Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Şüphesiz İlyas da Peygamber olarak gönderilenlerdendi. Kavmine demişti ki: “Siz Allah'tan korkmaz mısınız?”

Sâffât Sûresi: 123-124

01.01.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Güvenilirliği olmayanın kâmil imânı yoktur, ahdine sadakati olmayanın dine bağlılığı yoktur.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3848

01.01.2007


Bayramda getirilen tekbirler...

Dördüncü Şuâ

İşte, ey tenbel nefsim! Bir nevi miraç hükmünde olan namazın hakikati, sabık temsilde bir nefer, mahz-ı lütûf olarak huzur-u şâhâneye kabulü gibi, mahz-ı rahmet olarak Zât-ı Celîl-i Zülcemâl ve Mâbûd-u Cemîl-i Zülcelâlin huzuruna kabulündür. Allahu ekber deyip, mânen ve hayâlen veya niyeten iki cihandan geçip, kayd-ı maddiyattan tecerrüd edip, bir mertebe-i külliye-i ubudiyete veya küllînin bir gölgesine veya bir sûretine çıkıp, bir nevi huzûra müşerref olup, “İyyâke na’büdü” hitabına, herkesin kabiliyeti nisbetinde, bir mazhariyet-i azîmedir. Adeta, harekât-ı salâtiyede tekrarla Allahu ekber, Allahu ekber demekle kat-ı merâtib ve terakkiyât-ı mâneviyeye ve cüz’iyattan devâir-i külliyeye çıkmasına bir işarettir ve marifetimiz haricindeki kemâlât-ı kibriyâsının mücmel bir ünvanıdır. Güya herbir Allahu ekber bir basamak-ı miraciyeyi kat’ına işarettir. İşte, şu hakikat-i salâttan mânen veya niyeten veya tasavvuren veya hayâlen bir gölgesine, bir şuâına mazhariyet dahi büyük bir saadettir.

İşte, hacda pek kesretli Allahu ekber denilmesi şu sırdandır. Çünkü, hacc-ı şerif, bilasâle herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubûdiyettir. Nasıl ki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta, ferik dairesinde, bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de, bir hacı, ne kadar âmi de olsa, kat-ı merâtib etmiş bir velî gibi, umum aktâr-ı arzın Rabb-i Azîmi ünvanıyla Rabbine müteveccihtir, bir ubûdiyet-i külliye ile müşerreftir. Elbette, hac miftahıyla açılan meratib-i külliye-i Rububiyet ve dürbünüyle nazarına görünen âfâk-ı azamet-i Ulûhiyet ve şeâiriyle kalbine ve hayâline gittikçe genişlenen devâir-i ubûdiyet ve merâtib-i kibriyâ ve ufk-u tecelliyâtın verdiği harâret, hayret ve dehşet ve heybet-i Rubûbiyet, Allahu ekber, Allahu ekber ile teskin edilebilir. Ve onunla, o merâtib-i münkeşife-i meşhûde veya mutasavvire ilân edilebilir.

Hacdan sonra, şu mânâ-yı ulvî ve küllî muhtelif derecelerde, bayram namazında, yağmur namazında, husûf, küsûf namazında, cemaatle kılınan namazda bulunur. İşte, şeâir-i İslâmiyenin—velev Sünnet kabilinden dahi olsa—ehemmiyeti şu sırdandır.

Sözler, s. 182, Y.A.N.

Lügatçe:

tecerrüd: Sıyrılma.

iyyâke na’büdü: Ancak sana ibâdet ederiz. (Fatihâ: 5)

harekât-ı salâtiye: Namazdaki hareketler.

kat-ı merâtib: Mertebeler kesmek, ilerlemek.

devâir-i külliye: Geniş ve umûmî daireler

kemâlât-ı kibriyâ: Sonsuz büyüklük sahibi Allah’ın kemâlâtı.

bilasâle: Bizzat, kendisi, kendi eliyle, asâletiyle.

ferik: General, korgeneral, tümgeneral.

merâtib-i münkeşife-i meşhûde: Görünen, açılıp genişleyen mertebeler.

husûf: Ay tutulması.

küsûf: Güneş tutulması.

01.01.2007


Kur(b)ânî mânâlar...

