değişiyor, bu bizim suçumuz değil. 11 Eylül sonrası tüm Batı’da İslam’la ilgili olan her şeye karşı derin bir güvensizlik oluşmaya başladı. İşin bizi ilgilendiren kısmı AB’li kimi liderlerin halkın hissiyatını körükleyerek Türkiye’nin üyeliğini yokuşa sürmeleri. AB’de ırkçılığa varabilen dışlayıcılık karbonat ilaveli hamur gibi kabarıyor. Çok kültürlülükten sert bir sapma ile kültürel yabancı düşmanlığına doğru bir kayış olduğu gözden kaçacak gibi değil.

Bunun karşısında da Türkiye’de neler oluyor? 2006 yılında AB’ye duyulan tepki ile beslenen milliyetçiliğin hızla yükselişe geçtiğine tanık olduk. Üstelik bu tepki sadece adı milliyetçi olan partilerin tekelinde de değil. Baykal liderliğindeki CHP de aynı söylemi benimsiyor.

Bu arada Baykal’ın yabancı diplomatlarla görüşmelerinde “Bekleyin iktidara gelince nasıl AB’ci kesileceğim” dediğine ilişkin duyumlarımız var. Halkı peşinden sürüklemesi gereken liderlerin iktidar uğruna verdikleri popülist tavizler bize zaman kaybettiriyor.

Sonuçta AB’deki Türkiye karşıtları, ülkemizdeki tepkici milliyetçiliği beslemekte gurur duyabilirler...

* * *

11 Eylül sonrasının gerilimli dünyasında Türkiye’nin özgün kimliği ile ister jeopolitik, ister kültürel, ister siyasal ve ekonomik alanlarda olsun Avrupa barışına katkısını görmek liderlik kalitesine sahip olmayı gerektirir. Belki de Avrupa’nın asıl sorunu budur.

2007’de geçen yıl üzerinde pek durulmayan nokta Türkiye-AB ilişkisinin karşılıklı olarak taraflara neler kazandıracağı olmalı.

Bu açıdan bu yazıda sadece enerji konusu üzerinde durmam bile yeterli olabilir. AB’nin enerji ihtiyacı giderek artıyor. Türkiye üzerinden Avrupa’ya artan miktarlarda Hazar ve Ortadoğu gazı taşınacak, 2010’lu yıllardan başlamak üzere özellikle 2020’lerde büyük miktarlara ulaşılacak. Halen Türkiye üzerinden Avrupa’ya gaz taşıyacak iki boru hattının projeleri yürüyor. Yani Türkiye, AB’nin enerji güvenliğinde kilit ülkelerden biri. Türkiye üzerinden taşınan gaz ise Avrasya kaynaklı enerji.

Türkiye AB karşısında öyle çelimsiz bir ülke değil, yeter ki karşı tarafa neler kazandırıp kaybettirebileceğimizin önce kendimiz farkına varalım.

Hepimize şanslı bir yıl diliyorum.

Hürriyet, 30 Aralık 2006

Zeynep GÖĞÜŞ

31.12.2006


 

Ağar, Baykal gibi düşünmüyor

DYP lideri Mehmet Ağar, cumhurbaşkanlığı seçiminde aranacak olan toplantı yeter sayısı konusunda CHP lideri Deniz Baykal gibi düşünmüyor.

Baykal, eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun yorumladığı gibi ilk iki turda 367 katılımın aranması gerekeceği görüşünü incelemeye değer bulmuştu. Hukukçulardan oluşan bir komisyonla inceleme yapacaklarını duyurmuştu. CHP lideri, ayrıca ilk turda 184 milletvekilinin seçime geçilmesi için yeterli görülmesi halinde Anayasa Mahkemesi’ne de gideceklerini açıklamıştı.

DYP lideri Ağar ise, Kanadoğlu’nun ve Baykal’ın yorumunu “zorlama” olarak görüyor. Bu görüşe katılmıyor. Toplantı yeter sayısının 367 olarak aranması halinde daha önce seçilen cumhurbaşkanlarının da tartışmalı hale geleceğini belirterek Anayasa’nın 367 aramadığını savunuyor.

Baykal ve TÜSİAD

DYP lideri Ağar, ana muhalefet lideri Baykal’ı da eleştiriyor. Ağar’a göre Baykal, meydanlara çıkmıyor, halka gitmiyor, erken seçim konusunda TÜSİAD’dan “medet umuyor”, TÜSİAD ise Baykal’ın beklentisinin aksine AKP iktidarını destekliyor, seçimin zamanında yapılmasını savunarak Başbakan’a destek oluyor. Başbakan Erdoğan da TÜSİAD’la aynı çizgide hareket ediyor.

Ağar, bu saptamaları yaptıktan sonra cumhurbaşkanlığı seçiminden önce erken seçime gitmek konusunda hâlâ zayıf da olsa bir “umut” olduğunu belirtiyor.

Ağar’ın beklentisi

Ağar’ın beklentisi, cumhurbaşkanlığı seçiminin Anayasa Mahkemesi’nde sonuçlanması değil, Erdoğan ve AKP yönetiminin “sağduyulu” davranıp cumhurbaşkanlığı seçiminden önce erken seçime gitmeleri.

Hâlâ bu umudu taşıdığını söyleyen Ağar, cumhurbaşkanlığıyla ilgili tartışmaların, ancak seçim yapılması ve yeni cumhurbaşkanını yeni Meclis’in seçmesiyle sona ereceğini savunuyor.

‘Düz ova siyaseti’

DYP lideri Ağar, tartışmalara ve eleştirilere yol açan, “Dağda silahla gezeceklerine düz ovada siyaset yapsınlar” yaklaşımının arkasında duruyor. Güneydoğu’da halkın “huzur” istediğini, “çatışma” istemediğini, bir “çözüm”den yana olduğunu vurguladıktan sonra, DYP iktidarında sorunun çözüleceğini öne sürüyor.

Bu yaklaşımlarının hem Diyarbakır’da hem Denizli’de destek bulduğunu belirten Ağar’a göre, DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün Diyarbakır’dan şikâyetçi olması da bunu gösteriyor. Ağar, bölge halkının çatışma istemediğini, çatışma siyasetine destek vermediğini, bunun DTP’nin son yürüyüşünde ortaya çıktığını, halkın belediye başkanlarının “yüksek siyaset” yapmalarını değil, belediye hizmetlerini görmelerini beklediklerini vurguluyor.

Ağar, “genel af” taleplerine kapalı. Affın, TBMM’nin bile değil, ancak milletin karar verebileceği bir konu olduğunu belirtiyor ve af çıkaranların 2002 seçiminde millet tarafından tasfiye edildiğini düşünüyor.

Milliyet, 30 Aralık 2006

Fikret BİLA

31.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004