Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 29 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

301 hedef gösteriyor

Siyasal iktidar ‘fikir özgürlüğünden’ yana ise bu maddeyi gecikmeden tasfiye etmeli.

Çağdaş dünyanın olmazsa olmaz koşullarından biri ‘fikir özgürlüğü’dür..

Neden? Fikir özgür olmaz ise toplum gelişemez..

Ne olur? Benzeşerek çürür...

Avrupa ile aramızdaki fark da budur zaten. Orada ‘benzeşmeme’ hürriyeti vardır.. Bizde ise ‘benzeşmeyenin’ gözünü patlatırlar.

Özgürlükçü bir ülke olunacaksa... Hepimiz ‘benzeşmemeyi’ içimize sindireceğiz.

Ya da dünyadan tecrit edileceğiz.

Benzeşmek...

Ya da benzeşmemek..

İşte asıl mesele...

***

Bir insanın fikrini söylediği için mahkemelerde sürünmesini dünya anlamaz.

Anlamamakta da çok haklıdır.

Tüm Avrupa, Türkiye’nin en yakın dostları da dahil, ‘301. maddeyi kaldırın’ diyip durmakta...

Baktım önceki gün, AB’nin Genişleme Sorumlusu Olli Rehn bunu bilmem kaçıncı kez yeniden tekrarlamış.

Neden?

Çünkü bizde 301. madde, yazarın, çizerin, farklı düşünenin, devlet içinden himaye gören karanlık bir güruhun saldırısı ve tehdidi altında yargılanması anlamına geliyor.

Dünya, ‘301. madde’ denince, fiziki şiddet tehdidi altında yargılanan aydınları anlıyor.

Daha doğrusu ‘anlıyordu...’

Hrant sonrasında artık ‘yargılanan’ değil ‘öldürülen’ olarak anlamakta.

***

Dün baktım, Türkiye’deki yönetim de dünya ile mutabık.

Emniyet, ‘ TCK’nın 301. maddesi gereğince yargılanan ve mahkum olanların durumunun değerlendirildiğini ve polis korumasına alındıklarını’ söylemiş.

Nobel alan tek Türk’e de iki koruma bu nedenle verilmiş.

Maddeyi kaldırmak yerine, polis korumasına almak.

Böyle bir kara mizah az bulunur herhalde.

***

Boğaziçi Üniversitesi’nin akademisyenleri de yayınladıkları bildiride, anlattığım gerekçelerle 301. maddenin kaldırılmasını istemekte.

Bu maddenin ‘aydınların hedef gösterilmesine yol açtığını’ bir kere daha vurguluyorlar.

Boğaziçi’nin akademisyenleri de, Türkiye’yi ‘düşünce düşmanı’ bir ülke haline getiren bu maddenin toplumda açtığı yarayı bir daha dile getiriyorlar.

***

Bu maddenin yasalaşması için amansızca çarpışanlar hálá ortalıkta duruyor.

Hrant’ın ölümüne giden yolun başlangıcıydı o ısrar.

Siyasal iktidar ‘fikir özgürlüğünden’ yana ise bu maddeyi gecikmeden tasfiye etmeli.

Bu vahim yanlışı tekrarlamak istemiyorsa, bu maddenin ülkenin başına bela olmasına yol açan ‘birilerini’ de artık ‘tahtaya’ çağırmalı.

***

Milliyetçilik sadece bayrak sallamakla olmuyor...

Toplumunu yeryüzünde ‘saygıdeğer’ bir konuma getirmek asıl milliyetçilik.

Toplumunu ‘saygıdeğer’ bir konuma taşıyabilmek için de önce samimiyet gerekiyor.

Star, 28.1.2007

Mehmet ALTAN

29.01.2007


 

301’e karşı kampanya

Yeni bir solukla 301’e karşı kampanyayı canlandırmanın vaktidir.