“(Ey Muhammed) Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” (108/2)… İşte böyle buyuruyor Kevser Sûresi’nde Cenâb-ı Hak. Evvelâ bu âyet iniyor kurban hakkında. Ve sen düşünüyorsun önce. Bu iki kulluk halinin birlikte zikredilişine dikkat kesiliyorsun. Kolayca okuduğun bu sûreyi daha bir anlıyorsun bu bayram. Ve Cenâb-ı Hakk’a tesbih, tâzim ve şükürden sonra, daha bir kolay oluyor kurbanı idrak etmen. Başka hiçbir şey ortak olamıyor kurban hislerine. Yolunda kurban keserken, yoluna kurban olmayı öğreniyorsun. Husûsî dünyana açılan mânâlar öylesine genişletiyor ki kalbini, anlıyorsun ki her bir âyet sadece senin için bile hadsiz sırlara kapı.

Bakara Sûresi’nde “Allah için haccı ve umreyi tamamlayın. Eğer alıkonursanız, kolayınıza gelen bir kurban gönderin” (2/196) buyuruyor Mevlâ. Kolaylığın içinde dahi kolayına gelenin kabul gördüğünü gördükçe, yüzün kalmıyor kaçacak yer aramaya. Yaradan’a yakınlaşmak için edâ ettiğin kurban ibadeti, anlıyorsun ki şükür ve paylaşmak olduğu gibi maksada ulaştıran bir yol aynı zamanda. Bir şükr-ü kesîf. Bir ibâdet-i lâtîf. Mübarek topraklarda sunulan bir diğer alternatif.

Hacc Sûresi’nde “Allah’ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O’nun adını ansınlar…” (22/28) buyuruyor Rahmân. Ve bu defa cüz’î bir fiilindeki kısa bir beyânı tayin edecek kadar nüfûz ediyor sana vahiy. Ve sen her hayrın başında olduğu gibi “Bismillâhi Allâhü Ekber”e çeviriyorsun dilini. Bazen malınla bazen canınla yöneldiğin huzura, bu defa her ikisiyle dönüyorsun yüzünü. Cânân’a müteveccih canındaki muhabbet, candan bir can adamak şeklinde tezâhür eder oluyor. Derken Sûre-i En’am’dan lâtif mi lâtif bir âyet dolanıyor diline tam kurban ederken, “Namazım da, ibadetim de, hayatım da, ölümüm de, Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir” (6/162) diyorsun Efendimiz (asm) gibi. İbrahimî (as) sünneti ihya ettikçe teşrik tekbirleriyle, “Allah” diye nidâ ederken, ne var ne yok feda etmeyi öğreniyorsun.

Rabb-i Rahîm yine aynı âyette “Artık (siz de) bunlardan yiyin; darda kalmış fakire de yedirin” (22/28) buyuruyor. Ve bu kelâm-ı İlâhî öylesine değiştiriyor ki seni; daha önce hep “Nasıl pişirelim?” diye baktığın ziyafetliklere, “Nasıl dağıtalım?” diye bakıyorsun ilk defa. Sevdiğin şeylerden belki de ilk defa fedakârlık ediyorsun bu kadar çok. Kurban ettiğin bir can, ne terbiyeler saklıyor sana ardında, ne hikmetler! Ve bu nadide kulluk tavrın, nefsinin dallarında içtimaî çiçeklere filizleniyor. Ne komşunun açlığı kalıyor artık, ne de “bizden değildir” kaygın. Halka ulaşırken Hakk’a da kavuşur oluyorsun.

Sen de öyle olduğun gibi, senden önce de sıyrılmış değildi beşer mâzîden. Ânı soluyan her nefis, sen misâli istikbâle bakarken mâzî döşeğine yaslanakalmıştır. Vaktiyle bir cemaat vardır meselâ Saadet Asrında. Câhiliye devrinde yaptıkları gibi kestikleri kurbanın etlerini parçalayarak Kâbe’nin etrafına dağıtmaya koyulurlar. Ardından kanını Kâbe’nin duvarına sürmeye kalkışırlar ve tam o sırada şöyle buyurur Cenâb-ı Hak: “Onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır; lâkin O’na (sadece) sizin takvanız ulaşacaktır.” (22/37) Nâzil olan bu âyeti çokça işitti kulakların, farkında ol ya da olma. Kalbine tâlip mânâya çoktan çevirdin dilini ve en azından okuduğun her hatmin bir parçası oldu bu âyet. Ve bu sebebi hususî, hükmü umumî ibret, öylesine silkeliyor ki seni, sıratta Burak olacak ince bir mânâya tâlib oluyorsun yüreğinle. Meftûn oluyorsun… Mecnûn oluyorsun… Belki ilk kez azca verdiğine böbürlenmek yerine, çokça veremediğine mahzûn oluyorsun. Madde dağıtırken mânâ topluyorsun. Lâyıkîyet şartını bırakıp, ziyarete muhtaç ahbâb arıyorsun. Küskün kaldığına selâm ediyorsun. Bir hâl soruyorsun anlam buluyorsun. Baştan başa mânâ oluyorsun.