Şimdi yapılacak şey, hedef tahtasına 301’inci maddeyi koymak. Hrant suikastının hemen ardına denk gelmesiyle TÜSİAD’ın çıkışı bir milat sayılabilir. Diğer baskı gruplarının, sivil toplum örgütlerinin, sendikaların, üniversitelerin, medyanın, düşünce kuruluşlarının Hrant’ın anısına yeni bir solukla 301’e karşı kampanyayı canlandırmasının vaktidir.

Boğaziçi Üniversitesi’nden 135 öğretim üyesinin imzaya açtığı bildiride dendiği gibi, “Biz aşağıda imzası olanlar düşüncelerini beyan ettikleri için ülkemiz aydınlarını vatan haini suçlamalarıyla karşı karşıya bırakan, milliyetçilik ve vatanperverlik kisvesi altında ne amaçla hareket ettikleri belli olmayan birtakım kişi ve grupların terör ve linç ortamı ya-ratabilmelerine olanak sağlayan, Türkiye Cumhuriyeti adaletini ve mahkemelerini bu kişi ve grupların gizli emellerine kilitleyen, aydınların hedef gösterilmesine ve canlarıyla bedel ödemelerine yol açan Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinin tümüyle iptal edilmesini talep ediyoruz. Bu konuda duyarlı olan tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını, TCK 301’in iptali doğrultusunda görüş bildirmeye davet ediyor, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’i anma sürecindeki ilk anlamlı hareketin bu olacağını düşünüyoruz.”

Radikal, 28.1.2007

Erdal GÜVEN

29.01.2007


 

301’i kaldırma fırsatı değerlendirilmeli

Gürültülü yargılamalar, tarihe dair dürüstçe konuşmaya ilk tepkisi silaha sarılmak olan birçok öfkeli insanı açığa çıkarıyor.

Türkiye ve onun Avrupalı geleceği adına kaygı duyanlar için hareketli günler yaşanıyor. Ülkenin iyiliğini isteyenler cesur bir editörün, Hrant Dink’in suikasta kurban gitmesiyle sarsıldı. Kusurlu bir hukuk sistemi ve giderek artan ölüm tehditlerinden yılmayan Dink, Türk ve Ermeni kardeşlerini Osmanlı’nın son yıllarında yaşanan korkunç olaylar hakkında yeniden düşündürtme çabalarının bedelini hayatıyla ödedi.

Fakat cinayete verilen tepki ve cenaze töreninde İstanbul’da yürüyen 100 bin insanın oluşturduğu manzara, Dink’in savunduğu gerçeklerden birini de doğruladı. Her cenahtan ateşli milliyetçi ne iddia ederse etsin, Türkiye asla onların sandığı gibi bir ülke olmadı. Burası ne ciddi hiçbir hata yapmayanların yaşadığı bir melekler ülkesi ne de hiçbir iyi şeyin beklenemeyeceği bir kötüler ülkesi. Tarihin en zor sorularına herhangi bir dürüst bakış, işte buradan başlamalı.

Sorgulayanları

cezalandırmak neye yarıyor?

Aynı düşünce, cenaze töreni için, belki de ilk defa Türkiye’ye giden bazı Ermenilerin zihninde de mutlaka oluşmuştur. Anadolu yollarında ölüm yürüyüşleri yapan atalarının akıbeti, Türklerle Ermeniler arasındaki ilişkilerin bütün hikâyesini anlatmıyor: Bu hikâyenin kara sayfaları olduğu kadar asil sayfaları da var ve Dink her ikisinin de bilinmesi gerektiğine inanıyordu. Haklıydı da.

Bu tarih gerçekten keşfedilecekse, bir devletin yapabileceği en faydasız şey resmi versiyonu sorgulayanları cezalandırmak. Birçok çağdaş gözlemcinin ifade ettiği bakışı benimseyenleri yargılamak yanlış. O bakış da şu: 1915’te yetkililer yüz binlerce Ermeni’yi tehcir etmekle kalmadı, büyük bölümünün ölmesini de sağlamaya çalıştı. Ve Fransa’daki yeni bir yasanın yaptığı gibi, Ermenilerin acısını soykırım olarak nitelemeyi reddedenleri cezalandırmak da en az ilki kadar kötü. Nazi soykırımını inkâr edenlere karşı bile savlar öne sürmek, baskıcı yasalar çıkarmaktan daha iyi bir silah.

Bütün bu söylenenleri onaylayan birçok Türk vatandaşı olduğu açık: Dink’in cenazesinden çıkan umut mesajı da buydu. Türkiye’nin en kötü tarafının görünmesinin, sıradan insanlardan menkul muazzam bir ‘güç’ gösterisine yol açmasının ilk örneği de değil. 10 yıl önce, bir trafik kazası güvenlik güçleriyle yer altı dünyası arasındaki ilişkileri açığa vurduğunda milyonlarca Türk protesto etmişti. Bu tür protestoların gösterdiği şey, Türkiye’nin resmi siyasi tartışmasının, ülkenin gerçek ikilemleriyle büyük ölçüde alakasız olması: Türkiye’nin geleceğini vatandaşlarının özgürce ifade ettikleri iradesi mi, yoksa aşırı milliyetçilik veya derin devlet gibi karanlık güçler mi şekillendirecek? Gerilemeler ve karşı darbeler yaşansa da, daha iyi olan yola dair umutlar hâlâ son derece canlı.

Silaha sarılmak

isteyen 301’e ‘güveniyor’

Fakat Dink’in ruhu rahat ettirilecekse, halk öfkesi yetmez. Türkiye’nın ılımlı İslamcı Başbakanı Erdoğan, Ceza Yasası’nın ‘Türklüğe hakareti’ suç sayan 301. maddesini kaldırmalı. Hukuk sistemini modernleştirsin diye çıkarılan yeni Ceza Yasası’nın bu vahim maddesi, büyük bir geri adımdır. Fanatiklere, Türkiye’nin en iyi gazetecilerinin, yazarlarının ve akademisyenlerinin yargılandığı mahkemeler önünde uluma fırsatı vermektedir. Daha da kötüsü, gürültülü yargılamalar, tarihe dair dürüstçe konuşmaya ilk tepkisi silaha sarılmak olan birçok öfkeli insanı açığa çıkarıyor.

301. maddeyi kaldırmak cesaret isteyecek. Fakat ilkeli bir adamın öldürülmesi, daha önce imkânsız olanın mümkün hale gelebileceği yeni bir iklim yarattı. Erdoğan bu fırsatı değerlendirirse, Avrupalı dostlarından alkış alacaktır.

(Radikal, 28.1.2007)

The Economist, Başyazı, 26.1.2

29.01.2007


 

Emasya Emasya bulunmaz eşin!

1. Ordu Komutanı “ Emasya diye bir şey yok” derken neyi kastediyordu?

Araya Hrant Dink cinayeti girdi ama yine de Emasya tartışması bitmedi.

Nokta Dergisi de son sayısında Emasya’yı kapak yapmış ve “Emasya nedir?” sorusuna cevap vermiş: “Emasya dediğin askeri darbedir.” Nasıl yani? Bu Emasya denilen şey askere gerekli gördüğü zaman toplumsal olaylara müdahale yetkisi veren bir protokol, bir anlaşma... Ama öyle anlaşılıyor ki, Emasya’ya imza atanlar neye imza attıklarını bilmiyorlardı ya da kendilerini bir şekilde imzalamak zorunda hissettiler.

En son Emasya çerçevesinde Çağlayan Meydanı’nda tank-top yürüterek toplumsal olaylara müdahale tatbikatı yapmayı düşünenler, bunu yapamayınca Hürriyet’in manşetinden yürütmüşlerdi tank ve topları. “Aman Sincan sanmayın.” Peki ne sanalım.

Yani toplumsal olaylara tankla topla müdahale olur mu? Ne demek bu. Nasıl sanmamızı istersiniz? “Biz bu tatbikatı yapalım ama bunun yanlış anlaşılmaması için de Hürriyet’in manşetinden “Askerin hassasiyeti” başlığını atalım ki, millet bu işi Sincan sanmasın.”