Tattığın bütün bu ulvî ve latîf duygular, frengî bir sefâhet yumağına rast geliyor 60 küsûr senede bir… Yeni bir yılın başı diye, hazin bir sonun bütün süflî alternatifleri ışık hızıyla yığılıyor önüne. Her nefeste yaşadığın tercih imtihanı onlarca sene sonra üstüne basa basa yaşatılıyor sana. Ve süflî şarkı nidâları çamurunda çırpınadursun, yalnız senin duân yükseliyor yücelere. Dilini en mânidar lâfızlara çeviriyorsun senelik muhâsebenin ardından. Rabbin “…herşeyden alâkanı keserek O’na yönel” (73/8) buyurdu diye sırf, yılbaşı süfliyâtını duâ ulviyâtına çeviriyorsun. Hûdâ diye nidâ ediyorsun. Her şeyini feda ediyorsun. Şükr-ü lezîz eda ediyorsun. Duâ ediyorsun, kıymete eriyorsun.

“Kurban bayramının hayırlara vesile olması,

Yılın her bir gecesinin duâyla dolması,

Milâdî yılın hep bayram kalması duasıyla…”

Yasin TOPAL

01.01.2007


ESMA-İ HÜSNA

Mukallib

Allah (c.c.), Mukallib'dir. Yani, her an her şeyi değiştirmekte, her an her zerre üzerinde akıllara durgunluk verecek ölçüde inkılâplar yapmaktadır. Her şeyin yönünü kemâle doğru çeviren Cenâb-ı Allah'tır. Gece ve gündüz bir biri peşi sıra Cenâb-ı Hak tarafından değiştirilmekte, gece ve gündüz sayfasında yazılan oluşum âyetleri de sürekli ve dâimî bir inkılap içinde halden hale çevirilmektedir. Kullarının kalplerini hayırdan ve hidâyetten yana çeviren ve hayra daha çok kabiliyetli kılan Cenâb-ı Haktır. Mukallib-i Zülcelâl, her şeyi zaman şeridine takarak belli bir âhenk içinde dâimâ yeni ve değişik biçimlerde yaratır.

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) haber verdiği1 Mukallib ismi Kur'ân'da fiil halinde vâriddir. Cenâb-ı Hak Ashab-ı Kehfin mağaradaki uykuları hakkında şöyle buyurur: "Mağara ehli, uykuda iken sen onları uyanık sanırdın. Biz onları sağa ve sola çevirirdik. Köpekleri dirseklerini eşiğe uzatmıştı. Onları görsen, için korkuyla dolar, geri dönüp kaçardın."2

Bedîüzzaman'a göre, Fâtır-ı Zülcelal bir tek hakikatı başka başka sûretlerde göstermek ve kâinatların, âlemlerin ve mevcûtların bir biri peşi sıra vücûda gelmelerine zemin hazırlamak için kudretiyle zerreleri tahrik etmektedir. Yeryüzü bir tarla hükmündedir, neşv ü nemaya ve taze taze mahsulât vermeye kâbil bir sûrette tanzim edilmiştir. Cenâb-ı Hak yeryüzü tarlasında zerreleri tahrik ederek, intizam dâiresinde vazifelendirip her asırda, her mevsimde, her ayda, her günde, hattâ her saatte kudret mu'cizelerinden yeni yeni birer kâinat göstermekte, yeryüzü avlusuna başka başka mahsulât verdirmektedir. Zerrelere hareket vermek sûretiyle sonsuz rahmet hazinelerinin hediyelerini ve sonsuz kudret mu'cizelerinin nümûnelerini göstermektedir.3

Kâinattaki baş döndürücü değişikliklerin maksat ve gayesinin, "Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?" suallerinin cevaplarında gizli bulunduğunu beyan eden Bedîüzzaman, bu soruların hakikatini keşf eden ve beşeriyetin bütün ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde cevaplandıran elçiler göndermenin Cenâb-ı Allah'ın şânından olduğunu4 kaydeder.

Bediüzzaman Saîd Nursî'ye göre Kur'ân kâinattan, güneşin, ayın, yıldızların ve her şeyin her an değişen, her yeni ve taze şekliyle emir dinleyen ve itaat eden birer nefer hükmünde olduğunu zihinlere nakşetmek için bahsetmektedir. Her şey Cenâb-ı Hakkın emrine boyun eğmiştir. Gece ve gündüz, beyaz ve siyah iki hat gibi veya iki şerit gibi bir biri arkası sıra dönerek Allah'ın emrine itaat etmektedir.5 Cenâb-ı Hak isimlerinin tecellîlerini tazelendirmek için her bir ruhu bir model yaparak her sene cesedini değiştirmekte ve taze birer ceset giydirmekte, her bir kitabın nüshasını ayrı ayrı binlerce defa çoğaltmaktadır.6

(Risâle-i Nur'da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Mecmuâtü'l-Ahzab, 2: 258

2- Kehf Sûresi: 18

3- Sözler, s. 507-508

4- A.g.e., s. 63

5- Sözler, s. 384

6- Mektubat, s. 319

01.01.2007


GÜNLÜK (1 OCAK 1960)

Bediüzzaman tekrar Ankara’da (2)

—Dünden devam—

1959 yılının son günüydü. Bediüzzaman’ın kaldığı otelin etrafı, polis tarafından çevrilmiş, kuş uçurtulmuyordu. Ankara son günlerdeki gergin havasındaydı. Tehlikeli bir gerginlikti bu.

1 Ocak 1960 tarihli gazeteler durumu şöyle tasvir ediyordu:

Hürriyet, 1 Ocak 1960

“Otelin içi ve dışı siyasi polis tarafından gözaltında tutulmaktadır. Müritlerinden bereli üç şahıs, polisler tarafından alınarak, Birinci Şubeye götürülmüş ve nezaret altına alınmıştır.”

Otelin etrafındaki ikinci kuşatmayı ise “gazeteci kuvvetleri” yapmıştı. Ankara basını seferber olmuş, Bediüzzaman’ın her adımını izlemeye çalışıyordu.

Gazetecilere mesajı Zübeyir Gündüzalp getirdi: “Millete faydalı, günahsız şeyler yazın.”

Bediüzzaman Ankara’da birileriyle görüşmek istiyor, birşeyler anlatmaya çalışıyordu. Görüşme isteği dikkat çekici bir ölçüdeydi.

Talebesi DP Isparta eski milletvekili Tahsin Tola’yı Ankara Valisine gönderdi. Vali yerinde yoktu. Bu kez savcıya gönderdi. Savcı “Kitaplarını iade ettik” dedi. Görüşmek istemedi. Tahsin Tola’yı tekrar gönderdi. “Ben kitaplar için çağırmadım. Başka mühim bir mesele için çağırdım” dedi. Savcı bu kez korktu, telaşlandı, gitmedi.

Diyalog kapıları bir bir kapanıyordu. Hükümet telaşlanmıştı. Zaten diken üstünde oturan bir hükümet vardı orta yerde.

Güvenlik birimleri İçişleri Bakanı Namık Gedik’in başkanlığında toplandı.

Ulus, 1 Ocak 1960

“İçişleri Bakanı Namık Gedik’in başkanlığında dün gece emniyet ileri gelenlerinin de katıldığı önemli ve uzun süren bir toplantı yapılmıştır. Sızan haberlere göre bu toplantı Said Nursi’nin faaliyetleriyle ilgilidir.”

Haberin devamında ise, zecri tedbirler alma yoluna gidileceği belirtiliyordu.

Gece yılbaşı gecesiydi. İç İşleri Bakanlığında “Said Nursi Toplantısı” yapılıyordu.

50’li yılların son saatleri yaşanıyordu. Artık bir devir sona eriyordu. Kimse farkında değildi, ama bir daha Demirkıratlı yıllar olmayacaktı. Ankara 1960’a nefes nefese giriyordu.

Demokrasinin, bir çok partili denemesinin daha sonuna gelinmişti. Menderesli, Bayarlı, Demirkıratlı dönem kapanıyordu. Fırtınalı geçen bir on yılın ardından acılarla dolu olacak yeni bir döneme adım atılıyordu.

İpler gerilmiş, siyaset tam bir kan davasına dönüşmüştü.