Allah Allah... Hangi demokratik ülkede asker toplumsal olaylara dilediği gibi ve istediği şekilde hem de tankla topla müdahale ediyor. İstanbul’da İzmir’de, Malatya’da tank top yürüyecek ve biz bunu zinhar Sincan sanmayacağız. Amaç bize bu çağrışımı yaptırmak değilse nedir?

Tankları topları caddelere meydanlara çıkarmanın amacı nedir? Neyse ki, böyle bir şey 1. Ordu Komutanı’nın açıklaması ile yalanlandı. Meğer Emasya yokmuş. EMASYA bir Türkiye gerçeğiydi aslında. Nasıl yok olur ki? Yok olmasa bir komutan Emasya diye bir şey yok diyebilir mi? Diyemez. O halde yok ya da tasfiye halinde.

Ordu bünyesinde Emasya birlikleri oluşturulmuş. İstanbul’daki 52. Tümen bünyesinde kurulan birlik Emasya birliğiymiş. Bu birlikler 28 Şubat dönemi şartlarında oluşturulmuş! Olağanüstü dönemin olağanüstü çabası...

“Normal olmayan şu: Protokol imzalandığı sırada Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bugün olduğundan çok daha fazla, kendi toplumunun İslami kesiminden gelen bir tehdit paranoyası içindeydi.

TSK bu protokolden hareketle iç güvenlik doktrinini yeni baştan inşa etti. Bu iç güvenlik doktrininde iki temel mekanizma var. Birincisi, Emasya birlikleri tali birliklerken düzenli ve sürekli birlikler haline getirildi. İkincisi, bir merkezileşme süreci yaşandı. Toplumsal olaylar gerçekleşmeden önce tedbir alınması fikri öne çıktı. Bu da sürekli takip, sürekli değerlendirme, sürekli bilgi depolama anlayışını egemen kıldı. Bunun sonucu olarak askeri garnizonların içinde asayiş güvenlik merkezleri kuruldu. Toplumsal gruplar ya da muhtemel tehlikelerle ilgili bütün bilgiler, Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan (MİT), askeri istihbarattan ya da emniyet istihbarattan asayiş güvenlik merkezlerine akmaya başladı. Bu bilgilerin değerlendirilmesi ve bunun sürekliliği dikkat çekici biçimde asker merkezli bir toplum takibi fişlemesi mekanizması üretti.” İşte bu fişleme mekanizması öyle işledi ki milyonlarca insanımız fişlendi. Bu fişlenen milyonlarca insandan yüzbinlercesine müdahale edildi. Mesela “Kamu hizmeti yapmaya uygun değildir” denildi işinden çıkartıldı.

Yani asker sadece topluma değil kendisi dışındaki devlet kurumlarına karşı da güven duymuyor! Önce fişliyor sonra müdahale ediyor ve sivil yetkililerden bu fişlenen kişinin işine son verilmesini istiyor. “Emasya aslında 28 Şubat’ta yapılan postmodern darbenin niteliğini bize tanımlar. Çok açık bir şekilde bu darbe devletin iç işleyişinin mutlak olarak askerileşmesi sürecini ifade eder. Maalesef hükümet bunun farkında değil.” Hükümetin bunun farkına varması lazım. Ayrıca bu protokol tek taraflı olarak da bir genelgeyle ortadan kaldırılabilir. Kaldırıldığı da düşünülmeli. Ama askerin buna uyup uymadığı nasıl denetlenecek?

Ya tabelalar indi fakat faaliyet, fişleme işlemi devam ettiyse... Ya da 1. Ordu Komutanı “ Emasya diye bir şey yok” derken neyi kastediyordu? Emasya iptal olmuş da haberimiz olmamış mıydı? Dedim ya Emasya Emasya bulunmaz eşin...

Bugün, 28.1.2007

Nuh GÖNÜLTAŞ

29.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004