Sivillerin kavgası, ihtilâli besliyordu. Artık ihtilâl gün sayıyordu. İhtilâlin nefesi, demokrasinin ensesindeydi. 1959 yılının başında geçirdiği uçak kazasından kurtulan Menderes’i bu kez rejim kazası bekliyordu. Ama bundan kurtulamayacak, demokrasinin, halka özgürlük ve refah sağlamanın faturasını, darağacında ödeyecekti.

1959 yılı demokrasi açısından kayıp bir yıldı. Bundan öte, çarelerin bir bir tüketildiği, ihtilâlin önündeki engellerin kaldırıldığı bir yıldı. İzmir’de pasif bir görevde, zamanını briç oynamakla geçiren Cemal Gürsel, Demokrat Parti tarafından Kara Kuvvetleri Komutanlığına getirilmiş, örgütte bu sayede tüm kilit noktalarını tutmuştu.

1959 yılı demokrasi açısından ne kadar kayıp bir yıl olduysa, 27 Mayısçılar açısından da o kadar kazançlı bir yıl oldu—hem kadrolaşma, hem de şartların olgunlaşması açısından. Hazırlıklarını tamamlamışlardı. Artık yollar darbeye açılıyordu.

31 Aralık günü her açıdan kasvetli bir gündü. Yılbaşının kendine özgü heyecanı yoktu. Ülke açısından bir devir kapanıp yeni bir devir açılıyordu. Hem de ne devir...

(Serdar Murat, Ankara Siyaseti ve

Said Nursi, s. 20-21, Y.A.N.)

01.01.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Evs Hazretleri yaşlanınca asabileşmişti. Bir gün bir şey hususunda birden bire parlayıp muhtereme eşi Havle’ye, “Sen bana annemin sırtı gibisin, (sen bana artık haramsın denmek isteniyor.)” deyivermişti. Yani zıhar yapmıştı. Zıhar, cahiliye devrinde rastlanan bir boşama çeşididir. Cahiliye inancına göre zıhar yapan kocaya hanımı haram olurdu.

Evs söylediğine bin pişman olmuş, kadını barışmak için kendine çağırmış, ancak kadın bundan sakınarak: “Ruhumu kudret elinde tutan Rabbime kasem olsun, sen o sözü ettikten sonra Allah ve Resulü (asm) hükmünü verinceye kadar sen benim yanıma gelemezsin. Git, Resûlullah (asm)’a danış” demişti. Bu defa Evs:

“Ben utanırım, Resûlullah (asm)’a bunu soramam” deyince, kadın:

“Öyleyse ben sorarım” deyip Peygamber Efendimiz’e (asm) gitti ve şöyle konuştu:

“Ey Allah’ın Resulü, Evs’le evlendiğimizde gençtim, caziptim, vaktaki yaşım ilerledi, birçok evlatları oldu, şimdi beni anası gibi kıldı, kimsesiz bırakıverdi, eğer bana bir ruhsat bulur da beni yine onunla birleştirirsen iyi olur ey Allah’ın Resulü!”

Hz. Peygamber (asm):

“Bu hususta Allah’tan vahiy almadım! Fakat bu durumda geleneklere göre sen boş oluyorsun.” buyurdu. Kadın:

“Vallahi talak zikretmedi!” dedi. Resûlullah (asm) tekrar:

“Haram olmuşsun!” buyurdu. Kadın tekrar tekrar müracaat ederek:

“Kurbanın olayım, nazar buyur ey Allah’ın Resulü!” diye ısrar etti. Hz. Peygamber (asm)’in cevabı değişmeyince kadın Allah’a yönelerek:

“Allah’ım! Yalnızlığımın şiddetinden ve bana zor gelecek olan ayrılmanın acısından sana şikâyet ederim. Küçük çocuklarım var, onları ona bıraksam zayi olacaklar, kendime alsam aç kalacaklar!” diye ağlıyor başını göğe kaldırıyor:”Allah’ım, sana şikâyet ederim, Allah’ım Peygamberinin lisanına bir vahiy indir!” diyordu.

Kadın oradan ayrılmadan şu ayetler nazil oldu: “İçinizden “zıhar” yapa gelenlerin karıları onların anaları değildir. (Onlar boş değildir) Anaları kendilerini doğuranlardan başkası değildir. Şüphe yok ki onlar herhalde çirkin ve yalan bir lâf söylüyorlar. Muhakkak Allah çok bağışlayıcı, çok affedicidir.”1

Dipnot:

1- Mücâdele Suresi: 2-4

Süleyman KÖSMENE

01.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004